Ülkenin en büyük milli parkı arasında yer alan, hem hafıza hem biyolojik çeşitlilik hem de inançsal değeri olan Munzur Vadisi ve nehri ile Pülümür Nehri son yıllarda artan bir hızla kirletiliyor
Duygu Kıt
Dersim, önemli akarsu kaynakları, milli parkı ve yaban hayatı popülasyonuyla zengin bir coğrafya olarak hem inanç kültürü hem de biyolojik çeşitlilik açısından önemli bir yerde duruyor. Son yıllarda bölgeye hayat veren, birçok yaban hayvanına, bitki çeşitliliğine ve endemik türe kaynaklık eden Munzur ve Pülümür nehirlerin kirletilmesi sık sık gündeme taşınırken, artan kirlilik ve insan baskısı ekolojik yıkım tehdidini de hızlandırıyor. Özellikle Munzur Nehri’nin kutsal kabul edildiği Dersim’de ve Alevilik inancında suyun kirletilmesine tepki gösteren ve inanç değerlerinin kirletildiğini belirten Dersimliler yetkililerin önlem almasını ve duyarlılık sağlanmasını talep ediyorlar.
Geçtiğimiz günlerde ise Pülümür Nehri’ne karışan bakterilerden dolayı bir kişinin ağır enfeksiyona maruz kalarak görme yetisini kısmen kaybettiği bilgisi verilmiş, daha önce de koruma altında olan onlarca dağ keçisi enfeksiyon sebebiyle hayatını kaybetmişti. Nehirlerde artan kirliliğin nedenleri ve alınabilecek tedbirler için TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu üyesi avukat Barış Yıldırım, DAD Eş Genel Başkanı Zeynel Kete ve Prof. Dr. Banu Kutlu gazetemize konuştu.
‘Her iki nehirde de kirlilik var’
Munzur Üniversitesi Su Ürünleri Bölümü’nden Prof. Dr. Banu Kutlu özellikle Pülümür Nehri’nin sistematik olarak kirletildiğini paylaştı. “Pülümür Nehri hem hayvansal atıklarla hem debi düşüklüğü sebebiyle daha kirli.” diye belirten Kutlu Pülümür Nehri’nde yaptığı su kalitesi çalışmalarına ilişkin şu bilgileri verdi, “Bugün Munzur ve Pülümür sularına hem insan hem hayvan dışkısı bırakılmaya devam etmesi ciddi risktir. Güncel durumda özellikle Pülümür’de suya zarar veren esas kaynak hayvancılık ve hayvan gübrelerinin suya atılması. Bu atıkların kesinlikle başka türlü bertaraf edilmesi lazım. Özellikle Kırklar Köyü bölgesinde yoğun bir kirlilik söz konusu. Su kirli ve kokulu. Yanı sıra yaz aylarında nüfusun artmasıyla beraber kentte insan kirliliği de yoğunlaşıyor. Ovacık’ta hala bir arıtma sistemi yok. Tüm atıklar suya karışıyor. Arıtmanın acil faaliyete geçmesi ve elektrik ihtiyacının güneş panelinden sağlanması lazım. Yoksa hangi belediye gelirse gelsin arıtmayı tam faaliyetle çalıştıramaz. Su kirletiliyor ama her iki nehir de hızlı aktığı için kendini temizliyor. Şansımız bu. Her iki nehrin debisi yüksek olduğu için kirlilik Uzunçayır Barajı’na doğru kayıyor. Netice olarak her iki nehir için de tedbirlerin yetkililer tarafından acilen alınması gerekiyor.”
‘Kanalizasyon atıkları tehdit ediyor’
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu üyesi avukat Barış Yıldırım her iki nehre kanalizasyon karıştırıldığını böylelikle vadilerin mutlak surette korunması gereken habitatına geri dönüşü olmaz zararlar verildiğine dikkat çekti. Yıldırım her iki sudan beslenen ve suda yaşayan birçok canlının kirlilik sebebiyle yok olabileceğini ifade ederek şunları söyledi;
“Munzur Vadisi ve Pülümür Vadisi Munzur havzasında bulunuyor. Munzur Havzası önemli bir doğa ve bitki alanı konumunda, Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi (BERN)’ne göre kesin koruma altında bulunan pek çok canlı türünün habitat alanı. Bu havzada kesin koruma altında olan yaban keçisi, çengel boynuzlu dağ keçisi, su samuru, ayı, kartal, kurt gibi türler habitat buluyor. Yine özellikle dünyada sadece Munzur ve Pülümür’de habitat bulan ‘Munzur Alası’ isimli endemik bir alabalık türü habitat buluyor. Bu akarsulara insan kaynaklı beşeri atıkların, özellikle kanalizasyon atıklarının akıtılması, su parametresinin bozulmasına ve buradaki habitat ortamlarının kaybolmasına yüksek miktarda sebebiyet verir. Yani burada habitat bulan yaban hayatı canlılarının tümü bu su, akarsu ekosisteminden besleniyorlar. Akarsu ekosistemi bu kadar güçlü olmasa zaten söz konusu canlılar da burada olmazdı. Bunun dışında 2872 sayılı Çevre Kanunu, kanalizasyon atıklarının ve insan kaynaklı attıklarının doğrudan toprağa, havaya, suya akıtılmasını yasaklıyor.”
‘Hukuka ve vicdana aykırı’
“Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması gereken bir sahanın kanalizasyon atıklarıyla, hayvansal gübre atıklarıyla tehdide maruz bırakılması kabul edilemez.” diye devam eden Yıldırım sözlerini şöyle sürdürdü; “Atıklarla bütün canlıların yaşam alanları, habitatları yok ediliyor. Ovacık’ta arıtma tesisi inşa edildi fakat çalıştırılıp çalıştırılmadığına ilişkin kamuoyuna verilen bir bilgi yok, evsel atıklar sulara karışıyor. Pülümür’de atık su arıtma tesisi yok. Aktuluk Mahallesi’nin bir kısım kanalizasyonu bildiğimiz kadarıyla doğrudan baraja akıyor. Mazgirt’te yakın zamanda köylüler su kaynaklarının üzerine kanalizasyon akıtıldığını iddia etmişlerdi. Bu Dersim bakımından çok vahim bir tablo. Akarsularımızı inancımızda kutsal, ziyaretgah olarak kabul etmekteyiz. Munzur ve Pülümür vadilerinin pek çok noktasında ziyaretgah alanları var. Bu sebeple akarsulara kültürel mirasıyla, doğal mirasıyla sahip çıkılması ve gelecek kuşaklara aktarılması gerekiyor.”
‘Hafızamız tehdit altında’
Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) Eş Başkanı Zeynel Kete “Artan kirlilikle Munzur yok ediliyor.” dedi. Alevi inancında mekânın sadece fiziki bir yer olmadığını vurgulayan Kete suyun ve doğanın inançsal önemine ilişkin olarak şu bilgileri verdi;
“Munzur ve Pülümür nehirleri Dersim’de iki önemli akarsu havzasıdır. Bu nehirlere çeşitli sebeplerden dolayı atıkların atılması kabul edilebilir bir durum değildir. Aynı zamanda maden şirketleriyle bölgenin ranta açılmasıyla endüstriyel ve üretim ilişkilerinden doğan atıkların bu iki nehire akıtılması asla ve asla kabul edilir bir durum değildir. Bu ırmakların kirletilmesi ile biyoçeşitliliğin yok olması durumu söz konusudur. Kısacası hem tarihsel hakikatinden uzaklaşma hem modernizmin dayatmaları ve kar amaçlı birçok çalışmadan dolayı Munzur ve Pülümür vadileri ve ırmakları kirlenmiştir. Kirlenen ırmak, zehirlenen ırmak, kirlenen toplum demektir. Yok olan biyoçeşitlilik doğanın kirlenmesi ve toplumun sağlıksız yaşaması anlamına geliyor.”
‘Kutsal mekânlarımızda hem kirlilik hem maden tehdidi’
Kutsal mekân alanlarında barajların, geri dönüşüm tesislerinin, HES projelerinin son dönemlerde sıklıkla gündeme geldiğini ifade eden ve bu projeleri toplumsal hafızaya bir saldırı olarak değerlendiren Kete konuşmasını şöyle sürdürdü; “Birçok kapitalist, sermayedar kesim toplumun hafızasını hesaba katmadan mekânlarımıza yönelmiştir. Bu bireysel bir ticaret değil, birebir toplumun kültürel soykırımına yönelik yapılmış ticari işlemlerdir. Hafızanın yok edilmesi aslında bir soykırımdır. Birinci derece korunma statüsü olmasına rağmen başta Munzur Vadisi ve birçok ilçede kutsal mekânlara yönelik mahkeme süreçleri devam ediyor. Bu mekânları yok etmeye, sit alanı olmaktan çıkarmaya, ranta açık hale getirmeye çalışıyorlar. Yine yakın zamanda ocaklarımızın ve Dersim 38’de katliama uğratılanların toplu mezarlarının bulunduğu Pertek Sekasur’da maden çalışması gündeme geldi. Toplumsal yaşamın inanç hafızalarının, ruhani merkezlerinin sömürüye ve eşitsizliğe uygun hale getirilmesi, bunun dayatılması hem Alevilerin toplumsal ekolojisine hem de adalet ilişkisine ve ahlaki paydaya aykırıdır.”
‘Munzur Dersim’in kutsal mekânıdır’
Kete son olarak bir bütün Dersim’in tehdit altında olduğunu dile getirdi. Kutsal mekânların, suların kirletilmesine, inanç merkezlerine dönük saldırılara bir an önce son verilmesi gerektiğini vurgulayan Kete kamuoyuna şu çağrıda bulundu; “Söz konusu projelerin hangi şirketin, hangi firmanın yaptığının bir önemi yoktur. Bu projelerle demografik yapının dağıtılması, toplumun kontrol altına alınması bir devlet geleneğidir. Son dönemlerde çeşitli ÇED raporları ve hukuki içtihatlarla bu tip modernist, kapitalist anlayışlara yol verilmesi bölgenin esasta insansızlaştırılmasıdır. Diyoruz ki kutsal mekânlarımızdan elinizi çekin. Biz buna rıza göstermiyoruz. Bütün Alevi süreklerini, sol sosyalist ve demokratik kesimi, kutsal mekânlarımıza yönelik katliamlara hayır demeyi çağırıyoruz. Bu minvalde bu iki ırmağın kirletilmemesi, çöplerin atılmaması gerekiyor. Büyük devasa uluslararası şirketler ve yerli uzantılara karşı güçlü çalışmalar yapılması lazım. Hep beraber hukuki ve demokratik yollarla örgütlenip kendi yaşam alanlarımızı korumalıyız.”