Oya Hoca’nın T24 İnternet sitesindeki “Cumhurbaşkanı vatandaşına defol git derse, İçişleri Bakanı da Ahmet Türk’e dil uzatır” başlıklı yazısını okuyunca, gözümün önünden birçok anı geçti ve birçok düşünce yeniden beynimde canlanmaya başladı. Bunların hepsini sizinle paylaşmamın maddi olarak olanağı yok. Ama politik ortamın mevcut özelliğinden dolayı birini aktarmak ve kimi konulara değinme gereği duyuyorum. Öncelikle şunu söyleyeyim: Politikayla az çok ilgisi olmuş kişi, Oya Hoca’yı (Baydar) tanır. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitiren ve aynı fakültede asistan olan Oya Baydar’ı ben 12 Mart askeri döneminde tanıdım.
Oya Baydar o zaman “Yeni Ortam” gazetesinde köşe yazısı yazıyordu. Hiç unutmuyorum, dönemin TRT Genel Müdürü Musa Öğün’ü eleştiren yazısını… Yazının başlığı, “Musa’nın M’sini kaldırsanız geriye ne kalır”dı. Kuşkusuz Musa’nın başındaki M harfini atarsan geriye USA, yani Amerika Birleşik Devletleri anlamına da gelen harfler kalır. Bu yazıdan dolayı Yeni Ortam Gazetesi 12 Mart Cuntası tarafından kapatıldı. Oya Hoca tutuklandı. Cezaevinden çıktıktan sonra da bildiğim kadarıyla üniversiteden ayrıldı. Sonraki yıllarda Oya Hoca’yla aynı partide politika yaptık. Oya Baydar o yıllardan beri devrimci uğraşın içinde kaldı ve devrimci politik doğrular ışığında bir rota izledi. 12 Mart Cuntası karşısında aldığı aydın tavrını bugün de baskıcı yöntemler uygulayanlara karşı sürdürüyor. Amacım ne Oya Baydar’ın hayatını anlatmak ne de içinde olduğu politik duruşa atıf yapmak. Sadece inançları uğruna “kesintisiz” mücadele vererek günümüze geldiğine işaret etmek, bir aydın cesaretiyle kaleme aldığı yazılarıyla sorunlara parmak bastığını dile getirmektir. Bazen bir aydının attığı küçük bir adımın bile sessizliği nasıl bozduğu ve uyuyan “devin” uyanmasına nasıl katkı yaptığına dikkat çekmektir. Halk deyimiyle “bir kıvılcım bozkırı tutuşturabilir” düşüncesi, politik yaşamda da doğrulanmaktadır. Bunu bilen Bolşevikler, çıkardıkları ilk gazetelerinin adını boşuna “Iskra” (Kıvılcım) koymadılar… Oya Hoca’nın 12 Mart cunta döneminde olduğu gibi bugün de fikrini cesaretle dile getirmesi, başta “Türk aydınlarına” bir “cesaret” örneği olduğu gibi, toplumun üstüne serpilmiş ölü toprağının kalkmasında da etkili olmaktadır. En önemlisi, kendisini “Kürt aydını” ve politikacısı diye yutturan hainlerin maskesinin düşmesine de katkı yapmaktadır. Kürt deyişiyle, “pexas”ların “ne taxte wan heye ne bexte wan” (Bunların ne tahtı ne de bahtları var), konumlarını bir kez daha anlatıyor. Mahalli seçimlere sayılı günlerin kaldığı bugünlerde rejim partilerinin tüm toplumun dikkatini soyut, oyalayıcı ve demagojik sorunlara çektiği, devrimcilerin “kitleyle” buluşmasının engellendiği, rejimin yaratmış olduğu “kağıttan korku”nun şatolar gibi yükseldiği anlayışın kırılmasına da katkı yapacağına kesindir. Kimilerinin neyi var, neyi yok seçimler için “seferber ettiği”, demokrasiye giden yolun 31 Mart gününden geçtiğini söyleyenlerin yalanını boşa çıkardığı gibi, özgürlüğe ve gerçek demokrasiye giden yolun nereden geçtiğine cesaretle işaret ederek tarihe önemli bir not düşmüştür. Oya Hoca’nın söylediği şeylerin içeriğinin doğruluğu kadar, düşüncesini cesaretle söylemiş olması “aydınlara” tarihi sorumluluk yüklemiştir. Gelinen aşamada söylenmemiş söz, yazılmamış düşünce pek kalmamıştır. Demokrasiye giden yolda takınılan ana duruş nedir? sorusu herkesin gündemindedir. Şimdi üzerinde düşünülmesi gereken şey demokrasiyi genişletmek ve özgürlüğe gidecek yolu açmak için nasıl bir pratik tavrın takınılmasıdır. Aydın olana tam da burada görev düşmüştür. Bu ise seçim çalışmalarının çok daha ötesinde seçimlerden sonra ülkenin durumunun ne olacağı ve nerelere yöneleceği konusunda düşünce söylemek ve bu düşünce gereği pratik demokratik tavrın ne olacağını önermektir.
Kürt devrimci paradigmasını zenginleştirerek kitlelerle buluşturmaya aynı cesaretinin elzem olduğu görülmektedir. Seçimlerden sonra Nuh tufanını beklemeye, bunun için “felaket tellalığı” yapmaya da hiç gerek yoktur. Türkiye’nin ekonomik, politik ve psikolojik olarak içinde bulunduğu konu çok net olarak ortada. Kimse “bana bir şey olmaz” diyecek konumda değil. Ülkenin 40 yılı aşkın içinde olduğu çatışmalı durum her türlü yıkımı yaratmış, “beyin göçü”yle ülkeyi kültürel çölleşmenin içine sokmuştur. Ülkede aydın, düşünür ve “yetişmiş” eleman azalmıştır. Bu ise ülkeyi yozlaştırıp çökertmiş ve geriye kalan “aydınların” önemli bir kısmının da sinmesine yol açmıştır. Oya Hoca’nın söylemi böylesi bir dönemde kıvılcım olmalı ve kültürel bozkırı tutuşturmalıdır.