KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, gerillanın Türkiye’den çekilme kararının devletin de adım atmasını teşvik eden bir girişim olduğunu belirterek, ‘Özgürlük yasaları ve Önder Apo’nun özgür çalışır durumda olması sürecin kritik noktasıdır’ dedi
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Medya Haber TV’de katıldığı özel bir programda; Barış ve Demokratik Toplum Süreci kapsamında Bakûrê Kürdistan’dan geri çekilmeyi ve atılan tek taraflı adımları, süreç açısından Abdullah Öcalan’ın rolünü, Türkiye’nin sorumluluklarını, bu kapsamda demokratik ve hukuki zemin ihtiyacını ve örgütlü toplum mücadelesini değerlendirdi.
Mustafa Karasu’nun değerlendirmelerinin tamamı şöyle:
“Gerilla güçlerimizin bir kısmı Bakur’dan çekildi. Önder Apo’nun perspektifleriyle şimdiye kadar birçok adım attık. Bu adım da onları da güçlendiren, tamamlayan, böylelikle barış ve demokratik toplum sürecini başarıya götürme irademizi ortaya koyan bir adımdır. Bu yönüyle bu sürece bakışımız, kararlılığımızla PKK’yi feshettik ve silahlı mücadeleyi sonlandırdık. Bu irademizi bir daha ortaya koyduk. Tabii ki gerilla güçlerimiz Bakurê Kurdistan’da, eyaletlerde vardı. Ama bazı bölgelerde, bazı yerlerde çatışma riski vardı. Bu bakımdan çatışma riski olan yerlerden gerillayı çekmeyi uygun gördük. Çünkü böyle bir süreçte zaten süreç karşıtları var, barış karşıtları var. Sürece karşı her türlü propaganda, aleyhte çalışma yapılıyor. Bir provokasyon yapılarak bu süreç zehirlenebilirdi. Süreç karşıtlarının eline güçlü bir argüman verilmiş olurdu. Bu nedenle biz kritik bölgelerde, çatışma riskinin olduğu yerlerde gerilla güçlerinin çekilmesini uygun gördük. Bu yönüyle birçok eyalette, kritik bölgelerde, yerlerde çatışma riskinin olabileceği ya da birilerinin provokasyon yapacağı yerlerde gerilla güçlerini çektik. Bu da bizim sürece hassas yaklaştığımızı, sürece karşı sorumluluk duyduğumuzu, sürecin sağlıklı yürümesi açısından üzerimize düşen neyse onu yapmak istediğimizi ortaya koydu. Bu çok önemlidir.
Tek taraflı adımlar var
Bir de zaten çok tartışmalar yapılıyordu. Süreç tıkandı mı, tıkanmadı mı gibi yaklaşımlar vardı. Öte yandan sürekli bizden bir şeyler bekleniyordu. Biz de sürecin başarıya gitmesini sağlamak, bu tıkanma tartışmalarını bir tarafa bırakmak ve gerçekten çözüm irademizi ortaya koymak açısından bu adımı atmayı da gerekli gördük.
Tek taraflı bir adım oldu bu adım. Ama biz zaten birçok adımı tek taraflı yaparak aslında devlete, AKP, MHP iktidarına adım atma imkanı sağlıyoruz. Adım atmasını sağlayacak bir zemin ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Zaten Önder Apo başından beri makul yaklaşımı göstererek bu süreci bugünlere getirdi. Bir yıl oldu. Bir yıl geçti süreç. Eğer hala bir süreçten söz ediliyorsa bunda Önder Apo’nun sorumlu yaklaşımı, bizim de Önder Apo’nun perspektifleri doğrultusunda hareket etmemizin payı büyüktür.
Şunu söyleyebiliriz. Dünyanın başka bir yerinde olsaydı, devlet ve iktidar böyle bir yaklaşım içinde olsaydı, herhalde herhangi bir güç bizim kadar sorumluluk göstermezdi. Sorumluluk göstermeyerek bu sürecin kısa sürede bitmesi gibi bir durum ortaya çıkardı. Çünkü şimdiye kadar hükümetin, devletin yaklaşımlarında teşvik edici, topluma umut verici, Kürt halkının bu süreci bütün gücüyle desteklemesini sağlayan bir yaklaşım göstermedi. Bu yönüyle belli tereddütler var, kaygılar var.
Ama biz bir siyasi, bir devrimci hareket olarak tabii ki kaygıyla hareket edemeyiz. Bizim için şu kaygı, bu kaygı düşünülemez. Biz tabii ki doğru olan neyse sonuna kadar yürütürüz. Şu ayrıdır. Tedbir alırız, dikkatli davranırız. Tabii ki her hareket, her mücadele eden örgüt, kuşkusuz her türlü olumsuz ihtimale karşı tedbirini alır. Ama tereddütlü, ikircikli yaklaşım ya da yeterince sürece yüklenmeme gibi bir durum ortaya çıkarmamalı. Biz de böyle yaklaşıyoruz.
Gerçekten de çok önemli bir adım attık. Bir nevi süreci yeniden canlandırdık. Öyle de görülmesi gerekiyor. Bu yönüyle, bu adımımıza süreci canlandırarak aslında iktidarı da devleti de böyle bir çalışmada rolünü oynamaya, onların da adım atmaya teşvik etmiş oluyoruz. Böyle yaklaşılması gerekir.
Kongre kararlarının gereklilikleri yerine getirilmeli
Biz 12. Kongre yaptık, kararlar aldık. Bu kararları almamızı sağlatan, Önder Apo’nun yaklaşımıydı, çağrısıydı. Bu yönüyle Kongre kararlarını da; PKK’yi feshederken, silahlı mücadeleyi sonlandırırken bunun pratikleşmesinin Önder Apo tarafından yönlendirilmesi, gerçekleştirilmesi gerektiğini vurguladık. Bu yönüyle de Önder Apo’nun özgür, çalışır ve yaşar konumda olmasını özellikle vurguladık. Çünkü Kongre eğer bu kararı almasaydı, yani Önder Apo’nun bu alınan kararları uygulayacağı bir karar biçiminde ortaya çıkmasaydı, kongrede bu düzeyde destek almazdı.
Kongre, biraz da bu süreci Önder Apo yürütecek, Önder Apo gerçekleştirecek diye PKK’nin feshi ve silahlı mücadelenin sonlandırılması kararını aldı. Yani gerillalar, arkadaşlarımız Önder Apo’nun bu süreci güçlü yürüteceğini, bu sürecin iyi bir sonuca vardıracağını düşündüğü için bu kararları alabildik ve bütün Kongre yapımız, arkadaşlarımız bu karara destek verdi. Bu açıdan biz her defasında söylüyoruz, tamam PKK’yi feshettik, silahlı mücadeleyi sonlandırdık ama bunun pratikleşmesi nasıl olacak? Öyle bir karar aldık, o zaman bu kararlarımızın gereğinin yerine getirilmesi gerekiyor. Çünkü biz karar aldıktan sonra Devlet Bahçeli de, hükümet de aldığımız kararların iyi olduğunu takdir ettiler. Eğer kararlarımızın iyi olduğunu takdir ettilerse, kararlarımızın içeriği ve en önemli ifadesi, aldığımız kararların Önder Apo tarafından pratikleştirilmesi yönündedir. Şimdi kararlarımızın bir bölümü görülecek, bir bölümü görülmeyecek; bu doğru değil.
Bu bakımdan kararlara bütünlüklü yaklaşılması gerekiyor. Bu yönüyle de Mayıs’tan beri Önder Apo’nun istediğimiz düzeyde sürece müdahale edeceği, yönlendireceği bir koşul yaratılamadı. Bu açıdan her fırsatta biz Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullarda olmasını istiyoruz. Bu süreç böyle ilerler. Çünkü Önder Apo’nun iradesi herkesi bağlıyor. Hareketimizi de bağlıyor, Kürt halkını da, dostlarını da bağlıyor. Bu çok önemli. Yani böyle bir süreçte böyle bir iradenin olması çok çok önemli. Kararlı, bütünlüklü ve söylediğini yaptıran bir iradenin olması büyük bir şans.
Şimdi bu gerçeklik ortadayken, böyle bir Önderlik gerçeği varken bunu değerlendirmemek, bu sürecin başarıyla sonuçlanması, doğru pratikleşmesi için Önderliğin önünü açmamak gerçekten de sürece yetersiz yaklaşımdır. Çözüm sürecini -işte onlar terörsüz Türkiye diyor-, silahların, çatışmaların olmadığı bir demokratik Türkiye’yi biz de arzuluyoruz. Bunun mimarı da Önder Apo. Devlet Bahçeli çağrı yaptı, Önder Apo da cevap verdi. Devlet Bahçeli diyordu, “örgütünü feshetsin, mücadeleyi sonlandırsın, silahlı mücadeleyi bıraksın, konuşsun, umut hakkında da yer alsın”. Biz kendilerinin söylediklerinin yerine getirilmesini istiyoruz.
Özgürlük yasaları çıkmalı
Neler yapılması gerektiği konusu da önemli tabii. Bir örgüt feshediliyor, PKK feshediliyor. PKK nasıl bir örgüt? 52 yıldır mücadele veren bir örgüt. Evet, kuruluşu 78 ama grup aşaması da 5 yıldır. Böyle bir örgüt. Binlerce gerillası var, kadrosu var, yüz binlerce sempatizanı var. Halk bu harekete bağlı. Halkın bu harekete bağlı olduğunu, Önder Apo’ya bağlı olduğunu dünya biliyor. Halk önceleri ne diyordu? “PKK halktır, halk burada”. Sürekli Önder Apo’ya özgürlük sloganları atıyorlar. Sorun çözülecekse, o halde bunu çözecek yasalara ihtiyacı var.
Demokratik siyasetten söz ediyoruz. Önder Apo da “yeni dönemin stratejisi, demokratik siyasettir”, “demokratik siyasi mücadeledir” dedi. Bunun koşulların oluşması gerektiğini söyledi. Çünkü daha ilk Devlet Bahçeli’ye verdiği cevapta “ben hazırım, siyasi ve hukuki noktaya çekebilirim. Böyle bir gücüm var” dedi. Yani silahlı zeminden, silahlı mücadeleden siyasi ve hukuki zemine çekme iradesini gösteririm, bunu yaparım dedi. Bu konuda önemli adımlar atıldı. PKK feshedildi. Silahlı mücadele sonlandırıldı. Binlerce insan, on binlerce insan, Türkiye dışına çıkan o kadar siyasetçi var. Zindanlarda yatan on binlerce insan var. Nasıl olacak? Bu bakımdan demokratik siyasetin yapılacağı zemin olması gerekiyor.
Kürt halkının özgürlüğü istiyoruz
Diyelim biz oraya gittik, demokratik siyaset yapacağız, konuşacağız. “Şöyle bir Türkiye istiyoruz” diyeceğiz, “Kürt halkının özgürlüğü istiyoruz, şunlar yapılması gerekir” diyeceğiz. Bunun için mücadele vereceğiz. Peki ne olacak? Hemen derler “bölücülüktür”, şöyledir, böyledir. Herkes zindanı boylayabilir. Terörle Mücadele Yasası var. Ne diyor? “Örgüt üyesi olmamakla birlikte…”. Zaten “örgüt üyesi olmamakla birlikte…” denildi mi, her Kürt örgüt üyesi içine konulabilir, atılabilir. Bu yönüyle özgürlük yasalarının çıkması gerekiyor.
Şimdi bir süreçten söz ediyoruz. Niye bu süreç var? Kürtlerle Türk devleti arasında sorun var, 100 yıllık sorun var. Ne derlerse desinler böyle bir sorun var. İşte Dersim Katliamı, Şêx Saîd direnişi, insanların idam edilmesi, Ağrı ve daha birçok Kürt isyanı, itirazı var. Bizim 50 yıllık mücadelemiz var.
Şimdi böyle bir sorun var. Kürtlerle Türk devleti arasında bir kopukluk var, bütünleşemiyor. Bunu kendi devleti olarak görmüyor. Çünkü kimliğini inkar ediyor, dilini inkar ediyor, her şeyi inkar ediyor. Bu bakımdan Önderliğin “demokratik entegrasyon” dediği yasalar, bu kopukluğu giderme yasalarıdır. Kürtler kendilerini bu devletin parçası görecekler. İkincisini vatandaş görmeyecekler, itilen kakılan bir topluluk olarak görmeyecekler. Kendi kimliği, kültürleriyle yaşadıklarını görecekler. Böyle yasaların çıkması gerekiyor. Kürtleri bu duygudan kurtaracak yasaların çıkması gerekiyor. Yani Kürtlerin de bir toplum, bir halk olarak mevcut Türkiye siyaseti, sistemi, demokrasi, toplumsal kültürel siyasi yaşam içine girmesi gerekiyor. Ötelenmemesi gerekiyor.
Biz bunların demokratik entegrasyon yasalarıyla olacağını düşünüyoruz. Yoksa bu sorun nasıl çözülecek? Sadece silah sorunu değil ki! Biz böyle bir sorun olduğu için ortaya çıktık, mücadele ettik. On binlerce insan zindanlara girdi, işkence gördü. O kadar şehit var, halk o kadar eziyet çekti. Elli yıldır görülmeyen zulüm kalmadı. Bunlar niye? Bu bedel niye verildi? Bu bedellerin ödenmesi, verilmesi ciddi sorunlar olduğundan dolayıdır. Bu sorunların ne olduğunu herkes bilmektedir.
Artık söz değil, icraat zamanı
Bizim bu attığımız adıma kim kötü diyebilir? Kim hayır diyebilir, kim olumsuz diyebilir? Sorun burada bu adıma olumlu-olumsuz cevap verme konusu değil. Özellikle iktidar yetkilileri şu anda böyle bir adıma olumsuz cevap veremez. Ama önemli olan, bu adıma karşı nasıl yaklaşacaklarıdır? Artık söz değil, icraat zamanı.
Evet, ilk başlarında, sürecin ilk başlarında iyi konuşmak, olumlu konuşmak önemliydi. O gerekliydi. Ama artık konuşmanın ötesinde bir şeylerin yapılması gerekiyor. Şimdi “iyidir” denildi, deniliyor. Tam hakkı verilmese de olumlu şeyler söylendi. Ama bunun gereğinin yapılması gerekiyor. Belirttiğimiz adımların atılması gerekiyor. Çünkü toplumda da şöyle bir algı var: Hükümet, devlet adım atmıyor. Hükümet ve devletin yaklaşımları konusunda bir kuşku var. Hükümetin yaklaşımlarına karşı güvensizlik var. Kürt toplumu başında çok yüksek düzeyde destekliyordu. Şimdi de bu sürecin başarıya ulaşmasını istiyor; o konuda Kürtlerde bir sorun yok. Ama iktidarın yaklaşımlarına karşı, bir yıldır ciddi bir adım atmadığı için, bizim adımlara karşılık vermediği için, hükümet hep tek taraflı adımlar beklediği için bu yönlü tereddütler, kaygılar oluşuyor. Bu açıdan söz değil, icraat gerekir.
Bir söz vardır ya; “aynası iştir kişinin, sözüne bakılmaz” diye. Özellikle de pratik adım atacak, iş yapacak kimdir? Bu iktidardır. Bu sorunu kim çözecek? Biz mi çözeceğiz? Evet, biz mücadele ediyoruz, çözülmesini istiyoruz, dayatıyoruz. Ama bu sorunu yaratan Türk devletidir, iktidardır. O zaman sözden öte, iktidarın bu sorunun çözülmesi konusunda adımlar atması gerekiyor.
100 yıllık sorundur, bütün toplumu ilgilendiriyor
Bu süreç sadece iktidarın çözeceği, sadece bizim çözeceğimiz bir süreç değildir. Geniş bir toplumsal sorundur. İktidar da diğer toplumlardan destek almadan bu sorunu çözebilir mi? Biz de Kürt halkının desteğini almadan bu süreci yürütebilir miyiz? Bu açıdan Türkiye’deki demokrasi güçlerine, Kürt halkına, aydınlarına büyük görev düşüyor. Halkımız, demokrasi güçleri bu sürece sahip çıkacak, mücadele edecekler ki, böyle bir hava yaratacaklar ki iktidar da adım atsın. İktidarı adım atmaya yöneltecek; önemli düzeyde halkın ve demokrasi güçlerinin tutumudur; onların yaklaşımlarıdır. Yoksa siyasetçiler duruma göre, dengelere göre, ortama göre böyle bir süreci araçsallaştırabilirler. Dar siyasetçi çıkarları çerçevesine bakabilirler. Halbuki bu sorun, büyük bir toplumsal sorun, 100 yıllık sorundur, bütün toplumu ilgilendiriyor.
Soruyorlar; Türkiye’nin en önemli sorunu ne? “Ekonomik sorun”. Değil! Türkiye’nin en önemli sorunu, Kürt sorunu, Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Çünkü ekonomik sorunu yaratan o. Ekonomik sorunu çözeceksen, kaynağından çözeceksin. Silaha para, koruculara para, çetelere para, propaganda araçlarına para hatta çeşitli devlet adamlarına rüşvet… Türkiye’nin bütün kaynakları Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için kullanılıyor. Diplomatik, siyasi imkanlar da bunun için kullanılıyor. Halbuki Türkiye’nin tek siyasi sorunu, tek diplomatik sorunu bu mu? Bu bakımdan Türkiye halkı, herkes şunu bilmeli: Türkiye’de bütün sorunların kaynağı bu.
O halde böyle bir süreç başlamışsa, herkes bu sürece destek vermesi gerekir. Bu sürece destek vermeyenlerin ekonomik sorundan şikayet etme hakları olamaz yani. Sen o zaman ekonomik sorunu yaratan kaynağın kurutulmasını istemiyorsun. Bu bakımdan toplum mücadele etmeli, örgütlenmeli, örgütlü mücadele yapmalı.
Bir de şunu vurguluyorum, böyle yanılgılı yaklaşım olmasın. Türkiye’de demokratikleşme, belirli demokratik adımlar atılmazsa sorun çözülmez. Bazıları diyor, demokrasi olmadan da sorun çözülebilir. Evet, dünyanın başka yerlerinde sorun çözülebilir. Ama Kürt sorunu gibi inkar edilmiş, Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı yapmak isteyen bir zihniyet, yüz yıllık politika ancak demokratik zihniyetle değişebilir, demokratik zihniyetle aşılabilir. Hiç kimse kendini kandırmasın. Bu zihniyet başka türlü adım atmaz, başka türlü bu sorunun çözümüne yanaşmaz.
Örgütlü demokratik toplum mücadelesi verilmeli
Bu yönüyle demokrasi güçleri, halkımız örgütlenerek mücadele verecek. Örgütlü, demokratik toplum mücadelesi verecek. Hükümet üzerinde etkisini kullanacak. Demokrasi biraz da budur. Demokrasi, iyi, güzel insanların bir program yapıp işleri yürüttüğü bir rejim değildir. Demokrasi, toplumun iradesini ortaya koyarak sorunların çözümünü yaratır, sorunların çözümü için adım attırır.
Hem “çözüm iyidir” diyeceksin, “Kürt sorununun çözülmesi gerekir” diyeceksin; hem de izleyeceksin. O zaman sen Kürt sorununun çözümünü istemiyorsun. “Bu süreç iyidir” demenin hiçbir anlamı yok. İyiyse, iyi için mücadele edeceksin.
Zerdüşt’ün önemli bir ilkesi var. İşte bir tartışma oluyor; biri diyor “kötüler kazanır”, biri diyor “iyiler kazanır”. Zerdüşt de diyor ki, kötüler, fitne, fesat peşindedir. İyiler ise, iyinin kazanması için çaba harcar, iyi kazanır. İyinin kazanması mücadele ile olur.
Bu konuda biraz yetersizlik var. Halkımızda da tereddüt veyahut kaygılar var. Evet, kaygılar, tereddüt olabilir, bir şey demiyoruz ama bu süreci sahipleneceğiz, mücadele edeceğiz, meydanlara çıkacağız, yürüyeceğiz. Sorunun çözümünü isteyeceğiz. Sadece birilerinin çözebileceği bir sorun değil. Büyük bir toplumsal, bir tarihi sorun.
Türkiye’deki demokrasi güçleri de bu soruna yetersiz yaklaşıyor. Kaygılarla. “AKP’nin şu hesabı var, bu hesabı var” diyorlar. Ya bırak sen AKP’nin şu hesabını, bu hesabını. Sen demokrat mısın, demokrasi gücü müsün? Bu sorunun çözümünü istiyor musun? O zaman ayağa kalk. Hükümet araçsallaştırmak mı istiyor? Sen doğru tutum koy. Doğru çözümün zeminini döşe. Bu bakımdan halkımız da, dostlarımız da bu süreci seyretmemeli. Örgütlenmeli, örgütlü mücadele vermeli. “Kaygılıyım, kuşkuluyum” demeden, bu süreci hem desteklemek hem de bu süreci başarıya götürme mücadelesinin parçası olmak gerekiyor. Bu çok çok önemli. Seyrederek bir yere gidilemez. Onun için Sabri arkadaşın olduğu açıklamada, halka ve demokrasi güçlerine çağrı yapılmıştır. “Bu sorun mücadeleyle çözülür” denmiştir. Doğrusu budur. Zaten bir demokrat böyle düşünür, bir devrimci böyle düşünür. Hele Kürt halkının tabii ki böyle düşünmesi ve gereklerini yerine getirmesi gerekir.
Önder Apo’nun konumu
Umut hakkı önemli bir konu. Devlet Bahçeli-Erdoğan iktidarda, bir çağrı oldu; Önderlik de cevap verdi. Onlar her türlü serbest koşullarda çalışıyor. Böyle bir sorunun çözümünde anahtar kişi, Önder Apo’dur. Önder Apo’suz kimse bu sorunu çözemez. Bu sorunun başarıya ulaşmasında Önder Apo’nun rolü belirleyicidir. Bu açıdan koşulların değişmesi gerekiyor.
Devlet Bahçeli’nin kendisi Umut Hakkı’ndan söz etti ama söylenen sözler yerine getirilmiyor. Önder Apo hala o tecrit koşullarında. Evet bazı görüşmeler oluyor. DEM Parti heyetiyle görüşme oluyor, avukatlarla iki defa görüşme oldu. Ama bunlar böyle büyük bir sorunun çözümünü sağlama açısından yeterli görüşmeler, yeterli işler değildir. Çünkü bu bir toplumsal sorundur. İktidarı ilgilendirmiyor sadece; muhalefeti, aydınları, sivil toplum örgütlerini, Kürt halkını ilgilendiriyor. Kürt halkının içinde de, Türkiye’de de farklı siyasi görüşte olanlar var. Bunların da Önder Apo’nun düşüncelerini bilmesi gerekiyor. Önder Apo’nun bunlarla görüşmesi gerekiyor. Çünkü bu sürecin Kürt tarafının aktörü Önder Apo’dur, herkesi ikna edecek de Önder Apo’dur. Biz de bir şeyler söyleriz ama esas bağlayıcı olan, herkesin “tamam” diyeceği, ikna olacağı sözler, Önder Apo’nun söyleyeceği sözlerdir. Bu yönüyle Önder Apo’ya yaklaşımın değişmesi gerekiyor.
Şunu vurgulamak istiyorum: Önder Apo’ya yaklaşım, Kürt halkına yaklaşımdır. Önder Apo’ya doğru yaklaşmadan bize de doğru yaklaşılmış olmaz. Önder Apo’ya doğru yaklaşılmadığı yerde bizim yapacağımız fazla bir şey yoktur. Bu bakımdan bizim de tutumumuzu, tavrımızı belirleyecek Önder Apo’ya yaklaşımdır. Halkımız açısından da öyledir. Önder Apo böyle koşullarda tutulacak, özgür ve çalışır durumda olmayacak ama sürecin ilerlemesinden söz edilecek! Bu gerçekten çelişkidir. Bunu hem Türkiye hem Kürt kamuoyunun bilmesi gerekiyor. Türkiye kamuoyunda; ister iktidarda olsun, ister muhalefette olsun, böyle büyük bir sorunun bir tarafı bu halde olabilir mi? Belli düzeyde bir çalışma özgürlüğünün olması lazım. Hareket kabiliyetinin olması lazım. Hem bu imkanı tanımayacaksınız hem de her şey istenecek. Böyle şey olabilir mi? İşte, Rojava’da şunu yapsın, SDG şunu söylesin, şuna şunu söylesin! Nasıl söyleyecek? Nasıl ikna edecek? Bu bakımdan Önder Apo’nun mevcut konumu şu andaki en kritik konudur.
Çözüm iradeleri ne kadar?
Bu yönüyle bu sürecin ne kadar ilerleyip ilerlemeyeceği de Önder Apo’ya yaklaşımına bağlı olacak. Önder Apo’nun konumunun ne olduğuna bağlı olacak. Bu, Önder Apo’nun kendisi için istediği bir durum da değil. Önder Apo, bu sorunu çözmek için koşulların değişmesini istiyor. Biz de koşulların değişmesini istiyoruz. Önder Apo’nun öyle bireysel özgürlük yaklaşımı yok. Toplum özgürleşti mi? Türkiye’nin ve Kürt halkının sorununu çözme. Bunun için bu Umut Hakkı’nı istiyor, koşulların değişmesini istiyor. Koşullar değişmiyorsa şöyle düşünmez mi Önder Apo? Bunlar ne yapmak istiyor? Çözüm iradeleri ne kadar? Sorunu çözme iradeleri ne kadar diye düşünmez mi?
Kuşkusuz Önder Apo soğukkanlı, dikkatli yaklaşıyor, politik yaklaşıyor. Bir tıkanma varsa önünü açmak istiyor. Bu yaklaşımlarıyla karşı tarafa, yani devlete şunu gösteriyor: “Ben bu sorunu çözme konusunda gerekenleri yapıyorum, üstüme düşeni yapıyorum, yapılması gerekeni yapıyorum, zorluyorum”. Bu yönüyle bu mesajı karşı tarafa vererek, “ben bu kadar sorumlu, bu kadar dikkatli, hassas davranırken böyle yaklaşırsanız bana, ben ne yapacağım?” Bu yaklaşımın da bir sınırı var. Bir sınıra kadar süreci götürebilir, bir sınıra kadar bu durumu yürütebilir ama ötesi olmaz. Bu bakımdan bu konu, ciddi bir konudur. Türkiye kamuoyunun bunu gündemine alması gerekiyor. Öyle Önder Apo karşıtlığıyla olmaz.
Gerçekten çok sorumsuz bir yaklaşım var
Önder Apo ile “olmaz” yaklaşımları Kürt karşıtlığıdır, Kürt düşmanlığıdır. Önder Apo ile “olmaz” diyenlere, işte bununla niye yapılıyor diyenlere soruyorum: Savaş mı istiyorsunuz? Evet, savaş istiyorlar. Bu süreç tıkanırsa, başarısız olursa olacağı odur. Bunun Türkiye’ye ne faydası olacak? Türkiye ne kazanacak? Gerçekten çok sorumsuz bir yaklaşım var. Çok ajite olup dolmuşlar. “Vatan-Millet-Sakarya doldurulmuş. Tabii 50 yıldır “PKK şöyle, Apo şöyle” diyerek toplumu zehirlemişler. Kendi gerçeklerini gizlemek için PKK ve Apo düşmanlığı yapmışlar.
Sağlıklı düşünen insanlar değil bunu söyleyenler. İşte “Apo ile olmaz”, “şununla olmaz”, “PKK ile olmaz” diyorlardı eskiden. Bunlar bir analizden, bir doğru düşünmeden kaynaklanmıyor. Uzun yıllara dayanan özel savaşın, psikolojik savaşın yarattığı kafalardır. Yoksa akıllı bir adam, normal düşünen, Türkiye’nin çıkarını düşünen bir insan, “ya 50 yıldır sürüyor, bu sorunu niye çözmüyoruz” demez mi? Bir devlet, herhangi bir siyaset 50 yıl sorunu seyreder mi? Böyle bir sorun seyredilir mi? Bir çözüm bulalım, bir yol bulalım demez mi?
Bu sorun, Türkiye’nin ayağında prangadır. Sadece ekonomik değil, siyasi prangadır, diplomatik prangadır, kültürel prangadır. Toplumda çürüme var, yozlaşma var; hepsi bu savaşın sonucudur. O bakımdan Türkiye’yi düşünenler, Türkiye’nin gerçek yurtseverleri, en başta da Önder Apo’nun özgür, çalışır ve yaşar koşullarının sağlanması için pozitif bir yaklaşım sergilemeleri gerekir. Basit söylemleri, sözleri bırakmaları gerekir.
Soruna bütünlüklü yaklaşmak gerekiyor
Önderlik PKK’nin feshi için çağrı yaptı, silahlı mücadelenin sonlandırılması için çağrı yaptı, tamam bunlar yapıldı. Ama sadece bunlar mı? Önderlik daha ilk gün, “Ben bu süreci hukuki ve siyasi boyuta taşırım” demedi mi? Bu Devlet Bahçeli’nin çağrısına verilen cevap değil miydi? Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın içeriğinde neler var yani? Devlet Bahçeli de hükümet de herkes cümle cümle yorulmasın.
Hele bir çağrıyı oku, iyi anla. Kısadır ama özlüdür. Bütün tarihsel süreci ortaya koyan ve çözümün nasıl olacağını da ortaya koyan bir çağrıdır. Bırakalım Önder Apo’nun avukata söylediklerini, siyasete söylediklerini, o çağrıda bile söyledikleri var. Çağrının sonunda Sırrı Süreyya Önder’in; değerli arkadaşımız, devrimci, yurtsever arkadaşımız bir barış militanının söyledikleri var. “Barış ve Demokratik Toplum çağrısındaki belirtilenlerin gerçekleşmesi için siyasi ve hukuki boyutun devreye girmesi gerekir” çağrısı yapıldı. Bunlar gözden kaçırılmamalı.
Önderlik “bu koşullarda olmaz” diyor. “Ben bireysel özgürlükten değil, toplumsal özgürlükten yanayım” diyor. “Türk halkıyla Kürt halkının kardeşliğinden yanayım; bin yıllar süren o kardeşliğin bundan sonra devamından yanayım” diyor. Bu yönüyle sorunun çözümünde adımların atılmasını istiyor, demokratik entegrasyon yasalarından, özgürlük yasalarından söz ediyor. O zaman bunların da dikkate alınması gerekiyor. Sadece silah yönüne vurgu yapmak, tek taraflı onu ifade etmek çözümsüzlüktür, tıkatmaktır. Bu yönüyle soruna bütünlüklü yaklaşmak gerekiyor. Evet, o bir yönüdür ama sadece o değildir. Onun anlam bulması, o bütünlüğün içinde olabilir. Bütünlüğün gerekleri yerine gelirse o zaman o belirtilen silah bırakma konusu da anlamlı hale gelir.
Komisyonun sorumlulukları
Biz komisyonun kurulmasını önemli gördük. Çünkü Önderlik daha 2012’de, “mecliste bir komisyon kurulsun, beni de çağırsın, konuşayım” dedi. Bu komisyon fikri zaten Önder Apo’nun fikridir. Önder Apo’nun önerdiği bir kurumdur. Önder Apo’nun önerdiği gerçekleşecek, böyle bir komisyon kurulacak ama gidip Önder Apo’yla görüşmeyecek, Önder Apo’yla tartışmayacak ya da Önder Apo’yu çağırıp dinlemeyecek. Bu doğru yaklaşım değil.
Bir kompleks var. Türk devleti o kadar bir özel savaş yarattı ki, bir kompleks yarattı. Kendine ayak bağı olan bir kompleks var. Nedir? “Abdullah Öcalan’ı nasıl meclise çağırırız” ya da “onun ayağına nasıl gideriz?” Gerçekten o şovenizm, 50 yıldır süren savaş ortamında yürütülen özel savaşın yarattığı kompleks, pranga, zincir! Türkiye’de siyaset kendi kendini köle yapmış yani. Türkiye’de özgür siyaset yok. O dediğim kompleksle, o dediğim şoven şeyle kendini köleleştirmiş bir kalıp var. Onun dışında düşünce üretemiyor, onun dışında davranamıyor. Tutum takınamıyor, yaratıcı olamıyor.
Şimdi komisyon kuruldu. İyidir. Tamam, görüşmeleri de yapıyor. Bu görüşmelere de bir itirazımız yok. Tabii ki yapmalı. Bir toplumsal sorunsa evet, toplumu da dinlemeli. Ama bir de sorunun özü var. Önder Apo dedi, “kediye kedi demek lazım”. Kürt sorununa, Kürt sorunu demek lazım. Bu kadar komisyon kuruyorsun, tartışıyorsun, gündemdir. Nereden kaynaklanıyor bu tartışmalar? Bu komisyon niye kuruldu? Niye bu kadar açıklamalar yapılıyor? Bunu yaratan sorun nedir? Açık ki Kürt sorunudur. O zaman komisyon bunun bir Kürt sorunu olduğunu, Kürt sorununun kardeşlik içinde çözüleceğini vurgulamalı. Ama bırakalım Kürt sorununun kardeşlik içinde çözümünü vurgulamasını, bir ana komisyonun karşısında Kürtçe konuşmaya kalktı, susturuluyor! Bu Türkiye’nin utancıdır! Böyle olabilir mi?
Kürtler de bir varlık, dilleri var. Sen niye illa da “bu dili konuşma, benim dilimi konuş” diyorsun? Konuşmaz! Niye konuşsun? Ne mecburiyeti var? Kendi dili var, kendi diliyle konuşur. Bu bakımdan komisyon tamam konuşuyor ama biraz daha böyle işin özüne inmeli, biraz daha pratik sonuçlar ortaya çıkarmalı. Bu bakımdan komisyonun yaklaşımı gerçekten yetersizdir. Tamam konuşuyor. Bu sorun öyle sözlerle, şunlarla çözülecek sorun değil.
50 yılın bütün meclis başkanları çağrıldı. Kendileri diyor ki, Meclis Türkiye’yi temsil ediyor. Onların sözü. Biz farklı değerlendirebiliriz, Türkiye toplumunu ne kadar temsil edip etmediğini; bu ayrı bir tartışma konusu. Ama kendileri öyle diyor. “Meclis” diyor, “Türk halkını temsil ediyor”. Şimdi 50 yıllık meclisin bütün başkanları çağrıldı; hiçbirisi de olumsuz konuşmadı. Hepsi de bu sorunun çözülmesini istedi. Hatta “Kürt sorunu diyelim” dedi.
Düşünün, Türkiye Meclisi’nin başkanları. Kendileri söylüyor; “Meclis Türk halkını temsil ediyor” diyorlar ama onun başkanlarının söylediklerini dikkate almıyorlar. Hatta bazıları tehdit etti bu meclis başkanlarını.
Bu yönüyle bu komisyon artık kendisini biraz daha etkili kılmalı. Kendisini sadece konuşan ama etkili bir sonuç çıkarmayan bir kurum olmaktan çıkarmalı. Çok uzun sürdü. Herhangi ne bir yasa tasarısı… Bırak yasa tasarısı hazırlamayı, bir irade bile koyamadı; sorunun adını bile koyamadı. Böyle olunca da tabii ki komisyonun etkisi zayıfladı. Komisyonun ne yapacağı konusunda kaygılar, kuşkular ortaya çıkardı. Bu bakımdan komisyon kendini bu durumdan çıkarmalı. Tam da isminde belirttiği gibi “barış, kardeşlik ve demokrasi komisyonu” olmalı. Kendileri dedi demokrasi komisyonu. Bu bakımdan biz komisyonun, çok tarihi bir sorunun komisyonu olduğunu düşünüyoruz. Çok önemli bir çalışma yürütüyor. Belki de şunu söyleyebiliriz: Şimdiye kadar böyle önemli bir komisyon oluşmamıştır. O halde bunun önemine denk bir yaklaşımın ortaya konulması gerekiyor.
Kürt Dirilişi Belgeseli
İlk önce Kürt Dirilişi belgeselini hazırlayanları, bu belgesel için çalışanları kutluyorum. Gerçekten çok önemli bir belgesel hazırlamışlar. Ve başarılıdırlar. Çok etkili bir yayıncılık, belgesel yayını ortaya çıkarmışlar. Çok önemli. Tabii büyük mücadelenin, büyüklüğüne denk bir belgesel olmuş. Zaten PKK tarihi ancak bu düzeyde nitelikli, kaliteli bir belgeselle ifade edilebilirdi. Bu başarılmıştır. Bu bakımdan çok önemli.
Şimdiye kadar ki izlediğimiz bölümlerin hepsi bizim açımızdan başarılıdır. Hepsini izledik ve gerçekten büyük bir heyecanla, dikkatle izledik. Ve derler ya iple çekme. Yani yeni bölümü nasıl göreceğiz, nasıl izleyeceğiz; hep böyle bir yaklaşım içinde olduk.
Tarihi çok güzel vermiş. Özlü vermiş. Dikkatli izleyenler PKK’nin nasıl bir mücadele yürüttüğünü, nasıl yokluktan, sıfırdan başladığını, nasıl büyük bedellerle bu işi bu noktaya getirdiğini görür. Bu yönüyle gerçekten belgesel PKK’ye hakkını vermiştir. Her izleyen de bu PKK’nin değerini daha da iyi anlayacaktır.
Özellikle Kürt halkı açısından çok çok önemlidir. Kürt halkı bu mücadelenin nasıl yürüdüğünü çok iyi görmeli. Bu belgeseli izlemeli. Bu belgesel sadece bizim partinin belgeseli değildir. Kürt’ün, bütün Kürt halkının 50 yıllık yaşamının belgeselidir. Çünkü bu tarih halkla içe yaratılmış, bugünlere gelmiştir. Daha doğrusu halk yaratmıştır. Halkın mücadelesi yaratmıştır. Bu bakımdan bu belgeseli bütün Kürt halkı izlemeli. Kendi yaşamları olarak görmelidir. Kendi yaşamları zaten o parti tarihinin içinde şekillenmiştir. Zaten 50 yaşında olanlar hep bu partiyle büyüdüler.
50 yaşının yukarısında olanlar da, bu PKK’nin nasıl ortaya çıktığını gördü. Bu açıdan bu belgeseli herkesin izlemesi, dersler çıkarması gerekir. Yani her bölümde bir ders çıkarmalı. Herkes kendini görmeli. Ne ders var? Buradaki değer nedir? Önem nedir? Bunu değerlendirmesi gerekiyor. Sadece Bakurê Kurdistan için değil. Bütün Kürdistan parçaları açısından Kürt Diriliş belgeseli çok önemlidir. Çünkü bu tarih, aynı zamanda bugünkü Kürt iklimini yaratmıştır. Bugünkü dünyadaki Kürt iklimi, Ortadoğu’daki Kürt iklimi, bütün parçalardaki Kürt iklimi bu mücadelenin sonucudur. Bu mücadele olmasaydı, şu andaki mevcut Kürt iklimi oluşmazdı. Hatta bize karşı konuşanlar bile bu iklimin varlığında konuşuyor. Bu mücadele olmasaydı belki bunu konuşacak durumda da olmazlardı.
Bu yönüyle PKK tarihi gerçekten de bir destanın tarihi. Yani herhangi bir örgütün tarihi, örgütün geçmişi, geleceği değil; tam bir destan. Bir toplum nasıl yaratılmış, Kürt insanı nasıl yaratılmış, Kürt militanı nasıl yaratılmış, nereden nereye gelmiş; çok çok önemli. Biz içindeyiz. Başından beri varız ama bizim açımızdan da şaşırtıcıdır. Biz bile iddialıydık, yapacağız, edeceğiz diyorduk ama izlediğimiz zaman… Tamam, söylemde öyle söylüyorduk ama bunun pratikleşmesi öyle kolay mı, nasıl olmuş; gerçekten bunu görüyorsun.
Bu yönüyle de belgesel izledikçe bu partinin parçası olmaktan büyük bir gurur duyduk. Böyle bir partinin, böyle bir destanın parçası olmak kadar değerli bir şey olamaz. Bu bile bizim için yeterlidir. Tabii yalnız bizler için değil, Kürt halkı da bunun parçasıdır. Kürt halkı da böyle bir tarihleri olduğundan gurur duymalılar. Böyle mücadele eden bir halk olmaktan gurur duymalıdırlar. Yok olmanın eşiğinden bugüne geldiler.
İşte Önder Apo da şunu söylüyor son görüşme notlarında: “Eski direnişlerin, isyanların hepsi idamla sonuçlandı. İdam edildiler. Ama şimdi biz burada devletle görüşüyoruz, tartışıyoruz.” Yani böyle bir süreci ortaya çıkardık. Bu da böyle bir mücadelenin sonucu olmuştur. Herhalde bundan sonraki bölümler de çok değerlidir, çok etkilidir. Şundan dolayı rahatlıkla söylüyoruz. Gerçekten yapanlar çok titizlikle yapmışlar, çok emek vermişler, yoğunlaşmışlar. Yani kendilerini vermişler. Herhangi bir televizyonda izlediğimiz belgeseller gibi değil yani. Kendilerini vererek, onun ruhunu hissederek yapmışlar. Bu bakımdan ben yapan tüm arkadaşları bir daha kutluyorum. Gerçekten ellerine sağlık, yüreklerine sağlık diyorum. Çok önemli bir iş yapmışlardır. Tabii ki kendilerinin de belirttiği gibi şehitlere dayanarak, yüzlerce şehidin verdiği heyecanla, değerle, güçle bu yapılmıştır. Ama tabii ki oradan güç alarak böyle bir şey yapmaları da değerlidir.
Bu belgesel, aynı zamanda Kürt halkının özgürlük mücadelesinin parçası haline gelecektir. Artık bu mücadeleye bir de bu belgesel bir derinlik kazandıracaktır. Bu temelde yeni bölümlerini heyecanla bekliyoruz.
HABER MERKEZİ









