33 yıldır cezaevinde olan ve 9 ay İmralı’da Abdullah Öcalan’la birlikte kalan Nasrullah Kuran ile tarihi çağrıyı konuştuk:
Önder Apo’nun çağrısı Türk-Kürt İttifakı somutunda Ortadoğu’nun demokratik rönesansını pratikleştirmeye yönelik stratejik bir hamledir. Ortadoğu Rönesansı’nın başlangıç noktasını oluşturduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır
Mahsum Sağlam
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” birçok kesim tarafından desteklenip sahiplendi. Öyle ki dünyanın hegemon güçleri de çağrıyı görmezden gelemeyerek olumlu açıklamalarda bulundular. Çağrıdan hemen sonra gözler devlet ve hükümetin atacağı adımlara çevirilirken bu konuda henüz bir adım atılmış değil.
Peki bu çağrıyı özü itibariyle tarihsel kılan neydi? Çağrı gelecek için nasıl bir umut veriyor? Ortadoğu halkları açısından çağrının önemi ve Abdullah Öcalan’ın çözüm manifestosu kendi deyimiyle rönesansı nasıl gerçekleşecek? Tüm bu soruları iki günlük söyleşimizde 33 yıldır cezaevinde olan ve 9 ay İmralı’da Abdullah Öcalan’la birlikte kalan Silivri 9 no’lu Cezaevi’nde bulunan Nasrullah Kuran’a yönelttik.

- Yapılan çağrının Ortadoğu’daki gelişmeler ile ilişkisi nasıl yorumlanabilir? Abdullah Öcalan’ın Ortadoğu’ya dönük çözüm perspektifi nasıl okunmalı?
Çağrının Ortdoğu’yla ilişkisini, Ortadoğu’nun tarihsel ve güncel gerçekliğinin demokrasiyle ilişkisi bağlamında kurabiliriz. Kendi rönesansını ve aydınlanmasını bütünlük içerisinde gerçekleştiremeyen, dolayısıyla kendi içinde ortak bir stratejiden ve birlik adımlarından uzak darmadağın bir Ortadoğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Hep savaş halinde olan ama bu savaşlarla daima başkalarına kazandıran, bir türlü kendisi ve kendi için olamayan bir Ortadoğu söz konusu. Emperyalist saldırganlıktan ulus devlet zorbalığına ve oradan din mezhep savaşlarına uzanan skalada, Ortadoğu halklarının yaşayamadığı sömürü ve zulüm kalmadı. Kuşkusuz tüm bunlara karşı şu veya bu şekilde düzenli ve direnmeye devam ediyor. Fakat ortak bir strateji ve direniş bloğu yaratamadığından sürekli parçalı ve zayıf kalan, kan kaybeden taraf olmaktan da kendini kurtaramıyor. Ortadoğu’da bir nevi ahlaki ve politik yaşamın yaşa ve yaşat ilkesi öl ve öldür kısır döngüsünün yasasına dönüşmüş durumda.
Önder Apo’nun çağrısı bu anlamda Türk-Kürt İttifakı somutunda özünde Ortadoğu’nun demokratik rönesansını ve aydınlanmasını pratikleştirmeye yönelik stratejik bir hamle özelliğe taşımaktadır. Çünkü çağrı kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip demokratik anlamda örgütlenmeleri, herkesin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür temellendirmesi üzerinden geliştirilmektedir. Bu da Türk-Kürt İttifakı kadar Arap, Süryani, Fars, Ermeni, ortak ittifakı anlamına gelmektedir. Her halkın ve toplumun demokratik özerklik temelinde Demokratik Ulus çizgisinde buluşması demektir. Devlet+demokrasi ilkesine hayat kazandırılarak demokratik uzlaşı içerisinde devletin demokrasiye duyarlı hale getirilmesi ve eşit bir demokratik cumhuriyet gerçeğini işaret etmektedir. Önder Apo’nun “yerel demokrasi” belirlemesi ve bu amacı, yani her toplumsal-ulusal varoluşun özelliğini (birlik içinde çokluk) ve Demokratik Ulus, Demokratik Cumhuriyet çatısı altında (Çokluk içinde birlik) ortak iradeleşmesini ifade eder. Çağrının bu içeriğiyle Ortadoğu rönesansının ve aydınlanmasının başlangıç noktasını ilk adımda oluşturduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır.
- Abdullah Öcalan’ın Demokratik Ulus çözümü Ortadoğu’da varolan diğer ideolojilere nazaran halkara nasıl bir çözüm sunuyor?
Önder Apo’nun Ortadoğu’ya dönük çözüm perspektifi Demokratik Ulus çizgisinde pratikleşmektedir. Denilebilir ki güncelde Ortadoğu’da her şey demokrasiyi çağrışmaktadır. Kimilerince “Arap baharı” olarak adlandırılan “Halklar baharı” sürecinde de gördük. Halk direniş içerisinde ve isyan ediyor. Fakat öncülük ve örgütlülük olmadığından her defasında başkaları bundan güçlenerek çıkıp halkın üzerine tahakküm kuruyor. Demokratik modernite ve onun Demokratik Ulus perspektifini bu açıdan demokratik hareketin teknik ve pratik açılımı olarak “Ne yapmalı ve Nasıl yapmalı?” sorularına yanıt olarak değerlendirmek gerekiyor. Gazze’de, Suriye’de, Irak ve Libya’da yaşananlar biliniyor. Ulus devlet aklıyla onun Baasçı, Kemalist ve dini türevlerinin çatışma, kriz ve kaybediş dışında bir çözüm üretme yeteneklerinin olmadığı da yeterince görüldü ve deneyimlendi. Ancak Demokratik Ulus alternatifiyle Arap, Yahudi, Sünni, Şii ve diğer sorunlar çözüme kavuşturulabilir. Bu manada Önder Apo’nun Ortadoğu’ya dönük çözüm perspektifi tüm ülkelerin çıkış kaynağı olan bu kadim coğrafyayı bütün toplumsal zenginliği ve değerleriyle birlikte yeniden ayakları üzerine kaldırmak ve varlıklarını özgürce sürdürebilmelerini sağlamak üzerine kurulmuştur.
- Çağrıdan sonra Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ve yeni Şam yönetiminin anlaşma imzalamasını nasıl değerlendiriyorsunuz, çağrıyla bağı var mı?
Hz. Ali’ye atfen söylenen bir söz vardır, der ki, “Biz kainatın ruhundan bir soluk taşıyoruz. Var oluşumuz değersiz ve anlamsız değildir.” Demokratik Ulus çözümü bir yönüyle de budur aslında. Varlık bulan her topluluk ve her kültür, insanlığı oluşturan bütünün bir parçasıdırlar, birinin eksikliği bizi eksik varlık haline getirir. Bu nedenle hepsi yaşamalı ve yaşatılmalıdır. Önder Apo’nun çağrısından sonra DSG ve verili Şam yönetimi arasında bir çerçeve anlaşmasının imzalanmış olması elbette ki önemli. Burada çağrıya paralel bir birleşimin varlığından bir ölçüde söz edilebilir. Ancak bunun tam olarak böyle olup olmadığını bu aşamada kestirmek zor. Zira anlaşmanın maddelerini genel haklarıyla Türk basınının verdiği sınırlarda öğrenebildik. Ayrıca Türk devlet aygıtı ve uzantılarının verdikleri farklı tonlardaki refleksler ve girişimler mevcut. Bunları birlikte okumaya tabi tuttuğumuzda olumlu yönleri kadar belirsiz yanlarının da olduğunu belirtmek lazım. Olumlu yönü DSG ve Kürtler somutunda halkların meşru mücadelesinin bir çerçeve ve anlaşmayla da olsa bağlayıcılık kazanmış olmasıdır. Fakat geçici hükümet konumundaki Şam yönetiminin yeni anayasa oluşumuna dair yapmış olduğu tek taraflı belirleme ve uygulamalar tamamen tersi yönündedir. Bir defa Suriye Arap Cumhuriyeti belirlemesinin kendisi sorunludur. Bu bile tek başına “Gitti Esad, geldi Şam” tarzında şekli değişimin dışında bir dönüşüm ve yapılanmanın olmayacağı hatta dini kodlamalarının yön vereceği bir rejimin ağırlık kazanacağı anlamını taşır. Oysa Suriye coğrafyası tarihsel olarak bir toplumlar mozaiği olma özelliği taşımıştır. Doğal olarak Suriye’deki tüm ulus ve toplulukların haklarını güvence altına alan bir demokratik anayasa inşa çalışmasının olması ve “Suriye Demokratik Cumhuriyeti” adlandırmasının öne çıkarılması gerekirdi. Pratikte tek taraflı bir yaklaşımın olduğunu görüyoruz. Bu da bize Suriye’deki sürecin yoğun mücadelelere gebe olduğunu ve iddia edildiği gibi kolay durulmayacağını anlatmaktadır. Kuzey Suriye deneyimi Demokratik Ulus’un, demokratik toplumun prototipini teşkil eden bir model açığa çıkarmıştır. Bu bir övünç kaynağı olabildiği gibi bu deneyimi yaratan toplumsallığa ciddi sorumluluklar yüklemekte ve daha özgüvenli hareket etmesini de talep etmektedir. Suriye’ye barış ve demokrasi ancak bu modelin Suriye geneline yaydırılmasıyla mümkün hale gelebilecektir.
Bunun dışındaki yaklaşımları konjonktürel oluşumun yarattığı geçici şartlar temelindeki uzlaşılar olarak görmek sanırım daha doğru olacaktır.
- Yanında kalan ve onu takip eden biri olarak Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği bu çağrının sorunlara çözüm geliştirme özelliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çağrıyı sorunlara çözüm üretme özelliği bakımından ele aldığımızda öncelikle barış ve demokrasi odaklı bir değişim-dönüşüm ve yeniden yapılanmayı öngördüğünü görürüz.
Çıkış noktasını Bahçeli’nin bin yıllık Kürt-Türk ittifakı çağrısı ve Önder Apo’nun “Barış ve Demokrasi Toplum Çağrısı” ile verdiği yanıt oluşturduğundan doğal olarak çerçeveyi bu denklem içerisinde kurmak gerekiyor. Özünde Bahçeli, Önder Apo’yu silahsız mücadele alanına, Meclis’e davet ederek mücadelesini Meclis’in siyasal zemininde yürütmesi önerisinde bulundu. Ki bu Önder Apo şahsına Kürt Özgürlük Hareketi PKK’ye yöneltilmiş bir öneri oluyordu aynı zamanda. Önder Apo’da geliştirdiği çağrıyla demokratik siyaset temelinde buna hazır olduğunu belirtti. Silahlı mücadeleye son ve PKK’nin feshi tespiti barış ve demokratik toplum zemini üzerinden yapıldı. Bu çağrıyla Önder Apo bin yıllık Kürt-Türk ittifakının 200 yıllık aradan sonra yeniden ve demokrasi ekseninde birlikte değişip dönüşmelerinin ve toplumsal değerler temelinde yeniden yapılanıp ortaklaşmalarının kapısını araladı, bunun yolunu açmış oldu. Türk devlet aygıtı ve iktidar yapılanmalarının demokratikleşme önüne koydukları en temel bahane ve “engelleri” ortadan kaldırdı ve “Buyrun birlikte demokratikleşerek ortaklığımızı inşa edelim” demiş oldu. İyi irdelendiğinde görülecektir ki PKK’yi silahsızlandırmaktan söz edenler Önder Apo’nun bu hamlesiyle ideolojik ve politik manada kendilerini silahsızlandırılmış buldular. Çünkü Türk devlet aygıtı, rejimini hem anlamsal hem de yapısal açıdan PKK/Kürt karşılığı üzerinden kurgulamıştır. Siyasetten ekonomiye ve diğer alanlara kadar bu böyle gerçekleşmiştir. Şimdi önlerinde gerekçe kabul etmeyen bir demokrasi seçeneği ve çözüm anahtarı olarak demokratik toplum var. Buna ne kadar hazırdırlar bilemiyoruz. Fakat şunu iyi biliyoruz, ya demokrasi tercihinde bulunacaklar ve birlikte gelişeceğiz ya da bir bahaneyle direksiyonu kırıp faşizmi yükseltecekler; o vakitte biz Türkiye halkını da çoğunlukla kazanmış ve demokrasi mücadelemizi genel bir direniş dalgasına dönüştürmüş olacağız.
- Silah bırakma ve fesih tartışmaları çağrının en kritik cümleleriydi, bu konuda ne söylemek istersiniz?
Kürt Özgürlük Hareketi her şeyden daha çok ve önce ideolojik, politik ve toplumsal bir güç odağıdır. Silahlı mücadele boyutu ilhamını bu varoluştan alır ve onu korumak, sağlıklı gelişmesi önündeki engelleri kaldırmak için vardır. Azamisiyle bir akıl hareketi olduğundan silahlı yönteme meşhur savunma sınırlarında ölçülü ve orantılı düzeyde başvurmaktadır. Bu hakikatiyle 21. yüzyılın en ideolojik ve politik donanımlı hareketidir demek gerçeğe hakkını teslim etmek olacaktır. Önder Apo bu gerçeğe güvenerek siyaset yapma zemini açıldığında silahlı mücadeleye son verme gereğine işaret etmektedir. Yoksa siyasi ve hukuki uzlaşı zemini oluşturulmadan silah bırakma veya feshin, Ortadoğu’da bile bile ölüme yatmak anlamına geleceği açıktır. Ortada bir yenilgi ve teslimiyet olmadığına göre bu minvalden tek taraflı bir pratik içerisine girilmeyeceği de herkesin malumudur. Sorunun tarafları olduğuna göre ve taraflar, Bahçeli ve Önder Apo somutunda tutum belirlediklerine göre, soruna çözüm de bu esaslar üzerinden geliştirilmek durumundadır. Eğer böyle bir rota izlenirse çağrı, sorunların anlamsal ve yapısal çözümünde çığır açıcı bir rol oynayacak, bölge düzeyinde de büyük etkileşim yaratacaktır. Zor aygıtı ve dış müdahale devreden çıkarıldığında demokratik toplum ideolojik ve politik örgütlenme yeteneğiyle kendi sorunlarına yetmesini ve üstesinden gelmesini bilecektir.
YARIN:
- Nasıl bir değişim-dönüşüm?
- Yarım kalan sürecin tamamlanması
- Eleştirilere yanıt