Londra’da 3-4 Aralık tarihinde gerçekleştirilen 70. yıl NATO Zirvesi, Fransanın “öldü! ölmedi!”, Trump ABD’sinin ise “kimse yeterince para vermedi”, Pentagon’nun S-400’leri sorun olarak görmesi, Türkiye’nin “bize karşı bir kurumdur! Yanımızda yer almıyor” tartışma ve şantajları ile başladı. Zirve nihayet sona erdi ve sonuç bildirgesi yayımlandı ama kervanın bundan sonra nasıl dizileceği gelişmelere bağlı. Zira NATO, (pek çok kurum ve güç odağı gibi) jeostratejik, askeri, politik ve ekonomik çıkar çatışmalarının mekanı olmaktan hiç muaf değil. Ki yayımlanan sonuç bildirgesinde ve devamında taraflarca yapılan açıklamalardan anlaşılıyor ki bu ittifakın odaklandığı meselelere/sorunlara dair tartışmalar bitmiş değil ve hararetle devam edeceği görülebilir. Rusya’nın ve Çin’in askeri vb sahalardaki hakimiyet alanlarını genişletmesi, Baltık ve Polonya gibi ülkelerin olası bir saldırı karşısında korunması, Ukrayna-Rusya arası savaşın sonlanması, (ki bu hususta Fransa öncülüklü 4’lü görüşmeler 3 yıl aradan sonra Pazartesi yeniden başladı) Trump ABD’sine en çok kâr getirdiği tartışılmaz olan NATO bütçesinin dahada silahlanmak amacıyla 29 üye devletin GSMH’nin* (en az %2) dahada yükseltilmesi, (ki bu her insanın 50 yılda ömründeki bir yıllık bütün kazancını NATO’ya vermesi demek) Baltık ülkeleri ile Polonya’nın olası Rus saldırılarına karşı savunulması, nükleer ve konvansiyonel silahların geleceği ve konumlanması yeniden masaya yatırıldı. Bütün bu vb konuların ise yeniden güncellenmesi ve kararların alınması hususunda “uzlaşıya varıldığı” açıklamaları yapıldı.
NATO zirvesi ve Rojava
Tabi NATO Zirvesi’nde ve öncesinde en belirgin bir şekilde dünya kamuoyunun gündemine gelen temel konu YPG-PYD yani Kürtler ve Rojava’ydı. Zira TSK’nın ve yedeğine aldığı cihadist gruplar (ÖSO) ile birlikte dünya kamuoyunda ve uluslararası kurumlarda Rojava Kürt yönetimine/Kuzey Suriye otonom bölgesine ve savaşçılarına karşı (Hevrin Xelef şahsında somutlaşan) bir yok etme/sürme girişimi olarak görüldü ve bundan dolayı da bunun derhal durdurulması hem talepleri yükseldi hem de tepkilere vesile olanların Rojava’da ne yapmak istedikleri ciddi derecede sorgulanır oldu. Bu atmosferi dağıtmak için olsa gerek NATO Zirvesi öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Wall Street Journal gazetesindeki makalesinde, “Dünya Suriye krizinin tüm bölgeye yayılmasını engelleyemedi. Şimdi Türkiye’nin istikrar ve barışı tesis etmek için yürüttüğü çabayı desteklemeliler” çağrısını yapmıştı. ABD başkanı Trump’ın “Türkiye ile iyi şeyler yapıyoruz” açıklamalarına karşın ABD’nin NATO Büyükelçisi Kay Bailey Hutchison, zirvenin son günü “Kendilerinin Suriyeli Kürt Hak Savunma Güçleri’ni (YPG) terörist olarak asla değerlendirmediklerini ve NATO ittifakı içerisindeki hiçbir üyenin de bunu dile getirecek bir argümanı kabul etmeyeceğine” vurgu yapıyor ve “Kürtlerin kendileriyle birlikte IŞİD karşıtı savaşta yer alan saygın müttefikler oldukları hususunda hiçbir şüphenin bulunmadığına” dikkat çekiyordu.
NATO için YPG bir müttefik
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in zirve sonrası, “NATO ve Türkiye arasında kimlerin terörist olduğu konusunda bir anlaşmazlık var. NATO, YPG’yi terörist olarak görmüyor aksine terörizme karşı mücadelede bir müttefik olarak kabul ediyor” basına yansıyan açıklaması da gidişata işaret ediyor. Zira 9 Ekim öncesi Afrin’de yapılanlar, AP, AI, HRW, BM İnsan Hakları Komitesi ve pek çok parlamento tarafından “ağır savaş suçları ve insanlığa karşı suç teşkil edebilecek derecede Kürtlere karşı girişilen etnik temizlik hedefli bir girişimin verilerinin görüldüğüne” dair raporlar hazırlanmış, kararlar alınmış ve hükümetlerinden bu yönlü tutum belirlemesi amacıyla harekete geçmelerine vurgu yapılmıştı. İşte böylesi bir ortamda ülkesinin pek çok vatandaşı Rakka’daki IŞİD hücrelerinden yönlendirildiği sanılan vatandaşlarının yaşamına mal olmuş ve bunu önlemek için Kuzey Suriye dahil, Kuzey Afrika’nın 5 ülkesinde savaş konuşullarına göre harekete geçirdiği Fransa ordusunun resmi şefi konumundaki Cumhurbaşkanı Macron, böylesi bir ortamda Rojava’da silah arkadaşları ve müttefik oldukları ABD’den Ankara’dan neden haberdar edilmediklerini, burada ne yapmak istediklerini, NATO’da birlikte yer almanın manasını sorgulamaya başladı.
Macron: NATO felç oldu
Zira Fransa başta ABD ve Sovyet orduları olmak üzere nükleer füzelere sahip olunduğundan beri olası bir saldırıda ancak herkesin başının çaresine bakabileceğinden hareketle NATO şemsiyesine 1960’lardan beri ne Fransa, ne de AB’yi gerçek manada koruyabileceğine pek inanmamış ve bunun Trump ve Erdoğan gibi şeflerin, müttefiklerini (Rojava’da olduğu gibi) oldubittilere mecbur etmeleriniden fırsat bilerek “NATO beynen felç oldu” dedi. Başka bir deyiş ile “cebinizdeki taşları çıkarın” deyiverdi ve tartışmalardan görüleceği gibi kimi gizli taşlar yerinden oynadı.
Rojava’ya dair zirve İstanbul’da
6 Aralık tarihli Le Monde gazetesinin haber/analizinde öğreniyoruz ki; “Ankara 2015’ten beri 8 NATO üyesi askeri yetkililerini yanına alarak YPG ve PYD’yi terör örgütleridir” diye gizli yani içeriye dair bir bildirge yayınlatmış… ve “Ankara ısrarla bunun devamını istemiş” YPG ve PYD’yi NATO’nun 29 devletten oluşan vurucu militarist dairesi tarafından hedefe alınması gereken terör örgütleri listesine dahil edilme şantajı kabul görmedi. Başta Fransa olmak üzere Almanya ve Büyük Britanya’nın da içinde yer aldığı AB’nin etkili devletlerinin Türk devletinin Rojava’da ne yapmak istediğini açığa çıkarmak için 4’lü bir mekanizma kurdular ve bunun ilk toplantısı şubat ayında İstanbul’da yapılması bekleniyor.
Zira Fransa öncülüklü AB ve ABD senatosu Ankara’nın oldubittisini kabul etme niyetinde değiller. Bu güçler bunu NATO Zirvesi’nde sonuç bildirgesinde dile getirmemiş olsa da kapalı kapılar ardından değil, basına açık şekilde beyan ettiler. NATO bu gelişmeyi uygulamada Ankara nezdinde ve bölgede pratiğine nasıl yansıtır, bunun ittifak içindeki ağır topların jeostratejik ve politik yaklaşımlarının yanı sıra günümüzde artık duyarlı kamuoyunda bu tür kararlarda yadsınamaz bir etkisi olduğu hesaba katıldığında, bunun da uygulamada belirleyici etki yapması beklenebilir.
* Uluslararası Para Fonu (IMF) yayınladığı raporda ülkelerin Gayrisafi Yurt İçi Hasılaları’nı (GSYİH) baz alarak oluşturduğu dünyanın en büyük ekonomi sıralamasını yayınladı.
Uzun zamandır listenin ilk sırasını işgal eden Amerika Birleşik Devletleri 20 trilyon dolarlık devasa ekonomisiyle küresel ekonominin yaklaşık %25’ini oluşturuyor. Çin’in, 13 trilyon dolarlık ekonomisiyle ABD ile olan farkı yıllar içerisinde kapatarak dünyanın en büyük ekonomisi olacağı öngörülüyor. Japonya yerini Çin’e devretmesiyle 3. sıradaki yerini korumaya devam ediyor, Japon ekonomisi 4.9 trilyon dolar ile Almanya’nın önünde yer alıyor.
Türkiye ekonomisi büyümeye devam ediyor; ancak TL’nin 2018 yılındaki hızlı değer kaybıyla birlikte 2 sıra gerileyerek 19. sırada kendine yer buluyor.
Avrupa’nın en büyüğü yaklaşık 4 trilyon dolarlık ekonomisiyle Almanya oluyor. Almanya’yı 2.8 trilyon dolarlık ekonomisiyle Birleşik Krallık (İngiltere) takip ediyor.
Dünyanın en büyük ekonomi sıralaması:
Sıra Ülke Milyon ( $)
1. Amerika Birleşik Devletleri 20.580,250
4. Almanya 3.951,340
5. Birleşik Krallık 2.828,833
6. Fransa 2.780,152
8. İtalya 2.075,856
10. Güney Kore 1.720,489
11. Kanada 1.712,479
19. Türkiye 771,274