24-25 Haziran 2025’te Hollanda’nın Lahey kentinde düzenlenen NATO Zirvesi, ittifakın tarihindeki en tartışmalı kararlarından birine sahne oldu. Üye ülkelerin gayrisafi yurtiçi hasılalarının (GSYİH) %5’ini savunma ve güvenlik harcamalarına ayırma mecburiyeti getirildi.
NATO’nun bu yeni stratejisi, halkın ekmeğinden çalarak silah tacirlerine ve küresel hegemonlara kaynak aktarmayı hedefliyor. ABD’nin başını çektiği bu girişim, dünyayı yeni savaşlara, daha fazla ölüme, şiddete ve kana mahkûm etme riski taşıyor. Lahey Zirvesi’nin sonuçları, kapitalist dünyanın savaş politikalarını, nükleer silah yarışını ve NATO’nun dünya halkları için yarattığı tehlikelerini bir kez daha göstermiş oldu.
%5 savunma harcaması
NATO’nun Lahey Zirvesi’nde kabul ettiği %5 savunma harcaması hedefi, ittifakın 2024’te 1,4 trilyon dolar olan toplam savunma bütçesini trilyonlarca dolar artıracak bir karar. İtalya Savunma Bakanı Guido Crosetto’nun “imkânsız” olarak nitelendirdiği bu oran, halkın temel ihtiyaçlarından –sağlık, eğitim, barınma ve ulaşım– kesintiler yapılarak silahlanmaya yönlendirilecek kaynaklar anlamına geliyor. İspanya, Belçika gibi ülkeler de itiraz etti.
Bu karar, kapitalist sistemin savaşlardan beslenen özünü yansıtıyor. İşçi sınıfının, emekçilerin ve yoksulların alın teriyle biriktirilen zenginlik, iktidarlar eliyle silah tacirlerinin kasalarına akıtılıyor. Lockheed Martin, Raytheon ve Boeing gibi dev silah şirketleri, NATO’nun bu yeni hedefiyle kârlarını katlarken, dünya halkları artan vergiler, sosyal hizmet kesintileri ve ekonomik eşitsizliklerle boğuşacak. Böylece, kapitalist emperyalizmin savaş makinesi, halkların refahını hiçe sayarak, kâr hırsını öncelik haline getirmiş olacak.
ABD’nin zorbalığı
Lahey Zirvesi, ABD’nin küresel hegemonyasını dayatma arzusunun bir yansıması oldu. Daha birkaç gün önce İsrail’in saldırılarıyla yetinmeyip, İran’ın üzerine B2 savaş uçaklarıyla bomba boşaltan Trump’ın NATO’dan daha fazla savunma harcaması talebi, ittifakı kendi çıkarlarına hizmet eden bir araç haline getirme çabasını açıkça ortaya koydu.
Zirve, tarihinin en kısa sonuç bildirisinde, Trump’ın İran’a yönelik politikalarını övülürken, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin “Trump’ın liderliği” vurgusu, ittifakın karakterini sorgulatan bir teslimiyet göstergesiydi. Avrupa’nın dibinde Ukrayna ile Rusya’yı savaşa sokan ve tüm Avrupa’yı adeta ateşe atan ABD, Trump’ın “NATO’dan çekilme” tehditleri ve Avrupa’ya “kendi savunmanız için daha fazla ödeyin” baskısı altında tutuluyor.
Trump’ın dünyayı zorbalıkla yönetme vizyonu, yalnızca NATO ile sınırlı değil. Gazze’deki “devralma ve Filistinlilerin sınır dışı edilmesi” planları gibi söylemler, Ukrayna’daki değerli minerallere el koyma gibi girişimleri uluslararası hukuku ve insan haklarını hiçe sayan bir yaklaşımı yansıtıyor.
Nükleer tehdit ve yeni savaşlar
Lahey Zirvesi’nde nükleer silahlar doğrudan gündeme gelmese de %5 savunma harcaması hedefi, nükleer kapasitelerin modernizasyonunu da kapsıyor. NATO’nun Rusya’yı “en büyük ve doğrudan tehdit” olarak nitelendirmesi, Baltık Denizi’nde “gölge filo” operasyonları ve hibrit tehditlere karşı yeni stratejiler geliştirme kararları, “Soğuk Savaş” dönemini andıran bir gerilimi yeniden canlandırıyor. Çin’in “sisteme meydan okuma” olarak tanımlanması ve İran’ın hedefe konulması, NATO’nun küresel bir açık savaş ittifakına dönüşme eğilimini güçlendiriyor. Bu militarist politikalar, nükleer silah yarışını hızlandırarak dünyayı yeni bir felaketin eşiğine sürüklüyor.
NATO’nun çelişkileri
Zirve bildirisinde Erdoğan’ın çabasıyla “terörle mücadele” vurgusu yapılsa da NATO’nun selefi terörizme karşı tutumu çelişkilerle dolu. Türkiye’nin, “barış ve çözüm” kapsamlı görüşmeleri sürdürmekle beraber, Suriye’de HTŞ’yi destekleyip, YPG’yi PKK’nin uzantısı olarak görme ve terörize etme ısrarı ise sürüyor. Öcalan’ın çağrısıyla PKK’nin 12 Mayıs 2025’te aldığı fesih ve silahları bırakma kararına karşın Türkiye’nin PYD konusunda eski tutumunda ve söyleminde bir değişim görülmüyor.
NATO’nun ikinci büyük silahlı gücü olarak NATO’daki “terörle mücadele” talepleri sürmekte olsa da YPG’nin kınanması çabasında Ankara’nın beklentileri karşılanmadı. Fakat Kürt sorunu, NATO’nun güvenlik odaklı yaklaşımı nedeniyle siyasi ve sosyal çözümlerden uzak tutuluyor, bu da bölgesel çatışma risklerini derinleştiriyor.
Diğer yanda Türkiye, zirvede savunma sanayii ve 2026’da evsahipliği yapacağı zirve ile kazanımlar elde etmiş olmakla övünüyor. Ancak, antidemokratik uygulamalar, kayyum politikaları, basın özgürlüğü kısıtlamaları ve muhaliflere yönelik baskıların dinmediği Türkiye yönetimi uluslararası toplumda eleştiri konusu.
Barış için küresel direniş
Zira NATO’nun Lahey Zirvesi, kapitalist dünyanın savaş makinesinin yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor. Bu korkunç bir gelişme. Dünya halkları bu gelişmeye sessiz kalmamalı, bu kararlara karşı çıkarak barış, adalet ve ekmek taleplerini yükseltmelidir. İşçi sınıfı, emekçiler ve tüm ezilenler, kaynakların savaş değil, insanlık için kullanılması gerektiğini haykırmalıdır. Türkiye’de savaşa değil, asgari ücretliye, emekliye, yoksula bütçe talep edilmelidir.
NATO’nun militarist politikalarına karşı küresel bir direniş, savaşları körükleyecek olan silahlanmayı ve nükleer silah yarışını durdurabilir ve dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirebilir. Lahey Zirvesi, kapitalizmin krizlerini savaşla örtme çabasının bir yansıması olsa da dünya halklarının birleşik mücadelesi, bu karanlık tabloyu değiştirebilir.