Meslektaşlarının yoldaşları, halkının çocukları, savaşçıların sesi, çocukların oyun arkadaşıydı onlar. Onların şehadeti ardından halklar su olup aktı Tişrin’e onların kaldığı yerden tüm dünyaya ses vermeye…
Dîlan Dîlok
Dostluğun, gülüşlerin anlamına mı bakmak istersiniz, yoksa yaşamı uğruna halkının sesini duyurmaya çalışan koca yürekli insanlar mı tanımak isterdiniz? İşte tam da burada Nazım ve Cihan’a bakmalı insan. Bir gülüşe her şey sığar mı bilmem ama onlar çok şey sığdırdı hem bir gülüşe hem de gidişe…
Nazım ve Cihan birbirinden ayrı iki yoldaş olsa da yolu, karakteri, amacı gülüşü birbirine eş değer iki gazeteciydi. Gazeteci diyorum çünkü onlar bu ismi en iyisiyle yapan ama halkı için hep yetersiz gören iki koca yürekli basın emekçisiydi.
Nazım ile 15 yıllık bir tanışıklık ardından fark ettim ki o koca bedenin altında masum, temiz kalabilmiş, tüm güzelliği ile bir çocuğun saflığı saklıydı. Hayalleri, o kadar masum ve temizdi ki Nazım olmak belki de bunu gerektirirdi. Kendi hayatına dair hayalleri, masum bir çocukluk olsa da mesleki hayalleri hep halkın hikâyelerini çeşitli şekillerde dünyaya duyurmak oldu. Kısa filmler çekmek, beyaz perdede dünyaya izletmek, daha fazla sesi olmak istedi sadece haberleştirmek, yetmiyordu ona, yetmedi.
Nerde bir zorluk var, nerde bir acı var, nerde bir hayat var Nazım orda…
Kuzey’de bir eylem, bir baskı Nazım elinde kamera orada, Rojava’da savaşın en yoğun olduğu yerlerde görürsün onu elinde kamera ya da bir canlı yayında avazınca haykırıyor oradaki direnişi. Bütün bunları yaparken de halkı asla unutmaz, durup soluklanma anı gelince de ya dostlarının yanında onlarla sohbette ya da ailelerin yanında yaşam hikâyelerini dinliyor. Herkesten, her konuştuğundan bir parça alıyor ekliyor yaşanmışlıklar heybesine, herkes bir hikâye, yazılamamış bir roman, anı diyor sonra sohbetiyle sarıp sarmalıyor dostlarını sonsuzluğunda…
Cihan ile ise 7 yıllık bir yolculuk ardından anladım ki bir insan hem çocuk, hem genç, hem de 70’inde bir insan olabilirmiş aynı anda. Konu kadın olunca, hele ki bir Kürt kadını, onun yaşadıklarını, hissedebileceklerini, ne olabileceğini en iyi anlayabilendi o belki de. Yok sayılan, dili ve kimliği kabul edilmeyen bir toplumda kadın olmak daha zor derdi. Dönüp tekrar tekrar haberlerine baksan çoğu kadınların yaşamlarını, emeklerini anlatır ve her bir haberle bütünleşen koca bir yüreği vardı.
Cihan’ı görmek istersen özgürlük yüklü kadınlara, bombalanan şehirlere, sokakta top oynayan çocuklara bak, gözlerinde umut dolu insanlara bak… İşte o zaman tüm acılara rağmen umutla hayata gülümseyen bir yüz belirir karşında, Cihan tam da odur işte. Bu hayat bize bir yaşam borçlu diyor her hikâye sonunda. Bu halka özgür bir hayat…
Rojava’da tanıdım belki onu ama öyle bir yer edindi ki hayatımda, öyle dokundu ki tek pişmanlığımız oldu, o da daha da eskilerde tanışmamış olmak, en büyük şanstı belki onunla bütünleşebilmek. Gözlerinden o an hissettiklerini anlamak, hani derler ya konuşmadan birbirini anlayabilmek, işte “Heval” dediğimiz kelimenin tam anlamı bu olsa gerek…
Onlar tüm karanlıklar, kirli propagandaların en yoğun yaşandığı süreçte Rojava’dan Minbic’e, Tişrin’e gerçekliğin sesi, karanlığın aydınlığı oldular…
Minbic’te her şey bitti, işgal edildi denildiği sırada, umutlar tükenip, kara propagandalar en yoğun halini almışken, Nazım o tüm inancı ve duruşuyla çıktı kameralar karşısına ve gitti ‘Türk devleti ve çeteleri işgal etti’ denilen yerlerde videolar çekti, haberleştirdi. Hastanelerden sokaklara, Özerk Yönetim kurumlarına girdi tek tek ve halkı, canlılığı gösterdi. Halk burada, biz buradayız diyerek direnişi gözler önüne serdi.
Cihan ise Tişrin’de çıktı alanlara, Tişrin tüm Rojava ve Suriye için stratejik önemde bir alandı ve Tişrin’in gitmesi halk için de coğrafya için de en büyük tehlikenin baş göstermesi demekti. Tam da bitti gitti denildiği anda Cihan tüm ihtişamı, inancı ve gerçekliği gösterme tutkusuyla geçti kameralar karşısına ve orada yaşanan destansı direnişi serdi gözler önüne.
Kara propaganda yapanların, gerçeklikleri, yaratmış oldukları yalanlarla karanlık duvarlar ardında tutanların tüm duvarlarını yerle bir etmişti iki yoldaş, iki gazeteci ve bu onların asla istemeyeceği bir şeydi, bu da hedef alınmalarına neden olsa da bilinmeyen tek şey onların ardında milyonlarca ardılının olduğuydu.
Meslektaşlarının yoldaşları, halkının çocukları, savaşçıların sesi, çocukların oyun arkadaşıydı onlar. Onların şehadeti ardından halklar su olup aktı Tişrin’e onların kaldığı yerden tüm dünyaya ses vermeye…
Bizlere onların ardılları ve meslektaşları ve halka çok büyük görevler yükleyip gitseler de, halk ile basın çalışanları bir olunca onlara layık ve onların gerçekliğini, kaldıkları yerden sonsuzluğa taşımayı başaracağızdır. Bizler varlığı inkâr edilen bir halkın sesi oldukça, halk da bizlerin onların çocukları olduğumuz bilinci ile yaklaştığı sürece, sahiplendikçe karanlıkları aydınlatıp varlığımızı tüm dünyaya daha güçlü haykırabileceğimiz inancıyla sonsuzluk yolcularını minnet ve hasretle bir kez daha anıyor ve onlara bağlılık sözümü yineliyorum.
Apê Musa’lardan, Gurbetelli Ersöz’lere yaratılan basın ordusu bugün de Nazım ve Cihan’lardan sonsuzluğa uzanacak…
Sonsuzluğa yolculuk
Sizleri anlatmak… sonsuzluk gibi
Her anı, her saniyesi bitmemiş bir roman.
Gülüşlerinizle umut olduk biz; Güzel gülüşlerimizi kaybettik sizlerle…
Ve her kayıp, sessiz bir yıldız gibi, karanlığımda parlıyor hâlâ.
Sizleri anlatmak, tüm dünyaya çığlık çığlığa…
Bir yanım herkese fısıldamak ister; doğmamış bebekten,
Son demindeki insana değin.
Bir yanım saklamak ister sizi sonsuz soluğuma;
Gizli bir yıldız gibi kalbimde, sadece ben hissedeyim diye.
Göğüs kafesinde iki yürekli can taşımak… Ağırlığını bilir misiniz?
İki koca yürek; dost, arkadaş, kardeş…
Yitip gider mi aynı anda sonsuzluğa?
Ardında yükünü yükleyerek omuzlarına yoldaşlarının,
Güzel gülüşler bırakarak “Sıra sizde, devam kaldığımız yerden” dercesine…
Ve ben, sessizce gülümsüyorum her hatıranızda, her nefesimde sizinle…
Her an, her hatıra da, yürüdüğünüz yolda.
Yediğinizde, içtiğinizde biraz siz ve gülüş yüklüyken…
Sizi unutmak, kendine ihanettir, sonsuzluk yolculuğunda.
Ve belki de her yıldız, her rüzgâr, sizden fısıltılar taşır bizlerin kalbine…
Gülüşleriniz, cesaretiniz ve yolunuz, daima yaşayacak ardıllarınızda…








