Kürt Sorununun çözümü ve barışın konuşulmaya başlanması, bazı çevrelerin içlerinde beslediği faşizmi hortlatıverdi. Açık açık savaşın devamından yana olduklarını söyleyemeseler de şehitler üzerinden yaptıkları hamaseti toplumun üzerine adeta kusmaya başladılar. Bu hazretlerin çoğunun evlat acısını sadece boy gösterdikleri cenaze törenlerinde yüzlerine takındıkları bir maske olarak tanıdığına eminim. Bu “milliyetçi tuzu kurular”, barışı daha da ötelemek için şehitler üzerinden kendilerini parlatmaya çalışıyorlar. Çünkü onlar için düşmanlıkların sona ermesi ve demokrasi, yani Kürt sorununun çözülmesi ve barış, bir “Beka Sorunudur!” Ne etnik ne mezhepsel düşmanlığın artık pirim yapmadığı, insanların birbirlerinin değerlerine saygı zemininde kucaklaştığı bir ülke kabustur onlar için! Asıl korktukları şey kendilerini var edebildikleri tek argüman olan düşmanlıkların yok olacağı demokratik bir ortamdır.
Dervişoğlu, Özdağ, Perinçek tayfası için oksijenin bitmesi gibi bir durum bu. O nedenle ayaklarının altından çekilen bu zemine sımsıkı sarılıp düşmanlıklar üzerinden yıldız parlatma peşindeler. İktidarların yıllardır beslediği bu damarın toplumu düşmanlıklara elverişli bir toprak haline getirdiği de bir gerçek. O nedenle prim yaptıkları da kesin. Barışın önündeki asıl engel de bence budur.
Yüreğine ateş düşen anaların acısı ise Türk, Kürt fark etmiyor. Rahmetli anam böyle durumlarda “Onların çocukları ağaç kovuğundan mı çıktı?” derdi! İntikam ve düşmanlık peşinde olanlar analar değil, onlar başkalarının da bu acıyı tatmaması için beyaz tülbentleriyle ve inatla barış istiyorlar…
Ortadoğu gerçekleri ve özellikle Suriye’de Esad’ın akıbeti esas olarak da Kürt Halkının yok edemedikleri direnişi iktidarın krizini ağırlaştırarak böyle bir adım atmaya mecbur bıraktı. Yarattıkları düşmanlıklar ve hamasetle bugüne kadar getirdikleri iktidarlarının sürdürülebilirliği için bu hamleye ihtiyaç duydukları anlaşılıyor. Ancak devletin temel yanlışı ve zurnanın zırt dediği yer bir kördüğüm misali ortada duruyor. Bu da ana taleplerini de belirleyen “PKK var olduğu için ülkenin bir “Kürt Meselesi” olduğu” iddiasıdır. Israrla “Öcalan çağrı yapsın örgüt silahları bırakıp kendini lağvetsin” demeleri bundandır. Oysa Cumhuriyetin kuruluşundan beri Kürt Sorunu diye bir sorun hep var oldu ve Kürtlerin varlığının, dilinin, kültürünün yok sayıldığı inkarcılık silahlı örgütlenmeleri zorunlu olarak doğurdu. Yani 25 yıllık tutsak Apdullah Öcalan’ın kurucusu olduğu PKK, sorunun nedeni değil sonucuydu. Dolayısıyla bu gerçeğin inkarının bedeli, binlerce insanımızın hayatı ve 3 trilyon dolarlık bir bütçe, Türk ve Kürt halkına fatura edildi.
İktidarın hamlesinin, bu gerçeği açık yüreklilikle kabul edip demokratikleşerek sorunları çözecek radikal bir dönüşümden çok uzak olduğu, dolayısıyla ikiyüzlülüğü ortadadır. Yarın, İmralı Heyeti adı verilen Buldan, Önder ve Türk’ün terör örgütü üyeliğinde içeri girmeyeceğinin garantisi de yok ama söz ağızdan çıktı ve şimdilik barışı konuşmak ve istemek “teröristlik” sayılmıyor! Kürt sorununu çözüp barışı sağlayacak atılımın ancak bu talebin toplumsallaşmasıyla mümkün olduğu da ortadadır.
O nedenle demokrasiden ve kalıcı çözümden yana herkesi bekleyen görev, şimdi cesur adımlarla bu süreci, barışı toplumsallaştırma ve demokratikleşmeye evirecek fırsata dönüştürmektir. Çünkü asıl barış, Bahçeli’yle tokalaşarak değil, toplumda bu talebin yükselmesiyle, acılı anaların birbirlerini kucaklamasıyla gelecek.