Ortadoğu’da halklara kan kusturan devlet akılları, bugün yine sahnede. İsrail’in İran’a yönelik son saldırıları bölgede yeni bir gerilim hattı yaratırken, İran rejiminin buna verdiği tepkisizlik; yıllardır inşa ettiği “bölgesel güç” imajının ne kadar boş olduğunu bir kez daha gösterdi. Ama bu sadece askeri zayıflıkla açıklanamaz. Bu aynı zamanda halkların desteğini kaybetmiş, içerde çürümüş bir sistemin dışarıda yalnız kalmasının doğal sonucudur.
Dışarıda savaş naraları, içeride baskı ve infaz
İran, kendisini yıllardır “direniş cephesinin öncüsü” olarak gösteriyor. Filistin davası, Suriye’nin “egemenliği”, Lübnan’daki “direniş güçleri” gibi başlıklarda yüksek perdeden konuşuyor. Ancak aynı İran rejimi, içeride kendi halkına, özellikle de Kürt gençlerine ve devrimcilerine karşı amansız bir savaş yürütüyor.
İdam sehpaları boş kalmıyor. Siyasi tutukluların sayısı her geçen gün artıyor. Rojhilat’da (Doğu Kürdistan) her kıpırdanış, “devlete karşı tehdit” sayılıyor. Halkını infaz eden bir rejim, dış saldırıya uğradığında neden halkların desteğinden yoksun kalıyor, işte bunun yanıtı burada yatıyor.
İran neden karşılık veremiyor?
İsrail’in son dönemde İran içindeki nükleer tesisleri, radar sistemlerini ve füze rampalarını hedef aldığı saldırılara İran rejimi kayda değer bir yanıt veremedi. Çünkü halkına güvenmeyen, onun iradesini boğan bir sistem, gerçek bir savaşta halk desteği bulamaz.
Ekonomisi tükenmiş, toplumu bastırılmış, gençliği idam ve işkenceyle sindirilmiş bir ülkede, savaşın yükü taşınamaz hale gelir. İran bu gerçeğin farkında. “Ciddi bir reaksiyon gösterirse ikinci bir çeyreği çıkaramayacak” olması, sadece askeri değil, toplumsal meşruiyetin de dibe vurduğunu gösteriyor.
Direniş mi, yayılmacılık mı?
İran’ın Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de kullandığı vekil güçler, bir halk dayanışmasının ürünü değil; rejimin yayılmacı güvenlik politikasının araçlarıdır. Bu yapıların hiçbiri, halkların demokratik iradesine dayanmıyor. Ne kadar silahlanmış olurlarsa olsunlar, rejim çöktüğünde bu yapılar da çökecek.
İran devleti, direniş değil; otoriterliğin bölgesel versiyonunu temsil ediyor. Tıpkı İsrail gibi, halkların iradesinden değil, sınırların, petrolün ve kimliklerin kontrolünden besleniyor.
Ezilen halklar açısından: ne İran ne İsrail
Ortadoğu halklarının kurtuluş yolu ne İsrail’in işgalciliğinden geçer ne İran’ın baskıcı devlet aklından. Özellikle Kürt halkı açısından bu çelişki yakıcıdır: İran, dışarıda emperyalizme karşı direniş pozları verirken, içeride Kürtleri, kadınları ve devrimcileri infaz ediyor. Unutma sakın: İçerde bastırdığın halklar seni dışarda savunmaz.
Bugün İran saldırıya uğradığında, Rojhilat’da ne büyük kitleler sokağa dökülüyor ne halk rejimi savunmak için bir araya geliyor. Çünkü o halk çok iyi biliyor: Bu rejimin saldırıya uğraması, onun bir “direniş gücü” olmasından değil, bölgedeki yayılmacı politikalarının çökmesinden kaynaklanıyor.
Yeni yaşam Üçüncü Yol’dadır
Ne İran’ın mezhepçi yayılmacılığı ne İsrail’in ırkçı işgalciliği ezilen halklara bir gelecek vaat ediyor. Halkların geleceği; kadın özgürlüğüne, ekolojik yaşamı esas alan, halk meclislerine ve çok kimlikli eşit yaşam zeminine dayalı bir demokratik konfederal modelde yatıyor.
Bugün Kürt halkı, Arap halkı, Fars halkı, Azeriler, Beluçlar, Êzidîler ve diğer tüm halklar için gerçek alternatif budur: Devletlerin gölgesinde değil, halkların ortak iradesinde yeşeren bir yaşam.
Sonuç: gerçek güç, halkların direnişidir
İran rejimi kendini ne kadar “büyük güç” olarak sunarsa sunsun, halkların gözünde meşruiyetini yitirmiştir. İçerde infaz politikalarıyla ayakta kalan bir iktidar, dışarıda yalnızlığa mahkûmdur. Çünkü yeni yaşam, füzelerle değil; halkların ortak mücadelesiyle kurulacaktır.