Muktedirler, toplumsal meşruiyetlerini kaybettikçe iktidarları için tehdit gördükleri fikirleri, örgütleri, kişileri susturmaya, mümkünse yok etmeye çalışır.
Sendikalar kapitalizmin her döneminde tehdit olarak görülmüş; ya tamamen yasaklanmış ya da faaliyetleri -yasalarla- muktediri tehdit etmeyecek biçimde sınırlanmıştır. Kimi sendikalar yasaların belirlediği sınırlar içinde kalarak sistemle çatışmaya girmeden, uzlaşma içinde varlığını sürdürmüştür. Ancak bunlar “sendika” adını taşısalar da sendikaların ortaya çıkış nedeni olan işçi sınıfının mücadelesini hiçbir zaman üstlenmemiş, patronlarla ve siyasi iktidarlarla el ele kol kola olmuş, büründükleri bürokratik yapı ile sistemin kuklalarına dönüşmüşlerdir.
Kimi sendikalar ise tüm yasaklama ve baskılara rağmen patronun ve devletin emekçiler üzerindeki tahakkümüne karşı mücadelenin aracı olmuş; bu mücadelelerle önemli kazanımlar elde etmiştir. Sendikaların kazanım elde ettiği mücadelelerde en etkili olan yöntemse genellikle emekçilerin üretimden/hizmetten gelen gücünün kullanılması yani “grev”dir.
Muktedirler, bırakın grevin gerçekleşmesini “grev” sözcüğünü duyduklarında bile çılgına dönerler. Çünkü işçilerin greve gitmesinin sadece üretimin durdurulmasıyla kalmayacağını, üretimi durduran işçilerin bu sistemin aslında kendi sırtlarında yükseldiğinin bilincine varacağını bilirler. Hele söz konusu “genel grev” olursa, -gerçekleşme koşullarının olup olmamasına bakılmaksızın- muktedirin korkusu dağları sarar. Zira “genel grev” gibi bir eylemin olabilme ihtimali bile, emekçilerin, sadece oy kullanma ya da televizyonların başında ah vah etme dışında, kendi yaşamları ve çocuklarının geleceğini belirlemek konusunda rol alabilecek bir “politik özne” olduklarını fark etmelerini sağlar. Emekçilerin gerek üretim/hizmet sürecinde gerekse toplumsal yaşamın bütününde maruz kaldığı tahakküme karşı emek gücünü bir silah olarak kullanılabileceği bilincine erişme olasılığının gerçekleşmesi, burjuvazi ve siyasi iktidarın ideolojik üstünlüğünü kaybetmesine neden olur.
Birçok sendika, -kimi zaman sistemin kuklası olanlar bile- “grev”den ve hatta “genel grev”den söz edebilir. Ama muktedir bilir ki onların bu çıkışı üyelerinden gelen tepkileri geçiştirmek içindir ve bunu hiçbir zaman eyleme dönüştürmezler, dönüştürseler de muktedirin izin verdiği sınırı aşmazlar. Oysa patronun, devletin tahakkümüne karşı mücadelenin aracı olan sendikaların ağzından çıkacak bir “grev” sözcüğü, en sert biçimde derhal bastırılmaya çalışılır.
Eğitim Sen ve onun geleneği muktedirle hiçbir zaman uzlaşmamış, tüm baskılara rağmen eğitim emekçilerinin ve toplumun eğitim hakkı için mücadele etmiştir! Eğitim Sen, II. Meşrutiyet’te kurulan Encümen-i Muallimin’e -daha sonra aldığı ismiyle Cemiyet-i Muallimin’e- dayanın bir geleneğe sahiptir. Bu ilk öğretmen örgütlenmesi, tüm özgürlükleri ortadan kaldıran 1909 tarihli Tatil-i Eşgal yasasıyla kapatılır. Cumhuriyet döneminde ilk öğretmen örgütü Türkiye Muallimler Birliği’dir ve o da 1925 tarihli Taktir-i Sükûn yasasının ardından kapatılır. Tek parti döneminde kimi öğretmen örgütlenmeleri olmuşsa da bunlar sürekli hale gelen baskı ortamı içinde önemli varlık gösteremez.
1961 Anayasası’nda devlet memurlarına sendika hakkı tanınması ve 1965’te bunu düzenleyen yasanın çıkması üzerine aynı yıl Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) kurulur. Kuruluşunun ardından Devrimci Eğitim Şûrası’nı toplayan ve Büyük Eğitim Yürüyüşü, Büyük Öğretmen Boykotu gibi birçok eylemi örgütleyen TÖS’ün genel başkanı Fakir Baykurt ile diğer yöneticiler 12 Mart darbecileri tarafından yargılanır ve memurların sendikalaşma hakkının kaldırılmasıyla birlikte TÖS kapatılır. Kapatılan TÖS’ün ardından TÖB-DER kurulur ve 70’li yıllarda toplumsal mücadelelerin en etkili örgütleri arasında yer alır. Ancak 12 Eylül’de darbeciler, birçok dernek ve sendikayla birlikte TÖB-DER’i de kapatır, yöneticilerini yargılar.
Cumhuriyet’ten daha uzun bir mücadele geçmişine sahip olan ve tüm baskı dönemlerinin hedefi olmasına rağmen yılmayan, sinmeyen eğitim emekçileri, 30 yıl önce kurulan Eğitim Sen’in çatısı altında mücadelesini sürdürmektedir. Eğitim Sen’li öğretmenler, akademisyenler ve tüm eğitim emekçileri içinden geldikleri geleneğe uygun olarak sadece kendi hakları için değil, Türkiye’de barış, demokrasi ve özgürlükler için de mücadele etmektedir.
Geçtiğimiz hafta Eğitim Sen Merkez Yürütme Kurulu, sendikaya üye öğretim elemanlarının çağrısı üzerine “öğrencilerin güvenli bir kampüs ortamında eğitim öğretim haklarını kullanmalarını sağlanması amacıyla” 25 Mart’ta hizmet üretmeme kararı aldı ve içinde “grev” cümlesi bile geçmemesine rağmen bu karardan dolayı yargılandı. Bu arada İstanbul Üniversitesi işyeri temsilcisi Levent Dölek de bu karara yönelik faaliyetlerinden dolayı tutuklandı.
Bugün Eğitim Sen’e yönelik yargılamaların, tutuklamaların daha önceki baskı dönemlerinden farkı yoktur. Dün olduğu gibi bugün de muktedirlerin hukuksuzluklarına aracı olanlar unutulup gidecek ama Eğitim Sen biat etmeyecek, eğitim emekçileri mücadelesi sürecek ve bu mücadele er ya da geç amacına ulaşacaktır!