Gazeteci Ayşegül Doğan ile gazetecilik faaliyetleri nedeniyle aldığı cezayı ve nedenlerini konuştuk
Ayşegül Doğan’ı herkes İMC TV’nin güler yüzlü program moderatörü olarak tanıyor, meğersem Doğan kimseye çaktırmadan ‘Örgüt kurmuş ve yönetmiş.’ Böyle diyor savcı. Program editörü ile yaptığı konuşmalar, haber kaynakları ile telefon görüşmeleri bu kurduğu örgütün delilleri olarak dava dosyasına girmiş. 2 yıl boyunca haftalık izinler alınarak yasa dışı olarak telefonu dinlenmiş ve bu dinlemelerde suç üretilmeye çalışılmış. Ayşegül Doğan’a verilen 6 yıl 3 ay hapis cezası işte bu delillere dayanıyor.
Yasa dışı dinleme
Dava ile bu delillerin üretildiği süreci Doğan şöyle anlatıyor: “Davaya dönüşmemesi gereken bir şeyi anlatmak zor olsa da deneyeceğim. Soruşturma ve sonraki süreç tümüyle garip olduğundan anlatmak da zor… Hakkımda ‘örgüt kurmak ve yönetmek’ suçlamasıyla dava açıldı, ‘örgüt üyeliği’ suçlamasıyla 6 yıl 3 ay hapis cezası aldım. Peki, tüm bu süreç nasıl gelişti? 2018 yılında ifadeye çağrıldığımda, 2010-12 yıllarında 112 kez birer haftalık izin alınarak yani genel toplamda resmi olarak 784 gün boyunca usulsüz bir şekilde dinlenmiş olduğumu öğrendim. Şüpheli olmayan biri izin alınarak bu denli uzun bir süre dinlenebiliyorsa, kim bilir gayriresmi bir şekilde ne kadar dinlenmiştir? Dolayısıyla gerçek dinleme süresinin 784 günden, yani 2.5 yıldan çok daha uzun sürmüş olması kuvvetle muhtemel.”
Ayşegül Doğan, hakkında bu yasa dışı dinleme kararı verenler ve uygun olmayan şekilde delil toplamaya çalışan hakimler ve savcılar hakkında şu bilgileri veriyor: “Bu soruşturma kapsamında, benimle ilgili iletişim tespiti ve dinleme kararlarında imzası olan 9 yargıcın ismi açık kaynaklardan araştırıldığında 6’sının FETO/PDY bağlantısı nedeniyle HSK tarafından ihraç edildiği, bazılarının firar ettiği, bazılarının ise tutuklanmış olduğu görülüyor.”
Çözüm süreci suç mu?
Doğan, dava açılması için 8 yıl beklenmesinin nedenini çözüm sürecinin sona ermesine bağlıyor. Çözüm sürecinde gazeteci kimliği ile AKP tarafından çalıştaylara davet edilen Ayşegül Doğan’dan şimdi bir suçlu yaratmaya çalışıyorlar. Doğan o günden bu yana nelerin değiştiğini soruyor: “Hakkımdaki usulsüz dinlemeler bir suç yaratmak amacıyla yapılmış, dava konusu edilen iddialar doğruysa 2010-2012 yılındaki dinlemelerde tespit edildiği iddia edilen suçların yargılamaya dönüşmesi için neden 6-8 yıl beklendi? Bizzat iktidar partisi tarafından organize edilen Diyarbakır’daki çalıştaya İMC TV adına gazeteci kimliğimle davet edildiğim yıllardan bu yana ne değişti de o günlerde suç sayılmayan ve gazetecilik faaliyeti olarak görülen şeyler şimdi ‘örgüt üyeliği’ olarak kabul ediliyor? Bu soruların yanıtlarını bizler elbette biliyoruz. Unutturulmaya çalışılan o dönemin ta kendisi, çözüm sürecini bir suç ve suçlu yaratma sürecine dönüştürmeye çalışıyorlar.”
Doğan, savcıların suç kapsamına sokmak için çaba gösterdiği olayları şöyle sıralıyor: “Savcı editörümle yaptığım konuşmayı, Diyarbakır’da gerçekleştirilen moderatör olarak davet edilip katılamadığım bir çalıştayı, tamamen yasaya uygun olarak organize edilmiş, izinler alınmış, hakkında pek çok yayın kuruluşunda haberler çıkmış ve benim de gazeteci olarak takip ettiğim Kürt Kadın Konferansı’na katılmayı ve gıyabımda yapılan konuşmaları suç saymış. Dosyada ayrıca yaptığım ve benimle yapılmış bazı röportajlar da bulunuyor. Ortam dinlemelerinin yanı sıra bahse konu 4 telefon görüşmesi kaydı da esasen gazetecilik faaliyetlerim kapsamında.”
Kurgu tapeler
Adli Tıp Kurumu’nun ortam dinlemesinden elde edilen konuşmaların kendisine ait olmadığına dair rapor verdiğini ama gerekçeli kararda bunun dikkate alınmadığını belirtiyor. Doğan, delillerle ilgili şunları söylüyor: “Hakkımda verilen mahkûmiyet kararının dayanağı DTK’ye üye olmak ve bu çerçevede faaliyet yürütmek. Oysa DTK üyesi olmadığım iddianameye konulmuş ortam dinlemelerinin tapelerinden bile tahrif edilmiş olmasına rağmen gayet net bir biçimde anlaşılıyor. O dönem hem İMC TV program koordinatörü olarak hem de haftada birkaç kez canlı yayın yapan bir televizyoncu olarak, yüzlerce kişiyle yayınlarım dolayısıyla görüştüğüm haber kaynaklarımla yaptığım konuşmalar, davet edildiğim etkinlikler, bir haberci olarak takip ettiğim toplantılar, kongreler, çalıştaylar gibi aktiviteler bulunuyor. Telefon konuşmalarının kayıtları incelendiğinde hiçbir örgütsel içerik, şiddete teşvik vb. suç unsuru bulunmadığı halde, iddianamede ‘silahlı örgüt yöneticiliği’ gibi ağır bir suçlamanın delilleri gibi sunulmuş. Savcılık iddianamesine bana aitmiş gibi konulan ortam dinleme kayıtlarının, yargılamanın başından itibaren kurgu olduğunu söylemiştim. Talebimiz üzerine yapılan incelemede Adli Tıp Kurumu raporu ile söz konusu konuşmaların bana ait olmadığı ortaya çıktı, fakat buna rağmen gerekçeli kararda lehime verilen bu raporun kabul edilmediği görülüyor.”
Soru sormayı sürdürmek
Ayşegül Doğan’ın sorduğu sorular suç sayılmış, ama Doğan asıl suç sayılanın soru sormayı sürdürmesi olduğunu vurguluyor. Şunları söylüyor: “Kime ne sorduğumdan ziyade, suç sayılan sanırım sormaya devam etmek ve bunda ısrarcı olmak. Türkiye’de gazetecilik hep çok zordu, pek çok şey değişti yakın siyasi tarihte ama bazı şeyler hiç değişmedi; iktidarların medyaya bakışı ve yaklaşımı… Her iktidar kendine göre biçimlenmesini istediği bir medya yapılanması oluşturmaya çalıştı ve buna bağlı bir ‘gazetecilik…’ İşte buna eklemlenmeyen her gazetecinin ve gazeteciliğin bir bedeli oldu. Dünden bugüne değişmeyen en temel şey bence bu… Hele hele Türkiye’nin temel meselelerine dokunan bir gazetecilik yapıyorsanız bunun hapis, sürgün, tehdit, soruşturma gibi ve hatta daha ağır bedelleri oluyor.”
Hepsi gazetecilik
Ayşegül Doğan’ın çalıştığı kurum olan İMC TV dava boyunca hiç suçlama konusu olmamış ve İMC TV ile ilgili bir tartışmada olmamış. Ama gerekçeli kararda bunlar yer almış. Doğan gerekçeli kararın bu yaklaşımını şöyle değerlendiriyor: “Nitekim mahkeme heyeti gerekçeli kararıyla aslında söylediklerimi teyit etmiş oluyor. İki yıl süren yargılama boyunca İMC TV ile ilgili hiçbir suçlama bu davanın konusu olmamışken, yargılamada tartışılmamış hususlar gerekçeli kararda yer alıyor. Üstelik İMC TV, bir örgütsel bağlamın içine yerleştirilerek yapılıyor. İMC TV’nin KHK ile hakkında kapatılma kararının çıkartılmasının hukuki olmadığı yönünde propagandada bulunduğum, ayrıca yaptığım bir röportajda ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine propaganda’ yaptığım belirtiliyor. Mahkeme heyeti söz konusu röportajların içeriklerinin ne olduğunu incelemeden böyle bir kanaate varıyor. Nitekim ben de bunların hangi röportajlar, yayınlar ya da sosyal medya paylaşımları olduğunu bilmiyorum. Yayınlandığı sırada RTÜK tarafından uyarı cezası dahi almamış ya da basın savcılığı tarafından hiçbir soruşturmaya maruz kalmamış röportaj, haber ve sosyal medya paylaşımlarının uzun yıllar sonra bir davanın gerekçeli kararında sanki bir suç unsuru içeriyormuş gibi ve yargılama dışı İMC televizyonuyla da ilişkilendirilerek, üstelik kriminalize edilerek yerleştirilmesinin hukuksal bir yaklaşımla izah edilebilmesi imkânsız.”
Gazetecilik ve kart
Bundan sonra artık gazeteci olup olmadığına devlet karar verecek! Ayşegül Doğan’ı yargılayan heyet, gazeteci olup olmadığını ve basın kartı bulunup bulunmadığını Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanlığı’na sormuş, yanıt olumsuz olunca da basmış cezayı. Bu absürt süreci Doğan, şöyle anlatıyor: “Gazeteci olup olmadığımın, basın kartımın bulunup bulunmadığı yönündeki yazıya verilen olumsuz yanıta dayanarak gerekçeli kararında, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından tanımlanmış bir gazetecilik faaliyetimin’ bulunmadığına kanaat getirmiş. Basın kartı sahibi olmadığım gerekçesiyle yaptığım söyleşiler, katıldığım toplantı ya da konferanslar hiçbir yasal dayanağı olmadan suç sayılmış. Kaldı ki, kimin gazeteci olup olmadığına mahkemeler nasıl karar verebilir? Yasal basın kartı ne demektir? Uluslararası basın kartımı, İMC TV kurum kartımı mahkeme başkanının talebi üzerine, heyete ibraz etmiş olmama rağmen gazeteci olup olmadığımı Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanlığı’na bir müzekkereyle sormaya karar vermesi ne demektir? Gerekçeli karardaki bu tanımlamayla, mahkeme sadece benim için değil, gazeteciliği tarif etmeye kalkışarak gazetecilik mesleği için de çok tehlikeli bir çıkarımda bulunuyor.”
AİHM teyidi
Ayşegül Doğan, son AİHM kararından önce de hukukçuların DTK’ye üye olmanın, çağrıcısı veya organizatörü olduğu herhangi bir etkinliğine katılmanın suç sayılamayacağını söylediklerini belirtiyor. Doğan bu doğrultudaki sorumuza cevaben şunları belirtiyor: “Hukukçular AİHM kararından önce de DTK çalışmalarının suç olmadığını belirtiyorlardı. AİHM kararı da bunu teyit etti. Eğer DTK ‘silahlı bir terör örgütü’ ise nasıl resmi düzeyde bu denli kabul görebilmiş, İmralı görüşmelerinin bir parçası olmuş ve bizzat dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek tarafından resmen yeni anayasa çalışmalarına davet edilmiştir? Yine bizzat Cumhurbaşkanı’nın 2013 yılındaki Diyarbakır ziyaretinde DTK Eşbaşkanları resmi protokolde nasıl yer aldılar? Yine 2010 yılında DTK’nin düzenlediği ‘Demokratik Özerklik Çalıştayı’ toplantısına iktidar partisi mensupları da katılmıştı. Örnekleri çoğaltmak mümkün, bu etkinliklerin çoğunu canlı yayınlarla takip etmiş bir gazeteci olarak nasıl aynı zamanda üyelik yapmış olabilirim veya şu soruları sormaktan kendimi alıkoyabilirim? O gün ‘terör örgütü’ sayılmayan bir platform bugün nasıl ve neden bir ‘terör örgütü’ olarak kabul edilir? Bu hukuken nasıl açıklanabilir? Hukuken açıklamak imkânsız hale getirildiğinden ancak siyaseten ve yaşadığımız siyasi iklimle açıklanabilir. Dosya şu an istinafta, bundan sonra yürütülecek sürecin siyasetin değil hukukun gölgesinde olmasını dilerim.”
Ayşegül Doğan’a bariz gazetecilik faaliyetlerinden dolayı 6 yıl 3 ay ceza verilmesi demokratik çevrelerce tepki ile karşılandı. Ama bu ceza sadece Türkiye’de değil, uluslararası basın kuruluşlarınca da kınandı. Ayşegül Doğan bütün bunlarla ilgili son olarak şunları söylüyor: “Türkiye zaten ve maalesef, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde bu yıl 180 ülke arasında 154. sırada yer aldı. Ve hâlâ dünya genelinde en fazla gazetecinin tutuklu olduğu ülkelerden biri Türkiye.”