Toplumun beslenme, barınma, eğitim, sağlık, ulaşım gibi ihtiyaçlarının; üretim yapılarak karşılanması gerekiyor. Bundan başka bir çare yok. Bir üretim ilişkileri modeli geliştirilmeli ve uygulanmalı. Her şeyin temelinde bu var.
Aşınmaya uğramış ilk bağlam da bu. Üretim ilişkilerinin iyi veya kötü olmasının ötesinde, bu bağlamın öneminin azalmış olduğunu söyleyebiliriz. Hem işçi sınıfı geri çekildi, hem de sol. Oysaki bu konuya önem verebiliriz ve üretim ilişkileri üzerine kafa yorabiliriz.
Buna kafa yormaya başladığımızda, ekonomi politiğe ve onun eleştirisine doğru yaklaşıyoruz.
Ülkenin ekonomik elbisesini kesen kesiyor biçen biçiyor. Biz buna bir söz söyleyecek miyiz ve söyleyeceksek ne söyleyeceğiz işte bütün mesele bu. Ben ülkenin ekonomik gidişatıyla ilgili bir değerlendirme yapmak istiyorum doğrusu. İstiyorum ama buna nereden başlamalı ve bam teli neresi?
Sadece bir panorama çizip bırakacaksak tamam ama ben sadece bir panorama çizip bırakalım demiyorum. Ekonomik koşulları işçi sınıfının lehine değiştirecek bir yöntemle hareket etmeliyiz. Amacımız bu olmalı. O halde en önemli yön, değişim yaratabilmek üzere harekete başlamak ve değişim yaratacak şekilde davranmak olarak düşünülebilir.
Diyelim ki sosyalizmin en doğru işleyiş olduğunu savunduk ya da döviz konusundaki sıkışıklığa dair çözümler düşündüğümüz ileri sürdük. Benim dediğim bu değil. Sadece nihai hedefin kendisini söylemiş olmakla siyasal faaliyet yürütemeyiz. Bu durum, toplumun etkileşime gireceği bir somutluk ve güncellik mesafesi yaratmaz. Toplum ortaya konulan hedefle bir bağ kuramıyorsa, hedefin öznesi yok demektir. Öznesi olmayan hedefin de anlamı yoktur.
O nedende bir hedef belirleyeceksek bu somut ve güncel hedefin; somut, güncel ve yaşayan bir öznesi olmalıdır. Ben önceliğin bu olduğunu ifade etmek istiyorum. Her ekonomi politiğin, her türlü eleştirisini yapabilirsiniz ve sayısız eleştiri vardır. Gelgelelim sorun, nereden başlayacağımızı belirleme sorunu. Bir nevi zayıf halka hangisi? Bir nevi alevlenebilir halk hangisi? Neden böyle, çünkü bütün halkalara saldırmak gibi bir imkânımız ve dolayısıyla böyle bir stratejimiz olamaz.
Türkiye’de ekonomik durum çok kötü. Üretim için dışa bağımlıyız, cari açık konusu çözülemiyor, dış borç yüksek, faiz yüksek. Daha nicesi sayılabilir. Bütün bunlar doğru ama nereden başlamalı? Tıpkı “ne yapmalı?” gibi.
Ben diyorum ki insanların canının yandığı yerden başlayabiliriz ancak. En çok canının yandığı yerden. Bir an için buna yoksulluk diyorum ama bunu demek de yeterli değil. Yoksulluğun ana kaynağı neresiyse oradan. Yoksulluk çeken insanlar, ancak ve ancak emeğinin karşılığında gelir temin edebilecek insanlardır. Ne var ki o insanlar en uzun saatlerce çalışmasına rağmen yeterli gelir elde edemiyor. Çalışıyor ama kazanamıyor. Gelir temin edebilmesi o kadar geriye düşmüş durumda ki, artık karın tokluğuna çalışmak koşullarından dahi uzak. Fiziksel olarak yıpranmış, morali bozuk ve gitgide daha fazla borçlandığı için geleceksiz.
Kirayı ödeyebiliyor mu? Zor. Çocuğunu okutabiliyor mu? Zor. Dolapta yeterince sebze meyve var mı? Yok. Hasta olsa işi kolay mı? Değil. İşte bunlardan ötürü canı çok yanıyor. İşte burada çektiği acının davacısı. İşte burada işçi sınıfı vereceği mücadelenin neferi olabilir. Ona en yakın olan katman bu. Tenin mi yakın gömleğin mi diye sorsalar, elbette teni daha yakın işçi sınıfına ve teninde hissettiği acı. Kiranın, okul masrafının, mutfak harcamasının ve ilaç parasının acısını teninde hissediyor.
Neden böyle kazıyorum bu konuyu. Somut ve güncel bir konuda, somut ve güncel bir politik özneye ulaşabilmek için. Derine kazmamız gerekiyorsa derine kazacağız. İşçi sınıfının yoksulluğu, tenindeki acı çalıştığı halde kazanamıyor olmasından geliyorsa, üzerine gidilmesi gereken ana sorun budur. Demek oluyor ki, işçi sınıfın aldığı ücrettir ve buna bağlı olarak en başta gelen mücadele, ücret mücadelesidir.
Tarih, Türkiye koşullarında bir asgari ücretin yaygın ve çok düşük olması garabetini fırlatıp attı önümüze. Bunu günbegün gözlerimizin ününde görüyoruz. Konu dönüp baktığımız yerde karşımızda. Ülkede çalışanların yarısı bu ücreti alıyor ve bu ücret açlık sınırı denilen sınırın da altında. Daha bize geri durulacak yer kalmamış. Daha bizde “hangi konu?” diyebilecek hal kalmamış. Hedef belli, karşımızda duran dağlar belli.
Eğer alternatif bir politik program olacaksa, bu politik program mevcut asgari ücretin bu kadar yaygın uygulanmasını ve bu kadar düşük olmasını kabul etmeyerek başlar. İşçi sınıfının, üretmek faaliyetinden gelen gücü kullanılmadan hiçbir alternatif ekonomik programına doğru adım atılamaz.
Asıl gücünü buradan almaya yönelmemiş bir politik kavga, hızını alamaz.









