Bir birlerinden oldukça farklı bu itiraz alanlarını görmek, var olmanın alternatif yollarını ve direniş ve mücadelenin iyi örneklerini inceleyerek yeni mücadele alanlarını kurmak mümkündür.
Ercan Jan Aktaş
“O halde neşeli militanlık, lmparatorluk’un çatlaklarında filizlenen yeni yaşam biçimlerine ve bu yaşam biçimlerini sürdürülebilir kılan değer, sorumluluk ve sorulara dair güçlü bir taahhüt olarak düşünülmelidir.” (1)
Nick Montgomery, Carla Bergman
İçinden geçtiğimiz mücadele alanlarından doğru post-otoriter Türkiye bağlamında yeni bir siyasal tahayyül önermek için geçmiş pratikleri gözeterek bu metne söz ve içerikler oluşturulmuştur. Bu çalışma, Gezi ve Saraçhane mücadele pratiklerini de gözeterek yeni solun özellikle post-2000 kuşağı içinden filizlenen, yatay örgütlenmelere, mikro direnişlere ve duygusal dayanışmalara odaklanan yaklaşımlarına işaret edecektir.
İktidar karşıtı olmanın sadece yapısal değil, aynı zamanda duygulanımsal ve etik bir yönü olduğuna da dikkat çeken bu çalışma başta Nick Montgomery ve Carla Bergman olmak üzere Negri/Hardt, Judith Butler, Sara Ahmed, Donna Haraway, bell hooks, Isabell Lorey gibi düşünürlerin ürettikleri çizgiden yol alacaktır. Bütün bu isimlerin en temel noktalarından bir tanesi, daha yolun başında iken ifade edilmesi gereken şiddetsizlik ilkesidir. Butler bu konuda: “Şiddetsizlik yalnızca bir ilke değil, etik bir ilişkisellik biçimidir; başkasının kırılganlığını tanımakla başlar,” (2) ifadesi ile bunun önemine vurgu yapar.
Türkiye bağlamında, metin 2015 Haziran seçimlerinden, günümüzdeki Saraçhane eylemlerine kadar olan dönemi ele alıyor. 2015 sonrası rejim konsolidasyonu, kent mücadeleleri, ekolojik kriz ve gençlik muhalefeti gibi süreçler bu analizde arka planda yer alıyor. Kürt hareketi, vicdani ret mücadelesi, ekoloji hareketi gibi “merkez dışı” aktörlere dair otobiyografik-politik bir yerleştirme yapılacaktır.
İlk iki bölümde içinde geçtiğimiz sorunlara odaklanan çalışma devamında mücadele alanlarında yalnızca yapısal değişimi değil, ilişkisel ve etik-politik dönüşümü esas alan bir çerçeve tartışmalarını da içerecektir. Büyük idealler ile kurulan hareketlerin zamanla içe kapanması, sekterleşmesi ve dönüştürücü potansiyellerini yitirmeleri gerçeklerini Türkiye’de çok yaşadık. Siyasi yapılar içinde ötelenen duygudaşlık, özen, dinleme, kolektif öğrenme gibi süreçlerle örülen bir hareket inşası üzerinden bir perspektif sunmaya çalışacaktır.
Neşe konusunda militan bir tutum içinde olmak özü itibarı ile; durumlar ve ilişkilerle ahenk içinde olmak ve dönüşüme yön verme veya onu kontrol etme çabasını bir kenara bırakıp, dönüşümün nasıl bir parçası olabileceğini ve bu sürece nasıl bir destek sunabileceğini öğrenmekle ilgilidir. Neşeli militanlık, sözün değerli olduğu ve dilin kolektif bir emek ile harmanlığı bir iletişim ile başlar. “Neşe, normdan sapmanın verdiği özgürlük duygusudur; insanı yerinden oynatan bir duygudur,” der Sara Ahmed. (3)
Türkiye’nin bir parçası olduğu dünyaya baktığımızda dehşet dolu bir dünyada yaşadığımıza kuşku yok. Sermaye daha rahat aksın diye başta Batı’da olmak üzere sınırlar sıkılaştırılıyor; şirketler su satabilsin diye gölleri kurutana kadar emiyor; borç denetim ve mülksüzleştirme politikalarının bir aracı olarak yayılıyor; hükümetler ve şirketler bir yandan devlet garantörlüğündeki tanıma ve uzlaşma girişimlerini duyururken diğer yandan kırsalda yaşan vatanadaşların topraklarına ve bedenlerine saldırıyor; gözetim artık neredeyse her yerde; bağımlılık, depresyon ve endişe, gelecek korkusu, bedenlerin çalışmaya devam etmesini garanti altına almak için üretilen yeni ilaçlarla yaygınlaşıyor.
Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere baktığımızda devlet ve ona bağlı şirketler tarafından camdan apartmanlar dikmek için mahalleleri birbirinden ayırıyor; insanlar nefret ettikleri işlere bağımlı olmaya devam ediyor; bütün dünya toksik hale geliyor. Ortadoğu’da bir parçası olduğumuz askerlerin uzak mesafeden bir bilgisayar kullanarak kontrol ettiği dronlardan bombalar yağdırılıyor. Dünya liderleri emisyon hedefleri konusunda tartışma yürütürken iklim ve ekolojik felaketler artıyor; her gün daha fazla kişi, dünyanın diğer yarısı tarafından korkunç koşullarda üretilen besinlerden ve aygıtlardan faydalanıyor; çoğumuz için dünyanın sonunu hayal etmek kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay bir hale geldi.
Kolektif dönüşümün taşları: Güven, özen, sorumluluk
Dinlemeye, meraka ve deneyimlemeye dayanan duyarlılıkların zamanla geliştiğini görebiliriz. Nihayetinde mücadelenin özü birlikte anlamlı bir hikaye kurmaktır. Bu da yanında duranın hikayesini bilmekle mümkündür. Bu konuda Donna Haraway: “Kendi hikâyemizi anlatmak yetmez; başkalarının hikâyeleriyle birlikte düşünmenin yollarını geliştirmeliyiz,” (4) der. Bu da kişiyi içinde olduğu yapının daha etkili bir parçası haline getirir.
“Güvenliğin vaat edilmediği bir yaşamda direniş, güvenlikten değil; birlikte korunma ve dayanışmadan doğar.”(4) Bu şekilde devletlerin el koymuş olduğu gelenekler ve eylemlerle yeni bağlar kurulabilir. 2015 Haziran seçimlerini bir milat olarak kabul edersek, ortak/kolektif yaşam ve mücadele alanlarını yok eden sisteme karşı gelişen bir öfke ve mücadele arzusunun varlığını çok iyi bir şekilde görebilmekteyiz.
Kimileri -Kürtler, Aleviler, kadınlar, LGBTİ +lar – uzun zamandır bu mücadele kapasitesine katkı sunarken, kimileri de özellikle de 19 Mart Saraçhane eylemleri ile – sokağa dahil olan sistem içindeki yerleri kısmen daha sağlam görülen kesimler – sokakların bir parçası olmaya başladılar. Bir birlerinden oldukça farklı bu itiraz alanlarını görmek, var olmanın alternatif yollarını ve direniş ve mücadelenin iyi örneklerini inceleyerek yeni mücadele alanlarını kurmak mümkündür.
1 – Montgomery, Nick & Bergman, Carla. Joyful Militancy: Building Thriving Resistance in Toxic Times, AK Press, 2017.
2 – Butler, Judith. The Force of Nonviolence: An Ethico-Political Bind, Verso, 2020.
3 – Ahmed, Sara. The Cultural Politics of Emotion, Routledge, 2004.
4 – hooks, bell. All About Love: New Visions, William Morrow, 2000.