Newroz hiçbir zaman bizi hayal kırıklığına uğratmadı. 2025 Newroz’u beklenin de ötesine geçerek Kürtlerin büyük umutları konusunda muhteşem bir tarih yazdı. Bu açıdan 2025 Newroz’unu ne kadar selamlasak azdır.
Unutmamak lazım ki Newroz direniştir; ama aynı zamanda on binlerce isimsiz kahramanın büyük emeğinin ürünü; sabırla, inatla, gece-gündüz çalışmanın, örgütlenmenin, inancın ve kararlılığın sembolüdür Newroz.
Newroz’un yarattığı neşe, maalesef ki İBB başkanı İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve tutuklanmasıyla barış ve demokrasiden yana olan herkesin kursağında kaldı. Operasyonun Newroz’a denk getirilmesi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir hadise.
İBB başkanının suçlarından biri Kürtlerle ittifak kurmak. Öyle anlaşılıyor ki Kürt meselesinin çözümünde yerel çözümler reddedildiği gibi Kürtlerin batıda iktidar partisi dışında herhangi bir partiye oy vermesi, ittifak kurması da suçlulaştırılıyor. Kürt meselesinde yeni bir suç ekonomisi mi inşa ediliyor? Kürdü kabul edip Kürde yanaşanı cezalandırmayı planlayan bir ajanda mı devreye girdi? Çözüm bu mu?
İstanbul’a yapılan müdahale önceki dönemlerde olduğu gibi barış süreçlerini provoke eden müdahaleleri andırıyor. Kayyım şiddeti başta olmak üzere Kürtlere hala uygulanan şiddetin bir kısmını muhalefete tahvil etmek barış toplumuna yönelik provokatif müdahale olarak kayda geçmeli. Provokatif müdahaleler 86 milyon yurttaşın geleceğini ipotek altına alır, bir çuval inciri berbat eder.
Türkiye’de Kürt meselesinin çözümünü provoke eden aklın özneleri ve alıcıları salt bir partiyle sınırlı değil, tarihsel bir anlayışı temsil ediyor. Yeni paradigma tüm düzen partilerini yatay kesen, resmi ideolojinin zehrinden hala kurtulamamış bu provokatif sosyoloji ile baş etme stratejileri geliştireceğine kışkırtıyor.
İstanbul’a yapılan müdahalenin barış öznelerinin elini zayıflattığını ve barış iklimine zarar verdiğinden kuşku duymamak gerekiyor. Bu bağlamda yapılan müdahalenin sürece değil sürecin bizzat kendisi olduğuna yönelik okumaları da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Daha önce iktidarın savaşa hazırlanır gibi barışa hazırlandığını yazmıştık. İktidarın kafasında Pax Romana benzeri bir barış modeli olabilir. Latince’de “Roma Barışı” anlamına gelen Pax Romana, Roma’nın öteki halklar üzerindeki üstünlüğüne dayanan zoraki bir barıştı. Roma barışı başka barışlarla savaşarak, egemenliğini kurabilmişti.
Türkiye elbette Roma değil; Kürtler ve diğer muhalefet dinamikleri de köle adacıkları değil. Böyle olmasa da iktidar bloğu ülkeyi müreffeh bir seviyeye taşıyacak, iç barışı tahkim edebilecek, demokrasi ve hukuka yeniden dönüşü sağlayabilme kapasitesine sahip Kürt barışını Pax Roman’a gibi başka barışlarla savaşarak zoraki bir barışa çevirmek istiyor. Tarihsel olarak zoraki ve içseleştirilemeyen her barış maddi-manevi maliyetleri yükseltmiş ve şiddetin başka biçimlerde yükseldiği otoriter rejimlerin tahkimatıyla sonuçlanmıştır.
İktidarın bu stratejisi ülkeyi büyük bir belirsizliğe sürüklediği gibi muhalif kitleleri de Kürtlere karşı kışkırtıyor, yeni düşmanlar icat ediyor. Mevcut koşullarda herkesin barışı olabilecek bir süreç, otoriter saiklerle yeniden toplumun kutuplaşması için araçsallaştırılıyor. Bu tip bir barışla Kürtlerin ve muhalefetin “elimizde ne kalabilir” kaygısı giderek yükseliyor.
Sert müdahaleler ve belirsizliklerle birlikte düşündüğümüzde günün sonunda Erdoğan’ın, iç gerilimlerden bunalan Sezar gibi çıkıp “neyleyim böyle zaferi… kaybeden Romalıdır” demesi kaçınılmaz hale gelir.
Kürtlerin kafasındaki barış ile devletin (veya iktidarın) kafasındaki barış arasındaki mesafe Kürt meselesinin özünü oluşturuyor. İktidar bloğu olası bir barışı güncel siyasetin aparatı haline getirmek ve yeni kutuplaştırmanın aracı olarak kullanmak istiyor. Kürtler ise barışın mutlak bağlamda demokrasi ile iç içe olması ve bütünleştirici olmasından yana. Her iki tarafın barış bilincinin farklı olması kalıcı barışı fazlasıyla zorlaştıracaktır.
Barış ve normalleşme süreçleri bir bütün olarak işleyen politik ve toplumsal süreçlerdir. Bu süreçler salt bir kesimin menfaatleri doğrultusunda yürüyemez. Halkın ve diğer siyasi dinamiklerin iradesini görmeyen çözümler tarihin tekerrür etmesinden öteye gidemez.
Kürt meselesinde şiddetin bitmesi, tüm Türkiye toplumu açısından savaş toplumundan barış toplumuna geçmekle eş değerdir. Türkiye Kürt barışıyla yaralarını sarabilir. Ne olursa olsun bu barıştan asla geri adım atılmamalıdır.
Çözümsüzlük iklimini aşmak gerekiyor. Çözüm toplumu aynı zamanda barış toplumudur. Bolluk ve bereketin olacağı demokratik toplumun ön koşulu da barış toplumudur.
Kürtlerin barışa, iktidarın şiddetine maruz kalanların özgürlüğe, tüm halkın huzura ihtiyacı var. Bu bütüncül perspektiften bakan kazanır, kazandırır.