Siyaset kuramcısı, akademisyen Prof. Dr. Norman Paech, yeni dünya düzeni arayışı, Kürtler, Almanya’nın Kürt politikasına dair sorularımızı yanıtladı:
Öcalan hapisten serbest bırakılmadan bir gelecek olmayacağını düşünüyorum. Serbest bırakılmazsa her zamanki gibi aynı kriz yaşanacak. Demokratik bir topluma ulaşmanın tek yolu öncelikle Öcalan’ı bu insanlık dışı koşullardan kurtarmak
Mehmet Ali Çelebi
Anayasa, uluslararası hukuk, azınlıklar, etnik gruplar, self-determinasyon, Kürtler, Filistinliler konusunda çalışmalar yapan, kitaplara imza atan; Cizîr, Sûr, Silopî, Nisêbîn’deki yıkımı inceleyen Prof. Dr. Norman Paech, self-determinasyon hakkının, yabancı egemenliğinden, yabancı baskısından kurtulmak için temel norm olduğunu, Kürt halkının varlığını, kimliğini korumak ve güvence altına almak için de temel norm olduğunu vurguluyor. Akademisyen Norman Paech, özgür Kürtler ve özgür Filistinliler için devletin şiddetlini aşmak gerektiğine işaret ediyor. Çatışmaların olduğu dönemleri gözlemleyen ve 1996’da Bekaa-Şam hattında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı ziyaret ederek tartışmalar yürüten Prof. Dr. Norman Paech, Öcalan’ın serbest bırakılması için yürütülen kampanyalara destek verdi. Mahkemelerde Kürtleri savundu. Filistinlilere ve Kürtlere yönelik insanlık suçlarının, savaş suçlarının durdurulması için aktif olarak da mücadele eden, Kürtler gibi halkların tanınması ve self-determinasyon hakkının önemli olduğunu her fırsatta vurgulayan siyaset kuramcısı Prof. Dr. Norman Paech İstanbul ziyareti sırasında sorularımızı yanıtladı.

- Öncelikle şunu sormak istiyorum. I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı’nın baş aktörü Almanya idi. Ukrayna-Rusya Savaşı sonrası Almanya yeniden askeri ekonomiye döndü ve parlamentosu Bundestag’da zorunlu askerlik yasası çıkarıldı. Asker sayısının arttırılması kararlaştırıldı. Bu Almanya’nın yeni bir dünya savaşı aktörüne dönüşmesi anlamına gelir mi?
Evet, Almanya kendini böyle bir yere konumlandırmak istiyor. Hükümet stratejisi olarak toplumun militarizasyonu ve askeri gücün kendini buradan var ettiği bir hale geliyor ve sürekli olarak askeri ekipmanlara yatırımlara dayanan ekonomi politikası izliyorlar. Aslında bu, Almanya’da karşılaştığımız en büyük sorunlardan biri. Ve korkarım ki hükümetin mevcut stratejisi, militarizasyonu, toplumumuz ve sahip olduğumuz sosyal hedeflerle kesinlikle bağdaşmıyor. Sorularınızdan birinin doğrudan cevabı olduğunu düşünüyorum. Bizden dolayı çıkan iki Dünya Savaşı’ndan sonra bu stratejinin doğrudan karşısında durulması gerekiyor, politikamızı tamamen tersine çevirmemiz gerekiyor. Ukrayna’ya yönelik saldırının karşısında olmamız gerekiyor. Milyonlarca insanın hayatı üzerinden bu savaşın yürütülmesi ve aynı zamanda bunun bir devlet egemenliği sorunu olduğunu görmek gerekir. Sürekli mühimmatla ve silahla beslenen bir savaşta durumun sürdürebilir ve kazanılabilir olmadığını görmek gerekiyor.
Aslında Ukrayna’nın boğazında Amerika ve Rusya arasında vekalet savaşı yürütülüyor. Ama bu savaşta kim kazanırsa kazansın tek kaybeden Ukrayna olacak. Çünkü onun üzerinde sürüyor savaş. Aslında Ukrayna’ya silah ve mühimmat sağlanarak sadece bu savaşın devamı sağlanıyor. Bunun önüne geçmek de gerek. Almanya’yı da bu politikadan döndürmek gerek. Silah ve mühimmat teslimatına devam ettikleri sürece bu savaşı kaybeden ülke Ukrayna’dır. Rusya veya NATO değil. Bu yüzden politikalarını tamamen tersine çevirmeliler.
- Trump sık sık NATO’dan çıkabileceklerini söylüyor. Trump’ın hazırlattığı Ulusal Güvenlik Belgesi’nde de NATO ve Avrupa ülkeleri konusunda benzer bazı ibareler yer alıyor. Bir taraftan da ABD, Rusya, Çin rekabeti söz konusu. Bu anlamda Trump’ın, Putin’in, AB’nin ve NATO’nun politikalarını nasıl değerlendirmek gerekiyor? NATO’nun lağvedilmesinin zamanı gelmedi mi? Avrupa ülkelerinin oluşturduğu güvenlik eksenli silahlanma programı SAFE dünya için ne anlama geliyor? Ki Türkiye de katılmak istiyor. Yeni dünya düzeni nereye gidiyor?
Bu büyük bir problem. Biz, solcular, her zaman “NATO’ya hayır” dedik. NATO’nun yerine, Rusya’yı da bu yeni birliğe entegre eden, tüm Avrupa’nın güvenliği için kolektif bir güvenlik sistemi kurulmalı. Ve Rusya da Avrupa’ya aittir. NATO’nun geleceği… Hiçbir zaman barış NATO’su olmamış, hep saldırganlık NATO’su olmuştur. 1999’daki Avrupa-Yugoslavya savaşına bakın. NATO, emperyalist Batı politikasının tüm saldırganlıklarının bir parçasıydı. Bu bir sorun. Diğer sorun ise ABD ile Çin arasındaki çatışma durumu. ABD’nin Tayvan’ı kullanarak Çin’den ayrılma ihtimali üzerinden durumları kışkırttığını düşünüyorum. Tayvan’daki siyasi durum Çin’den ayrılmaya doğru gidiyor. Ve bu durumu ABD de destekliyor ki Çin’e karşı savaş açabilsinler. Fakat doğrudan askeri bir saldırı değil, Ukrayna modeli gibi Tayvan üzerinden bir savaş. ABD, Rusya ile savaşmak için Ukrayna’yı kullanıyor ve korkumuz Tayvan’ı da aynı şekilde kullanacak olmaları.
Son zamanlarda güvenlik politikasında bir değişiklik yaşanıyor gibi görünüyordu ve şöyle dedi Trump: “Hayır, Çin ile çatışmamız sadece ekonomik zeminde olacak. Askeri olarak saldırmak istemiyoruz. Savaş, güvensizlik ve saldırganlık istemiyoruz. Sadece normal yoldan, ekonomik olarak güçlü bir ülke olduğumuz için Çin’in egemenliğine karşı savaşacağız ve onun yerine kendi ekonomik egemenliğimizi kuracağız.” Son günlerdeki bu çok yeni değişiklik hakkında ne düşünebileceğimizi bilmiyorum, fakat sanırım Ukrayna ve Gazze’deki savaşlar sona erdiğinde, Çin’le ekonomik ve muhtemelen askeri olarak karşı karşıya gelecekler, çünkü ABD tartışmasız dünyanın en güçlü askeri ülkesi.

- Putin’le Trump arasında nükleer restleşme de yaşanıyor. Aynı zamanda nükleer füze testleri de başladı. Sosyalist dinamikler, küresel güçlerin dışındaki ülkeler ne yapabilir buna karşı?
ABD Rusya’ya karşı savaşı genişlettiğinde, atom bombası kullanacaklarından korkuyorum, bunda şüphe yok. Bunu söylediler. “Eğer ülkemizin kalbine müdahale ederseniz, nükleer bomba kullanırız” dediler. Ama umarım Trump’ın çevresi biraz duyarlı ve ahlaklıdır ki, “hayır” derler. Çünkü ABD ve Rusya arasında nükleer savaş dünyanın sonu demektir. ABD bile nükleer temelde böyle bir rekabet istemez. Bu yüzden umarım sonuna gelmeden önce dururlar. Ancak Ukrayna’daki savaşı Rusya’ya karşı genişletip, Rusların Ukrayna’da stratejik bomba kullanmak zorunda kalmaları da mümkün. Ve sonra korkarım ki ABD, Hiroşima ve Nagazaki’de yaptıkları gibi “Bizden çok uzaktalar, umurumuzda değil, yapın” diyecek. Çünkü bence bu durumda nükleer tehlike her zamankinden daha yakın. Peki, ne yapabiliriz? Evet, bu savaşı tırmandırmamak ve silah ve mühimmat göndermemek Avrupa’daki hükümetlerimizin sorumluluğunda. Örneğin Mark Rutte gibi kişilere – biliyorsunuz kendisi NATO’nun genel sekreteri- ya da benzerlerine güvenmiyoruz.
- Kürtler, Katalanlar, Basklar, Zapatistler, Beluçlar gibi devletsiz uluslara karşı Ortadoğu ülkeleri hem ordularını kullanıyor hem de cihadist güçleri kullanıyor. Uluslararası hukuk ve güç politikaları da göz önüne alındığında Ortadoğu’daki çatışmaların ve ulusal/dilsel sorunların çözümünü nerede görüyorsunuz? Nasıl bir sistem ortaya konabilir ki Ortadoğu’daki ulusal meseleler çözülebilsin?
Ortadoğu’da bence alternatif sistem Öcalan’ın önerisi olabilir. Günümüzde ayrı bir devlet kurma isteği artık geçerliliğini yitirdi. Öcalan’ın dediği gibi bu devletlere entegre olmamız gerekiyor. Örneğin Bask ve Katalanlarda olduğu gibi, hatta Mallorca ve diğer adalar da… Bu mümkün. Bu tarz ayrılan halklar arasında bir temsil modeli ve Öcalan’ın önerisi gibi eşitlik modeli bulmalısınız. Yani Öcalan’dan ders alabilirler. İspanya, İtalya ve İskoçya’dan öğrenmeleri, almaları gereken mesajlar var. Hatta Kanada’dan, Quebec eyaleti bile ayrılmak istiyor. Bu yüzden diyorum ki, Öcalan’dan ders alın. Evet önerim bu: Entegrasyon. Bu özerklik, kendi kendini yönetme ve sahip olduğunuz tüm güçlerin bölünmesi durumudur.

- Nelson Mandela 27 yıl Robben Adası’nda hapiste tutuldu, Öcalan da 26 yıldır İmralı Adası’nda. Neden 26 yıldır bunun son bir yılı çözüm süreci olmasına rağmen bırakılmıyor? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Öcalan hapisten serbest bırakılmadan bir gelecek olmayacağını düşünüyorum. Serbest bırakılmazsa her zamanki gibi aynı kriz yaşanacak. Demokratik bir topluma, tüm insanlar için demokratik bir hayata ulaşmanın tek yolu, öncelikle Öcalan’ı bu insanlık dışı koşullardan kurtarmak ve ardından devletin geleceği hakkında yeni müzakerelere başlamaktır. Bu, Türk devletinin geleceği için bir ön koşul, hatta koşulsuz bir şarttır.
- Ortadoğu’da dört ülke Kürtlere nefes aldırmadı. Siz Nazilerin yaptıkları nedeniyle Almanya’nın Yunanistan’a tazminat ödemesi gerektiğini söylemiştiniz. Kürtlere tazminat ödenmesi için ne yapılabilir?
Bu, yapmaları gereken son adım. Önce Öcalan’ı serbest bırakmaları, sonra Anayasayı değiştirmeleri gerekiyor. Demokratik bir Anayasaya dönüştürmeleri gerekiyor. Son olarak da olası tazminatlar konusunda görüşmeleri gerekiyor. Biliyorsunuz, Almanya’da savaştan 60 yıl sonra bile Yahudi halkına ve Polonya halkına tazminat ödenmesi konusunda tartışmalar devam ediyor. Bu uzun bir süreç, ancak önce demokratik bir toplum sorununu çözmeniz gerekiyor. Sonra hükümeti tazminat konusunda sorgulayabilirsiniz.
- BM Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi neden başvurular olduğu halde Kürtlere yönelik katliamlara bakmıyor ve herhangi bir cezai işlem uygulamıyor?
Bir devlete karşı başka bir devlete dava açmak zordur. Çünkü uluslararası hukuka göre bir devlet, yabancı bir devletin mahkemesi karşısında dokunulmazlığa sahiptir. Bu nedenle yabancı bir mahkemeden tavsiye isteyemezsiniz. Yunanlılar Almanya’ya dava açmayı denediler. Bu sorun değil. Ancak ABD’de dava açmayı denediler. Çünkü orada mahkemeye gitmek biraz daha kolaydı. Bu da işe yaramadı. Çünkü uluslararası hukukta bir devlet, yabancı bir mahkemenin kararına karşı dokunulmazlığa sahiptir.
- Kürt halkı bir tür ulusal tanınma elde etseydi işler daha kolay olur muydu?
Evet, evet. Örneğin, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin mallarına varlıklarına el konuldu. Mahkemeye gidebilirler, ama bu kişisel bir durum. Kolektif olarak ele alındığında bir önemi yok. Ayrıca şunu ekleyebilirim: Küba’dan geliyorum ve hükümetle Küba’ya karşı uygulanan abluka ve yaptırımlarla nasıl başa çıkılacağı konusunda görüşmeler yaptım. Onları uluslararası mahkemeye, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne değil, normal mahkemeye başvurmanın yolunu açmaya ikna etmeye çalıştım. Bu onlar için mümkün. Ancak Kürt halkı ayrı egemen bir halk olarak tanınmadığı için ve bunu sadece egemen devletler ve halklar yapabileceği için uluslararası mahkeme ister ulusal ister uluslararası düzeyde olsun, onlar için bir seçenek değil.

- Almanya federal bir yönetim, her eyaletin parlamentosu var ve kendi parlamenterlerini seçiyorlar. Ama nedense Almanya Suriye’de, Rojava’da federatif veya konfederatif bir yapı istemiyor. Bunun sebebi nedir?
Rojava şu anda büyük bir sorun. Ama biliyorsunuz, Alman hükümetinin Suriye’nin iç sorunlarına müdahale etmemesi lazım. Ancak şimdi ABD’nin peşinden gidiyorlar. Esad hükümetine karşı istediklerini aldılar. Bu yüzden terörist olarak aranan Şara şimdi yeni hükümetin başında. Yani ince bir şekilde değiştirdiler. Hâlâ da ABD’nin terörist listesinde yer alıyor. Bu doğru yol değil ama ABD’nin istediğini yapıyorlar. Planladıkları şey Suriye’yi Batı bloğuna entegre etmek. Şimdi Rojava ile ne yapacaklar? Rojava’nın ayrı kalmasından korkuyorlar. 2014’te Rojava’daydım ve “Hayır, Suriye’den asla ayrılmak istemiyoruz, ama özerklik ve kendi kendimizi yönetmek istiyoruz” dediler. Aslında şu an Türkiye’de istenen gibi. Yani Türkiye ile aynı sorun. Suriye’deki bir toplumun gelişimine müdahale etmek onların çıkarına değil. Ancak bu çok teorik bir sorun. Çünkü ABD’nin Suriye’ye müdahale edip onu kendi çıkarlarına göre şekillendirmek istiyor.

Norman Paech kimdir?
Prof. Dr. Norman Paech 12 Nisan 1938’de Almanya-Bremerhaven’de doğdu. Devletlerin şiddetine karşı Filistinlilerin ve Kürtlerin tavizsiz savunucusu. Kürtler üzerine çalışmalar yaptı ve Türkiye’nin politikalarını eleştirerek Kürtlerin self-determinasyon hakları olduğunu sıklıkla vurguladı. Norman Paech, 1948-1957 yılları arasında Hamburg’da lise eğitimini tamamladı. 1957-1959 yılları arasında Tübingen Üniversitesi, Münih Üniversitesi ve Paris Üniversitesi’nde tarih ve hukuk eğitimi aldı. Avukat oldu. 1962-1965 yılları arasında kamu hukuku alanında doktora çalışması yaptı. 1967-1968 yıllarında Berlin Alman Kalkınma Enstitüsü’nde, 1968-1972 yılları arasında Bonn’daki Federal Ekonomik Kalkınma Bakanlığı’nda çalıştı. 1972-1974 yılları arasında Hamburg’daki Alman Bilim Adamları Birliği Merkezi’nde araştırma görevlisi. 1975-1982 arasında Hamburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde siyaset bilimi dersleri verdi, profesör oldu. 1982-2003 yılları arasında Hamburg Ekonomi ve Siyaset Üniversitesi’nde kamu hukuku dersleri verdi. ‘Demokrasi ve Hukuk’ dergisinin baş editörlüğünü yaptı. Demokratik Sosyalizm Partisi’nde siyaset yaptı. Dile Linke’den 2005-2009 arasında Federal Meclisi’nde milletvekili. 2010’da Gazze Filosu’nda da yer aldı. Uluslararası Nükleer Silahlara Karşı Avukatlar Birliği Bilimsel Danışma Kurulu üyesi. Federal Almanya Cumhuriyeti Demokratik Avukatlar Birliği başkanlığı da yaptı.
* Çeviri: Elif Aslan
* Foto: Ferat Akıncı









