Profesör Tahsin Yücel anlatmıştı. Kızılderililerin inancına göre insanlar hep ana rahmini ararmış ve dönüp dolaşıp doğduğu yerlere gider, orada ölmek istermiş. Gerçi ben yetmiş sekiz yıllık hayatımın altmış beş yılını köyümün dışında geçirdim ama hiç kopmadım. Yılda en az birkaç kez geldim ve hemen hemen her sosyal etkinliğe katıldım. Bu sene biraz da abartarak dolaştım. Mayıs ortalarından beri birkaç kez geldim ve toplam kırk güne yakındır buralardayım. Daha da kalmayı düşünüyorum, tabii birkaç kez daha İstanbul’a gidip gelerek. Bir türlü de ayrılmak gelmiyor içimden. Onun için her fırsatta bir yerlere gidiyorum. Yazları moda olan köy festivalleri, düğünler, cenazeler, mezar ziyaretleri, kız istemeler, aklınıza ne gelirse. “Ki zavayé ez şoşpinim/kim damatsa ben sağdıçım” misali.
Geçtiğimiz bir hafta içinde önce Elazığ’ın Keban ilçesindeki Sinemilli türbesini ziyaret ettik ailece. Onbirinci yüzyıl sonları veya onikinci yüzyıl başlarında İran’ın Horasan bölgesinden beş arkadaşıyla kopup gelen ve Keban’ın Piran (Pirler) köyüne yerleşen Sinemilli ocağı ve aşiretinin kurucusu Mil’li Seyit Sinan.
Yüksek ve çıkılması çok zor bir tepede mezar. Eski hali bozulmuş, restore edilmiş ama çok kötü bir restorasyon. Orijinal hali kalmamış. Süslü mermerler kullanılmış. Yine de emeği geçenlere bin teşekkür, elbette iyi niyetle yaptılar.
Oradan çıkıp yine Keban’ın bir köyüne gittik. Denizli adındaki köyü ve köylülerinin büyük bölümünü tanıyordum. Çoğu İstanbul’da yaşıyor, yazın epey gelen oluyor. Pirleri, merhum dayım Hasan Sinemillioğlu, Dede idi. Oğulları Dorthmund Teknik Üniversitesi ve Güney Kürdistan Dohuk Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Hasan Sinemillioğlu’nun boynuna sarılıp ağlayan yaşlı bir adamın neden olduğu duygusal ortamı unutmak mümkün değil. Çoğu emekli olan insanlarla yaptığımız sohbetin konusu tabii ki hemen siyaset oldu. Burada da tüm bölgede olduğu gibi halk, siyasete oldukça ilgili.
Denizli köyünden Malatya iline geçerek Arapgir’in Onar köyüne gittik. Türkiye’nin en eski cemevinin bulunduğu ve bir adı da Şix Hasan olan köy, babamın babaannesi Şix Hasanlı Zeynep’in köyü. Biraz da köklerimin peşinden koşturuyor beni.
Şix Hasan Onar’ın türbesini ve cemevini ziyaretimizde bu köyde ikamet eden tarihçi yazar İsmail Kaygusuz bize rehberlik etti ve gerek cemevi, gerek Şix Hasan ve kardeşi büyük ninemiz Zeynep’in soyundan geldiği Şeyh Ahmet hakkında ilginç bilgiler verdi. İsmail bey, köyün de sekiz bin yılı bulan çok eski bir yerleşim yeri olduğunu söyledi ve türbe içinde çok eski tarihlerden kalma tahil vb küplerinin bulunduğu bölümleri gezdirdi.
Cemevinin ardıç ağaçlarıyla kaplı girişi, dört bölümden oluşuyor ve her bölüm Alevilikteki bir kapıyı temsil ediyor. Şeriat bölümünden girip tarikat, marifet ve hakikat bölümlerini geçerek cem ayininin yürütüldüğü Meydan bölümüne giriyorsunuz. İyice kararmış koca koca hezenler (tomruk) zamana meydan okuyorlar adeta. Penceresiz yapı, tepede kırlangıç yuvası gibi bir delikten ışık alıyor.
Dönerek tekrar Elbistan’a doğru yola koyulduk, yolda uzaktaki bir tepede bulunan Abdulvahap türbesine el salladık, selam yolladık.
Eskiden Kurban Bayramı’nın birinci günü sabah erkenden kesilen kurban etiyle hazırlanan yemek bizim evde verilir, köyün tüm erkekleri gelir, bayramlaşıp kurban lokması yer ve ev ziyaretleri yapılırdı.Gelemeyenlerin evine lokma gönderilirdi. Durumu iyi olanlar kurban keser, herkese dağıtır, kurban kesemeyenler yağlı ekmek dağıtırlardı. Bu işi genellikle genç kızlar yaparlar ve gidilen evlerden ayna, mendil, eşarp vb gibi çeyizlik hediyelerle çıkarlardı. Bu gelenek köyün toplu olduğu yetmişli yıllara kadar sürdü, sonra gevşedi ve bizdeki yemekler de babamın vefatından sonra şekil değjştirdi, bizimkiler de kurbanını dağıtmaya başladılar. Şimdilerde farklı bir uygulama ile aynı gelenek değişik bir şekilde sürdürülüyor. Bayram sabahı köyün tüm halkına cemevinde kahvaltı veriliyor. Herkes gelip bayramlaşıp sıraya giriyor ve genç kadın ve kızların hazırladığı kahvaltıyı self servisle alıp yerine geçiyor. Bayramlaşmaya katılan köydeki jandarma karakolunun komutanı dışarıda bana “ben Türkiye’nin hemen her tarafını gezdim, bu kadar güzel bir bayramlaşma töreni görmedim” dedi.
Bu vesileyle Yeni Yaşam okurlarının Kurban Bayramı’nı kutlarım. Barışa, demokrasiye, özgürlüğe hasret kaldığımız son bayram olmasını dilerim.
Aynı gün, Aleviliğin belli başlı merkezlerinden olan Kantarma köyündeki “Bayram Cemi”ne katıldık. Akşam Kantarma Cemevi’nde bir “Muhabbet Cemi” yapıldı. Ritüelleri ile eski cemleri andırıyordu elbet, ancak kitlelerin ve özellikle gençlerin yirmibirinci yüzyılın yarattığı yabancılaşmanın etkisiyle ilgisinin yetersizliği gözden kaçmıyordu. Eski cemlerin mistik havasından eser yoktu. Biçimsellik ağır basmıştı.
Daha bir süre bu topraklarda olacağım. Umarım iç karartıcı durumlarla karşılaşmayız.