Kürt sorunu ile PKK Lideri Abdullah Öcalan arasındaki ilişki yoğunca gündemde yer almaktadır. Bundan kısa bir zaman öncesine kadar Öcalan üzerinde sürdürülen yoğun tecrit uygulamalarıyla unutturma stratejisi devredeydi. Gerçi tecrit olduğu gibi devam ettiriliyor. Yaklaşık bir ay önce yeğeni Ömer Öcalan’ın aile kontenjanından ziyaretine izin verildi. Aralık’ın 28’inde de DEM Partili iki kişilik (Pervin Buldan ve Sırrı S. Önder) bir heyetin ziyaret etmesine olanak tanındı.
Yaklaşık dört yıldır Öcalan ailesinin ve avukatlarının tüm başvurularına rağmen görüşme yapmalarına izin verilmiyordu. Aslında aile ve avukat ziyaretleri mevcut Türk hukuki mevzuatına göre yasaldır. Mevzuat buna uygundur ve görüşme yaptırmak bir zorunluluktur. Ancak devlet kendisinin koyduğu yasa veya kanunlarını dahi Öcalan ve Kürtler söz konusu olduğunda uygulama gereği duymamaktadır.
Halin böyle olmasına karşın Öcalan’dan meseleleri çözmesi için başvurulmamaktan da geri kalınmıyor. Öncelikle bu tecrit durumu hakkaniyete uygun mudur? Buna bir de başta Suriye’deki yeni gelişmeler olmak üzere bölgemizde yaşananlar sonucu konjonktürdeki yeni değişimler, olası Kürtler lehine fırsatlardan duyulan korku ve kaygılar sonucu mu Öcalan’a başvurulmaktadır?
Öcalan’a tecrit ve izolasyon sonucu toplum üzerindeki etkisinin sıfırlanmasının hedeflendiği açıktır. Ancak etkisini sıfırlama bir yana geçen her gün etkisi fazlasıyla artmaktadır. Peki neden?
Bu soruya cevap verebilmek için geniş ve hacim gerektiren bir yazıma ve anlatıya ihtiyaç vardır. Ancak şunu belirtmekle yetinelim; başta Kürt halkı ve sorunu olmak üzere bölge toplum hakikatlerinin diyalektik çözümlenmesini gerektirir. Kürt vardır ve üzerinde yaşadığı bir vatanı bulunmaktadır. Yok ol denilmekle yok olmaz; zamanı geldiğinde güneş gibi parlar. Şimdi parlayan bu aydınlıktır; onu da parlatan Kürt’ün güneşi olmaktadır.
Tecrit ve izolasyona rağmen unutulmuyor, unutturulamıyor. Çünkü güneş balçıkla sıvanmaz; sıvanmaya kalkınırsa zamanı geldiğinde tel tel dökülme başlayacaktır ve o parlayacaktır. İşte şimdi onun zamanı ve zirveye doğru tırmanıyor. Bu parlayış sadece Kürt’ün değil, en başta bölgemizde ulus-devlet cenderesine alınan halkların, inkâr edilen hakikatlerin uyanan ve ivmelenen dinamiği de olmaktadır. Gücünü ve kudretini geçmişten ve güncelden alarak tarihi yürüyüşünü yapmaktadır.
Adı konulmayan veya konulamayan süreç başlamış durumdadır. Belki de isim koyma veya kavramlaştırma sıkıntıya yol açabilir. Zira süreci başlatanlar farkında olmayabilirler; ama şimdilik Suriye odaklı başlayan konjonktürel dalgalanmalar kısa süre sonra İran’a veya başka yere doğru kayabilir, orası öne çıkabilir. Yani içinden geçtiğimiz zaman bölgemizdeki tarihsel birikimler dinamiği şiddetli açığa çıkma dönemecine girmiştir. Belirsizlik çok fazlalaşmış ve açık uçlu hal kazanmıştır. Dolayısıyla şimdilik süreci isimlendirmeme Öcalan’la yapılan görüşmelerin yeni gelişmelere ayak uydurması anlamında esneklik kazandırabilir, fırsatları değerlendirmeyi olanaklı kılabilir. Denir ya her musibette bir hayır vardır. Kavramlaştırmama veya isimlendirmeme hayırlara vesile de olabilir.
İsmi konulmayan sürecin hareketlilik ve gündem belirleme kapasitesinin yüksekliğini ortaya koymakta ve önemli oluşunun altı çizilmeyi fazlasıyla hak etmektedir. Birkaç ay öncesi çoğu çevre açısından Kürt meselesi diye bir meselenin kalmadığı düşüncesi hakım kılınmıştı. Yine o çevrelerde Öcalan’dan bahsedilmezdi, unutturulmuştu.
Yaygın sanal, görsel ve yazımsal medya kanallarıyla yapılan propaganda ile başarılmıştı unutturma. Ancak 1 Ekim Meclis açılışında Devlet Bahçeli’nin DEM ile tokalaşması ve ardı sıra Öcalan’a yaptığı çağrılarla “Kürt sorunu kalmadı” diye düşünen çevreler hayrete düştüler; adeta şok yaşadılar. Anlam vermekte güçlük çektiler, çekmektedirler.
Propaganda gücüne dayanarak toplumsal hakikatlerin varlığının geçici olduğu, zaman yokmuş gibi bir illüzyon yaratılabilir. Ancak varlık inatçıdır; kendini er veya geç açığa vardırır ve illüzyonun etkisinde olanlarda şok etkisi yaratarak var oluşlarını pratikleştirir. Hatta geçmişinden daha güçlü pratik oluşuma kavuşurlar. Kürt gerçeğinde de yaşanan hakikat budur. Gelinen aşamada Ortadoğu’nun kazandığı toplumsal hakikatlerin kendilerini açığa vurma zamanı, uçlar açık ve yakın coğrafi mekânlarda değişik yerlerde ve şekillerde açığa çıkması ve nereye kayarsa kaysın orada Kürt gerçeği ile karşılaşmak kaçınılmazdır. Örneğin İran’a kaysa orada Kürt vardır gibi.
Bütün bunları şunun için belirttik; hemen her çevre meşrebi ve çıkarlarına göre tavır almakta, tutum belirlemeye çalışmakta ve söz söylemektedir. Günümüze kadar Kürtlerin sırtından beslenenler, Kürt’ün özgürleşme olasılığının artması, kaderine belirlemeye yaklaşmasının artmış olması sonucu çıkarları ve geçim alanları sınırlanıp daralanlar, aleyhte tutum alma ve söz söylemeye yönelmektedirler. Bunlara fazla takılmadan, demokrasi ve özgürlük yürüyüşüne odaklanmak; toplumların yürüdüklerini görmek ve oraya yoğunlaşmak en hayırlısıdır. Gözler özgürlük ufkuna odaklanabilmeli, kulaklar hakikat kulvarına açık tutulmalıdır ve sekmeden eskiden daha kararlı yürünebilinmelidir. Başarıya götüren budur.