PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatı olmanın Kürt halkının avukatlığını yapmak olduğunu belirten Eren Keskin, ‘Biz o süreçte 6 ay evlerimize gidemedik. Bizi öldürmek için evimizin önünde bekliyorlardı. Çok acayip günlerdi’ dedi
Ferhat Çelik / İstanbul-MA
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesi büyük protestolara neden oldu. Şovenist propaganda ile kışkırtılan gruplar Öcalan’ın avukatlarını linç etmek istedi. Baskı, şiddet ve ölüm tehditlerinin doruk noktasının yaşandığı o dönemde Öcalan’ın avukatlığını üstlenen avukatlardan birisi de dönemin İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkan Yardımcısı Eren Keskin oldu. Öcalan’ın avukatlığını üstlendiği için birçok defa ölümle tehdit edilen Keskin, Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği dönemde hukukçuların yaşadıkları zorlukları anlatı.
Öcalan’ın Türkiye’ye getirilme sürecinde uluslararası güçlerin, uluslararası sözleşmeleri ihlal eden yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu vurgulamak gerekir; Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi, Türkiye’nin yaptığı bir operasyon sonucu değildi. Uluslararası bir çalışma ve komploydu. Aslında Öcalan’ın Türkiye’ye iade edilmesinin mümkün olmaması gereken bir kişiydi. Çünkü Türkiye’ye iade edildiğinde zaten gözaltına alınacağı, işkence göreceği, hatta idam edilebileceği tehlikesi vardı. Bunun için uluslararası hukuka göre, normalde iade edilmemesi gereken bir kişiydi. Ama bir şekilde Türkiye’ye iade edildi. Bu yaşananlar iade edildi biçiminde de olmadı. ‘Burada, gelin alın’ dendi ve Türkiye gitti aldı.
Öcalan’ın avukatlığını üstlenen ilk kişilerden birisiniz. Öcalan’ın avukatlığını üstlendikten sonra neler yaşadınız? Biraz o süreci ve yaşananları anlatabilir misiniz?
O süreçte biz bir grup avukat Medet Serhat’ın liderliğinde yıllardır bir araya gelir toplantılar yapardık. Yani bir Kürt avukatlar grubu oluşmuştu. Hakları ihlal edilen, tutuklanan Kürtlerin hangi kesimden olursa olsun, çoğunluğu PKK ile ilgili olan davalara Kürt avukatlar olarak giriyorduk. Bundan dolayı Öcalan’ın Türkiye’ye ilk getirildiği andan itibaren basın tarafından aranıyorduk. “Siz Öcalan’ın avukatı mısınız? Ne zaman avukatı olduğunuzu açıklayacaksınız?” diye soruyorlardı. Tabi o günler, çok korkunç günlerdi. İnsanlar sokaklarda katlediliyor, saldırılar yaşanıyor. Öcalan getirildikten sonra avukatlar olarak ne yapılacağını herkes kendisi düşünüyor ama bir araya gelip konuşamıyorduk. Dediğim gibi çok başka bir ortam vardı.
Peki siz davayı nasıl üstlendiniz?
Öcalan’ın getirilişinin 5’inci günün akşamında Osman Baydemir beni aradı. O zaman ikimiz de İHD Genel Başkan yardımcılığı görevini yürütüyorduk. “Nerede buluşalım” diye konuştuk. Kimse ne için buluştuğumuzu anlamasın diye çok lüks bir restoran seçtik ve oraya gittik. Komik bir durumdu, çünkü gittiğimiz yer sosyetenin gittiği bir yer. Orada kimse bizi tanımaz diye buluşup bu konuyu konuşuyoruz.
Osman Baydemir’le nasıl bir konuşma geçti aranızda?
Aslında hiç açık bir şey konuşmadık. Sadece Osman “Var mısın?” diye sordu. Bende “Varım” dedim. Bu kadar. Ondan sonra ne yapacağımızı konuştuk. Arkadaşları Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı’nda (TOHAV) toplantıya çağırmayı kararlaştırdık. İlk olarak 12 avukat bir araya geldik. Bazı avukatlar önce çekincelerini sundular. “Nasıl olur, nasıl yaparız” şeklinde konuşmalar oldu. Ama daha sonra sayımız giderek çoğaldı. Ertesi günü Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne (DGM) gittik. O tarihlerde Ahmet Zeki Okçuoğlu vardı. Ahmet daha muhalif bir çizgide duran Kürt bir avukattı. O “Ben de bu savunmaya katılacağım” deyince biz Osman’la çok sevindik. Çünkü bize zaten çok saldıracaklarını biliyorduk. Onun için Ahmet’i sözcü yaptık. Ardından ben, Ahmet ve Osman Baydemir savcının odasına gittik, “Öcalan’ın avukatlarıyız ve kendisiyle görüşmek istiyoruz” dedik.
Davayı aldıktan sonra ne tür baskılarla karşılaştınız?
Biz o süreçte 6 ay evlerimize gidemedik. Bizi öldürmek için evimizin önünde bekliyorlardı. Evime boydan boya Türk bayrakları asıldı. Yani çok acayip günlerdi. Mesela sokakta yürürken saldırıyorlardı. Polisler, avukatları toplu olarak Ankara’da araçlarından indirip dövdüler. Bizim çok arkadaşımız, o polis saldırısında yaralandı. Biz evden sokağa adımımızı atarken, “bugün öldürüleceğiz” diye çıkıyorduk. Bize o duyguyu vermişlerdi. Her gün gazetelerde boy boy resimlerimizi yayınlıyorlardı. Mesela benim o dönem ismimi “Apo’nun dişi kuşu” koymuşlardı. “Apo’nun dişi kuşu şöyle yaptı, buraya gitti” denilip duruluyordu. Özellikle kadın kimliği üzerinden çok saldırı yapıyorlardı.
Davayı aldıktan sonra Öcalan’la yapılan ilk görüşmelerde neler konuşuldu? Sizler hiç görüşme fırsatı bulabildiniz mi?
Ben hiç görüşmedim. Çünkü İHD Genel Başkan yardımcısı olduğumuz için dernek, ben ve Osman’ın görüşmesini istemedi. Çünkü derneğe yönelik de saldırılar başladı. Avukatları olarak ilk Hatice Korkut ve Ahmet Zeki Okçuoğlu görüştü. Yani ilk görüşmeden Öcalan, “Sakin olun, radikal davranmayın. Daha uzlaşabilir bir şekilde konuşun. İnsanlara benim durumumu anlatın” gibi şeyler söylemişti. Biz onun üzerine ilk basın toplantımızı yaptık.
Nerede yaptınız? Ve nelerle karşılaştınız?
Sultanahmet’te Basın Konseyi’nin bir yeri vardı. Orada yaptık. Basın açıklamamızı yapmaya gittiğimizde binanın önü ülkü ocaklarıyla doldurmuşlardı. Bize yönelik tehditler, küfürler, hakaretler, ölüm çağrıları yapılıyordu. O şekilde içeri girdik. Hatta Osman Baydemir giremedi, çünkü onu linç etmeye çalıştılar. Ama Osman’ı da bir şekilde içeri aldık. O zaman MED TV vardı. O tarihlerde canlı yayın imkanı pek yoktu. Ama MED TV basın toplantısını vermek istiyordu. Vefat eden avukat arkadaşımız İmam Şahin’i, toplantı masasının altına yatırdık. Elinde cep telefonu vardı. Basın toplantısı yapılırken MED TV’ye canlı ses kaydı gönderiyordu. Biz içeride basın toplantısını yaparken faşistlerin kapı önündeki sayısı daha da arttı. Ölüm çağrıları yapıyorlardı. Çıktığımız anda bizi öldüreceklerdi. Öyle bir durumdaydık. Sonra Ahmet Zeki Okçuoğlu “Amerikan konsolosluğunu arayın. Türk devleti bizi korumuyor. Ben Amerika’ya iltica hakkımı kullanacağım” dedi. Bunu deyince polisler panik oldular. “Hayır biz sizi koruruz. Ne demek. Biz sizi çıkaracağız buradan” falan dediler. Ardından zırhlı araçlar geldi ve bizi zırhlı araçlara bindirdiler. O şekilde çıktık oradan. Yani çok acayip günlerdi.
İdam kararından sonra ne tür adımlar attınız?
İdam kararından sonra benim İHD’deki görevim devam ettiği için sadece yardım düzeyinde katıldım. Zaten bu davaya bakmak üzere Asrın Hukuk Bürosu’nu oluşturduk. Açtıktan sonra bütün süreçleri Asrın Hukuk Bürosu sürdürdü. İç hukukta bütün yollar tükendikten sonra dava AİHM’e götürüldü.
Son olarak Öcalan’ın avukatlığına dair söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Çok büyük baskı altında bu avukatlığı aldık ve çok büyük saldırılara maruz kaldık. Ama hiçbir zaman bir pişmanlık duymadım. Her zaman “yapmamız gerekeni yaptık” diye düşündüm. Ayrıca Öcalan’ın avukatı olmak Kürt halkının avukatlığını yapmak demektir. Ben en doğrusunu yaptığımızı düşünüyorum.
Jet yargılama
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıktıktan sonra 15 Şubat 1999’da uluslararası güçlerin organize ettiği bir komplo sonucu Türkiye getirildi. Hızlıca açılan dava sonucu Öcalan’ın yargılanmasına 31 Mayıs 1999’da başlandı, dava Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından 29 Haziran’da sonuçlandırıldı. Avrupa Birliği (AB) uyum yasaları çerçevesinde TCK’de yer alan idam cezasının kaldırılmasıyla Öcalan’a verilen ceza da ağırlaştırılmış müebbete çevrildi.
Öcalan için uzun yürüyüş
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplonun 23’üncü yıl dönümü nedeniyle Almanya’nın Frankfurt kentinde uzun yürüyüş başlatıldı.
Frankfurt kentinde bir araya gelen çok sayıda Kürt genci ve Enternasyonalist aktivisler, kent merkezindeki Hauptwache’de uzun yürüyüşlerinin startını verdi. Uzun yürüyüşe Kolombiya, Brezilya, Ekvator, Meksika, İspanya, Bask ülkesi, Katalonya, İsviçre, Almanya, Belçika, Avusturya, İngiltere ve ABD’den gençler katıldı. Yürüyüş, komployu kınamak için büyük bir eylemin yapılacağı Fransa’nın Strasbourg kentinde 12 Şubat’ta son bulacak.