Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılar bir haftayı geride bıraktı. Büyük acılara, yıkımlara neden olan bu saldırı sonucunda şimdiye kadar onlarca sivil hayatını kaybetti ve bilanço gittikçe ağırlaşıyor.
Üstelik bu saldırının herhangi bir meşru, hukuki ve kabul edilebilir gerekçesi de yok. Elbette saldırıyı gerçekleştirenlerin “sınır güvenliği, terörle mücadele” gibi kavramlar arkasına sakladıkları planları var, siyasetleri açısından murad ettikleri sonuçlar var. Ama herkes için savaş ve saldırı kanlı bir kumardır. Bu kumarın her zaman kazananı kasa olsa da o kumar organizatörü de bu işin lanetiyle dünya aleme rezil oluyor.
Gittikçe daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor ki, Rojava’ya yönelik saldırının planlayıcıları, yol vericileri, destekçileri uluslararası güçlerdir. Belli ki, Suriye’deki Kürt savaşıyla 9 yıllık Suriye iç savaşı bir aşamaya ve daha kaotik hale getirilmek isteniyor.
AKP hükümeti günlerdir Rojava’ya yönelik saldırıyı tek taraflı ve bütün dünyaya rağmen gerçekleştirdiği propagandası yapıyor. Oysa, Rusya ve ABD yönetimi başta olmak üzere Rojava’ya saldırmak için can atan AKP-MHP’yi saldırtan derin ve üst bir akıl var. Günlerdir birbirini çürüten açıklamalar yapan Trump’ın “Bırakalım Suriye ve Kürtler, Türkiye ile savaşsın” sözü kurulan tezgahı gözümüze sokuyor. Rojava’ya saldıranlar Trump’ın sözünün gereğini yerine getirerek, emperyalist planın uygulayıcısı olduklarını kanıtladılar. Tanık olduğumuz Trump’ın meczupluğu, deliliği, dengesizliği değil, Ortadoğu’yla Kürtler ve Türklerle adeta dalga geçen kötülük halidir, oryantalist bir sululuktur.
Putin’in Suriye Özel Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in, “Erdoğan, operasyon tamamlandıktan sonra askerlerini çekeceğine söz verdi” açıklaması Rusya’nın da saldırı anlaşmasına dahil olduğunun kanıtı. Halihazırda ortaya çıkan emarelerin tümü Türkiye, ABD ve Rusya arasında “şartlara bağlanmış” bir saldırı konsensüsü üzerinde anlaştıklarını gösteriyor. Ancak şartların kimin lehine ya da kimin aleyhine işletileceği ise sahadaki gidişat belirleyecek.
Dünya kamuoyu bu kirli oyunu gördü ve tereddütsüz Rojava halkının yanında yer aldı. Uluslararası güçlerin “operasyona karşıymış gibi” gösterdiği tutum ve kaygı düzeyini aşmayan açıklamalarının nedeni de dipten gelen bu dalgadır. Çünkü bu “mış” gibi tavır gerçeği perdelemeye ve suça ortak olanların kendisini kurtarmaya yönelik manevrasıdır. Herhangi bir dünya gücünün bu ölümleri durdurmak ve felaketin önüne geçmek için adım atmamasının nedeni budur. “Kürt anasını görmesin” diye sınırın iki yanında organize edilen saldırılar haklı ve meşru olmadığı için vicdani ve ahlaki olarak şartlar Kürt halkının lehine gelişiyor. “Sınırımızın öte yakasında Kürt kuşağına izin vermeyiz” diyenlerin gözü yarattıkları milliyetçilikle öylesine körelmiş ki, dünyada bir Kürt baharı yaşandığını, Kürt özgürlük kuşağının dünyanın bütün halklarını kucakladığını görmüyor ya da görmek istemiyor.
Trump’ın Kürtleri-Türkleri bir yandan dövüp bir yandan övmesi ne Türk devletinin ne de Kürtlerin hayrına. Beyaz Saray’ın da doğruladığı o düzeysiz, asgari nezaketten uzak Trump’ın mektubu herkesin şapkasını önüne koyarak yeniden düşünmesini gerektiriyor. Bu mektup ciddiyete çağrı mektubudur. İşi sululuğa vuran, gayri ciddi yaklaşan tutumlar Trump’ın isteğini yerine getirmekle eş değerdir. Trump gelen tepkiler üzerine bu mektupla güya saldırıya karşı çıktığı imajını çizmeye çalışıyor. Oysa, 9 Ekim’den beri Trump yaptığı sayısız açıklamayla saldırıya onay verdiğini dile getirdi. Yine 6 Ekim’de Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinden sonra varılan güvenli bölge anlaşmasına rağmen ABD askerlerinin sınırdan çekilmesiyle saldırıya onay verdi. Dolayısıyla 9 Ekim’de gönderilen onur kırıcı mektup, AKP yönetiminin saldırı onayı almak için ne tür onursuz kırıcı tutumlara rıza gösterdiğini de kanıtıdır. AKP’li cenah “biz bu mektuba operasyon başlatarak cevap verdik” sözü külliyen yalandır. 9 Ekim’de gönderilen mektup 6 Ekim’de Erdoğan ile Trump’ın vardığı saldırı mutabakatının hayata geçirilmesinin işaret fişeğidir. Bu mektupla bir kez daha anlıyoruz ki saldırının düğmesine Trump basmıştır. Tıpkı 9 Ekim 1988 yılındaki uluslararası komplonun düğmesine ABD’nin basması gibi.
Bütün bu yaşananların gerçekten farkında olan, tarihi arka planı ile vakıf olan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın bu süreçte tecride alınması da komplonun sürekliliğini ve büyüklüğünü gösteriyor. AKP sadece tecridin ve savaşın yürütücülüğünü üstlenmiş bir güçtür, saldırı aklı yerli ve milli bir akıl değil ithal bir akıldır. Öcalan’ın iki halkın onurunu yücelten, halklar arası barış köprüsü öneren, bölgeyi konfederal demokratik bir sistemle yönetmenin projelerini geliştiren mektuplarına savaşla karşılık verenlerin, Trump’ın hakaret mektuplarına mahkum olmaları kendi trajedileridir.