Kürt hareketi reel-sosyalizm kalıplarına sığdırılacak bir hareket olmaktan çoktan çıkmıştır. Bir sol fraksiyonun düşünce kalıpları ile atılan adımları anlamak mümkün değil. Böyle anlamak ve anlatmaya çalışmak hem Kürtlere hem de Kürt siyasi hareketine zarar verir
Hüseyin Kalkan
Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısıyla birlikte ülkedeki ve bölgedeki gelişmeler hızlandı. Çağrı ile ilgili tartışmalar ve çağrıyı anlamlandırma çabaları sürüyor. Öcalan’ın başlattığı süreçle ilgili kuşku yaratmaya çalışanlar, özellikle Kürt hareketini reel-sosyalizm parantezine sıkıştırmak isteyenlerin yaklaşımları çok sığ ve düzeysiz. Kürt hareketi reel-sosyalizm kalıplarına sığdırılacak bir hareket olmaktan çoktan çıkmıştır. Bir sol fraksiyonun düşünce kalıpları ile atılan adımları anlamak mümkün değil. Böyle anlamak ve anlatmaya çalışmak hem Kürtlere hem de Kürt siyasi hareketine zarar verir.
Kilit kavram reel-sosyalizm
Bence çağrı metninin en önemli bölümü çağ tahlili ve bunun üzerine oturtulan PKK gerçeğidir. Kilit kavram da ree-sosyalizmdir. Bu tahlil anlaşılmadan bu tahlile dayanılarak atılan adımları anlamak mümkün değildir. Zaten çağrı metni çağ tahliliyle başlıyor. Öcalan, geçmiş çağı şöyle tahlil ediyor; “PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkârı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur. Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmıştır. 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmıştır. Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır.”
Bu alıntıdan anlaşılacağı gibi Öcalan, reel-sosyalizmi sosyalizmin bir çeşidi olarak görmemektedir. Soğuk savaş, yaşanan iki dünya savaşı, 20. asrın bir şiddet yüzyılı olması zaten üzerinde hemfikir olan kavramlardır. Ama hala reel- sosyalizmi sosyalizm kabul eden, geçmişte bir sosyalist kamptan söz edenler var. Silah yakma töreninden sonra PKK’nin kararına dair kuşkulu şeyler yazanlar oldu. Anlaşıldı ki bu yaklaşım sahipleri süreci zerre kadar anlamamışlar. PKK ikide bir silah bırakıp almaz. Kan davası veya arazi anlaşmazlığı için dağa çıkmamıştır. Öcalan canı sıkıldığı için silah bırakılmasını istememiştir. Yukarda yaptığımız alıntı, bunun tarihi ve sosyal bir zorunluluk olarak ortaya çıktığını vurguluyor.
Rusya’nın etki alanları
2. Dünya Savaşı sonrası Rusya’nınetki alanı olarak ortaya çıkan Doğu Bloku, ‘muazzam sosyalist deney’ olarak görüldü. Oysaki ne bu blokta ne de ‘Sosyalist Anavatan’da hiçbir dönem sosyalizm uygulanmadı.
Rusya’da iktidarı ele geçiren Bolşevik Parti, daha ilk yıllarından itibaren proletarya diktatörlüğü dediği iktidar biçimini, bir parti diktatörlüğüne çevirerek bürokratik bir burjuva iktidarı kurdu. İşçi-köylü Sovyetlerinde olduğunu söylenen iktidarın, nasıl bir parti diktatörlüğüne dönüştüğünü Lenin’in son yıllarında yazdığı makalelerde izlemek mümkün. Şöyle yazıyor Lenin: “Evet, tek parti diktatörlüğü! Dayanağımız tek parti diktatörlüğüdür. Ve bu dayanaktan vazgeçemeyiz, Çünkü partimiz, bütün fabrika ve sanayi proletaryasının öncülüğünü onlarca yıl içinde fethetmiş bir partidir.” (Lenin, Seçme Eserler, c. XXVI, s 64. Aktaran, Edward Hallett Carr, Bolşevik Devrimi, s. 214)
Carr’ın, kendi yorumu ise şöyle: “Ekim Devrimi ile Lenin’in ölümü arasındaki dönemi belirleyen belli başlıca gelişme, otoritenin küçük bir merkezi parti önderliğinin elinde toplanması; partinin mevcut sosyal kurumları yıkmayı amaçlayan devrimci bir örgüt olmaktan çıkıp, hükümet ve yönetim aygıtının beyin takımı haline gelmesi; ve nihayet, diğer partileri ortadan kaldırarak, kendi yararına bir tekel durumunun yaratılmasıydı. (a,g,e S. 174)” Bolşevik Parti iktidar olduktan bir süre sonra Yeni Ekonomik Politika (NEP) diye kapitalist ekonominin kuralları uygulanmaya başlandı. Bu iktidarla Rus devletinin ve Rus ulusunun çıkarlarını önceleyen ve dünyadaki her gelişmeye böyle yaklaşan bir anlayış ortaya çıktı. “Sosyalist blok olarak görülen blok, Rusya’nın etki alanından başka bir şey değildi. Rus devleti bütün dünyadaki muhalif hareketleri kendi devlet çıkarları için dizayn etti.”
İttihatçıların çağrıldığı kurultay
Ahmet Kardam, ‘Mustafa Suphi, Karanlıktan Aydınlığa’ isimli kitabında 1. Doğu Halkları Kurultayı’na dair aktardığı gerçeklerde dış politikanın neye göre dizayn edildiğini göstermektedir. Birinci Doğu Halkları Kurultayı, 1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de toplanır ve Komitern tarafından organize edilir. Bu toplantı her şeyden önce Ermeni Soykırımı sonrası Almanya’ya kaçan İttihat ve Terakkicilere can suyu olmuştur. Kardam, şunları yazıyor: “Bakü Kurultayı’nın …en dikkat çekici yönlerinden biri de, Enver Paşa’nın Komünist Enternasyonal Başkanlık Kurulu tarafından ‘Fas, Tunus, Cezayir, Trablusgarp, Mısır, Arabistan, Hindistan’ın devrimci örgütlerinin temsilcisi’ sıfatı ile Bakü Kurultayı’na davet edilmiş olmasıydı. (s. 192). Kurultaya çağrılan İttihatçı sadece Enver Paşa değildi. Ermeni Soykırımı’nın baş mimarlarından biri olan, görevlendirildiği Kürdistan’da elleri Kürt kanına sonuna kadar batan, Teşkilat-ı Mahsusa’nın şeflerinden Bahattin Şakir de Bolşeviklerin konuklarındadır. Bahattin Şakir, konuk olmakla kalmaz, bir konuşma da yapar ve Kurultayın oluşmasına karar verdiği Şark Şurası Başkanlık Kurulu’na seçilir. Gelelim Sovyetler Birliği’nin İttihatçılara bu kadar itibar kazandırmaya çalışmasının nedenine. Bolşevik iktidarı, Almanya ile bir barış ve ticaret anlaşması yapmak istemektedir. Sovyetlerin umudu Enver Paşa’nın arabuluculuk yapabileceği ve Alman makamlarını antlaşmaya ikna edebileceği yönündedir. Bu umutla Enver Paşa’nın Almanya’dan Moskova’ya gelmesi için özel uçaklar ayarlanır. Bakü’ye Zinovyev’in özel treni ile gelmiştir. Bakü Doğu Halkları Kurultayı’nın kaderine gelince. Şark Şurası’nın bir dahaki tam üyeli toplantısının Kasım 1920’de yapıldığı anlaşılıyor. Bir daha toplanıp toplanmadığına dair bir bilgi mevcut değildir. Mart 1921’de İngiliz-Sovyet Ticaret Anlaşması’nın imzalanması ile birlikte Şark Şura’sı zaten anlamını ve önemini fiilen yitirir. (Kardam, s. 201) Zaten Bolşevikler, doğu ülkelerinde şimdilik bir devrim beklenmeyeceğine karar vermiş görünüyorlar. Enver Paşa Kurultaya dair Kazım Karabekir’e yazdığı mektupta Radek’e atfen bunu aktarır. Enver Paşa ayrıca Sovyetler Birliği’nin İngilizlerle bir barış yapmaya çok istekli olduğunu da yazar. Kardam, Ermeni Soykırımı’nın sorumlularının Bakü Kurultayı’na davet edilmesinin daha o zaman uluslararası sosyalist hareket tarafından tepki ile karşılandığını, Kurultay ile aynı yıl yapılan Almanya Bağımsız Sosyal Demokrat Parti Kongresi’nde Bakü Kurultayı, “Sosyalizmle ilgisi olmayan katıksız bir siyasi iktidar gösterisi” olarak nitelenir. Moskova, Doğu halklarını satranç tahtasında bir piyon olarak görmekle suçlandığını yazar. (a.g.e s.198) Bu kongreye Zinovyev Bolşevik Parti’yi temsilen katılmıştır. Bu eleştiriler onun yüzüne yapılır.
İttihatçılara bağlanan umutlar
Sovyetleri Birliği’nin Enver Paşa ve diğer İttihatçıları el üstünde tutmasının başka bir nedeni de Talat Paşa ve Enver Paşa’nın ve diğer kaçak İttihatçıların Almanya ile ilişkileridir. Moskova bu ilişkileri kullanarak Almanya ile anlaşmak istemektedir. Bu girişim başarılı da olur. İlk ilişki, Almanya’da cezaevinde olan Bolşevik Partisi Merkez Komitesi üyesi Karl Radek aracılığı ile kurulur. Radek, Enver Paşa’yı Moskova’ya gönderir. Bu ilişki sonucu Almanya ile gizli anlaşmalar imzalanır. Almanya, Sovyetler Birliği’nin ağır sanayi kurmasına yardım eder, Almanya ise, Versay Barış Antlaşması’nın kendisine yasakladığı silahları Rusya’da üretir ve orada dener. Radek, o sıralar Bolşevik Partisi merkez komitesi üyesiydi ve Almanya cezaevindeydi. Almanlar, Radek’in cezaevindeki odasını bir siyaset salonuna çevirmesine izin verirler. Talat Paşa, Radek’in cezaevinden tahliye edilmesi için Almanlar nezdinde girişimde bulunur ve başarılı olur. Talat Paşa, Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta olayı şöyle nakleder: “Ve yukarıda sözünü ettiğim esaslar çerçevesinde çalışmak üzere anlaştım. (Karl) Radek’in tahliyesi için Almanlar nezdinde pek çok çalışarak muvaffak oldum ve başka bir ad altında seyahat etmesini sağladım. Bundan dolayı Radek ve burada bulunan Bolşevikler bize şükran borçludurlar. (Emel Akel, Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevikler. 2002, s. 81)
Hitler ile saldırmazlık antlaşması
Birinci Dünya Savaşı’ndan kısa sayılabilecek bir süre sonra dünya kendini yeni bir savaşın eşiğinde bulur. Savaşın kaynağı yine Almanya’dır. Almanya ve müttefikleri, yeni bir paylaşım talep etmektedir ve bu talep dünyayı savaşın eşiğine getirip bırakır. Savaş fiilen başlamadan önce Hitler karşı bloku zayıflatmak için birtakım girişimlerde bulunur. Başta Rusya olmak üzere bazı ülkelerle saldırmazlık anlaşmaları imzalar. Rusya’nın yanı sıra Türkiye ile de bir saldırmazlık antlaşması imzalandığı bilinmektedir. 23 Ağustos 1939’da imzalanan Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı, Sovyetler Birliği ile Nazi Almanya’sı arasında yapılan ve tarafların birbirlerinin aleyhinde 10 yıl süreyle askerî faaliyette bulunmayacağını taahhüt eden anlaşmadır. Daha sonra Hitler, bu paktı tanımayarak, Sovyetler Birliği’ne saldırmış ve Moskova önlerine kadar gitmiştir. Bu antlaşma iki şekilde eleştirilmektedir. Birincisi, Hitler bu antlaşma ile Rusya’yı tarafsız kıldığı için savaşa girişme cesaretini büyütmüştür. Diğer cephelerde kazandığı askeri başarılar Rusya’ya da saldırma cesareti vermiştir ona. İkinci ise Rusya’nın bu saldırmazlık paktına güvenerek yeterince askeri hazırlık yapmadığını ve Sovyet halkının psikolojik olarak savaşa hazırlıksız yakalandığı şeklindedir. Bu nedenle Rusya’nın sivil kayıpları çok büyük olmuştur. En önemlisi bu paktın Doğu Avrupa’yı paylaşmayı ön gören bir protokolü kapsadığı Nazilerin yargılandığı Nürnberg mahkemeleri sırasında ortaya çıkmasıdır.
Nüfus bölgesi
Hitler Almanyası savaşta yenilince ve işgal ettiği ülkelerden çekilince, Kızıl Ordu ile bütün Doğu Avrupa’yı ve Almanya’nın bir parçasını işgal ederek kendi etki bölgesini kurmuştur. Doğu Avrupa’da olanları devrim olarak görenler Winston Churchill, Charles de Gaulle, Franklin D. Roosevelt ve Jozef Stalin arasında savaş sonrası yapılan pazarlıklara bir göz atma zahmetinde bulunsunlar. Ardından iki Almanya arasında bir duvar örüldü, özgürlük için ayaklanan Çekoslovakya sokaklarında Rus tankları boy gösterdi. Ülke işgal edildi. Tito ülkeyi bir halklar hapishanesi haline getirdi. Doğu bloku dağılınca Yugoslavya’yı oluşturan halklar birbirini boğazladılar. Ortaya çıktı ki sosyalist blok olarak adlandırılan bu blokta ne sosyalist ekonomiye dair en ufak bir kırıntı olduğu ne de sosyalist ahlaka dair en ufak bir kırıntının olmadığı görüldü.
Çin ve Küba ayrı olarak el alınması gerekli deneyimler. Ama öz itibarı ile Sovyetler Birliği’nde yaşananlar burada da yaşandı. ABD-Rusya rekabeti neredeyse bütün bir yüz yıla damgasını vurdu. Sovyet tarafı bunu sosyalizmi yayma olarak lanse etti. Birçok ülkedeki muhalif hareketler Sovyet hegemonyası altına girdi. Öcalan’ın sözünü ettiği şiddet dar boğazı bu çekişmede doğdu. Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) Çin’de iktidarı ele geçirmesiyle Rusya ve Çin arasındaki çekişmenin doğurduğu şiddet de eklendi.
Demokratik bir sosyalizm için bütün bu sürecin bütün ayrıntıları ile tartışılması gerekiyor. Öcalan’ın bunları 90’lı yıllardan itibaren gördüğü ve Türkiye ile bir antlaşma yolunu aradığı bilinmektedir. Provokasyonlar sonucu süreç bozuldu ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hayatına mal oldu. Bugün çoklu provokasyon girişimleri yaşanmaktadır. Buna rağmen Kürt tarafının olağanüstü çabasıyla süreç yürüyor. Tekrar pahasına yine belirteyim. İşlerin iyi gitmemesi durumunda Kürtlerin tekrar silaha sarılacağını düşünenler, Öcalan’ın çağrısından zere-i miskal bir şey anlamamışılar. Öcalan, bu çağrıyı canı sıkıldığı için yapmamıştır, yukarıda alıntıladığımız reel sosyalizm ile ilgi çağ analiz sonucu yapmıştır. Umutsuzluk ve kuşku yaymaya mahal yok. Bu süreç Türkiye’yi demokratikleştirecektir. Bu konuyu tartışmaya devam edeceğiz.