Öcalan’ın yeni sosyalist yaklaşımı, Kürt halkının özgürlüğü ile Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratik geleceğini aynı zeminde buluşturan bir projedir
Tayip Temel
Abdullah Öcalan Önderliği sosyalizme uzun süredir yeni bir yaklaşım geliştirmeye çalışıyor. Demokratik toplum paradigmasıyla kapitalist modernitenin toplum dışı bıraktığı halk kesimlerini yeniden siyasallaştırmakla kalmıyor; onların doğrudan demokratik yaşamın kurucusu olabileceğini ortaya koyuyor. Bu yeni toplum modeli, anti-kapitalist bir ilkeyle hareket ederek eko-ekonomik yaşamı, yani doğayla uyumlu ve sömürüsüz bir ekonomiyi esas almakta; toplumsal ilişkilerin komünalite temelinde yeniden örülmesini hedeflemektedir.
Barış, yalnızca silahların susması değildir; aynı zamanda eşitsizliklerin, sömürünün, inkârın ve tahakküm ilişkilerinin sona ermesidir. Bu yönüyle bakıldığında Kürt sorununda kalıcı ve onurlu bir barışın tesisi, klasik devletçi çözüm modellerini aşan radikal bir toplumsal dönüşümü gerektirir. İşte bu noktada Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği yeni sosyalist yaklaşım, günümüzün çözüm arayışlarına yön veren en kapsamlı ve derinlikli çerçeve olarak öne çıkmaktadır.
Öcalan’ın sosyalizm anlayışı, 20. yüzyılın reel sosyalist deneyimlerinden radikal bir kopuşla doğmuştur. Devletin merkezde olduğu ve toplumun yukarıdan aşağıya dönüştürüldüğü klasik sosyalist paradigmaların aksine, Öcalan demokratik toplum merkezli, komünal değerler temelinde örgütlenen, yerel-demokratik öz yönetimleri esas alan bir özgürlük çizgisi geliştirmiştir. Bu çizgi, “devlete karşı toplum” ikilemi üzerine kuruludur ve tam da bu yönüyle Ortadoğu’da barış ve çözümün anahtarıdır.
Bu yaklaşımın en temel kavramı, demokratik toplum sosyalizmidir. Toplumun ahlaki ve politik özünü, yani kendi kendini yönetme kapasitesini merkeze alan bu anlayış, halkların öz iradesiyle örgütlenmesini esas alır. Kadının özgürlüğü, ekolojik duyarlılık ve doğrudan demokrasinin hayati ilkeler olarak benimsenmesi, bu sosyalizmin farkını ortaya koymaktadır. Öcalan, “ulus-devlet sosyalizmi yenilgiye götürür, demokratik toplum sosyalizmi zafere” derken yalnızca ideolojik bir uyarı değil, tarihsel bir çıkış yolu da tarif etmektedir.
Bugün Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun yaşadığı siyasal krizlerin, kimlik çatışmalarının, kültürel inkârın, kadın kırımının, doğa talanının ve sınıfsal sömürünün ortak kökeni ulus-devletin tahakkümcü, tekçi yapısıdır. Bu yapının aşılması, ancak demokratik ulus temelinde inşa edilecek yeni bir toplumsal sözleşmeyle mümkündür. Bu nedenle Kürt sorununun çözümüyle Türkiye’nin demokratikleşmesi, aynı sürecin iki yönüdür. Öcalan’ın çizdiği yol haritası, bu iki süreci birbirine bağlayan yeni bir toplumsal model önerisidir.
Demokratik toplum sosyalizmi; halk meclisleri, komünler, kooperatifler ve yerel demokratik yapılarla hayat bulur. Devletin tekelinden çıkarılan siyaset, toplumun etiğiyle birleşerek yeni bir yaşamı inşa eder. Barış, bu yaşamın siyasal biçimi; çözüm ise onun kurumsal ifadesidir. Kadınların öncülüğünde gelişen özgürlük çizgisi, bu yeni yaşamın hem kurucu gücü hem de güvencesidir.
Bu model, yalnızca Kürt halkının değil, Türklerin, Arapların, Ermenilerin, Süryanilerin ve tüm halkların, inanç topluluklarının kendi kimlikleriyle özgürce var olabileceği ortak bir yaşam vaadidir. Öcalan’ın paradigması bu yönüyle enternasyonalisttir; insanlığı devletçi uygarlığın krizlerinden kurtarmayı hedefleyen yeni bir uygarlık çağrısıdır.
Bu çağrıya kulak vermek, barışa giden yolun ilk adımıdır. Silahların susması kadar, toplumun konuşması, örgütlenmesi ve karar alma süreçlerine doğrudan katılması gerekmektedir. Bugün halklar için gerçek çözüm, iktidarın merkezileşmesinde değil, yaşamın yerelleşmesinde, devletin daralmasında, toplumun özgürleşmesindedir.
Sonuç olarak Öcalan’ın yeni sosyalist yaklaşımı, Kürt halkının özgürlüğü ile Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratik geleceğini aynı zeminde buluşturan bir projedir. Demokratik toplum sosyalizmi, yalnızca bir ideoloji değil; halkların kendi elleriyle kurduğu, yaşattığı ve savunduğu bir yaşam biçimidir. Çözüm bu yaşamın siyasal ifadesi, barış ise onun toplumsal sözüdür.