Kürt Sorunun hakkaniyetli çözümünün önündeki bariyer, tek taraflı bir tarih yazımı ve bunun sonucunda ortaya çıkan empati yoksunluğudur. Menkıbeler üzerinden resmî ideolojinin yarattığı efendi-köle ikilemi üzerinden okunan Türk-Kürt ilişkisi sonucunda, geldiğimiz nokta bazı çevrelerde büyük hayal kırıklığı yaratıyor. Kürtçe bir afişe rastladıkları zaman; ‘Tanrım! bu günleri de mi görecektik’ diyecek kadar paranoyaklaşıyorlar. Yanı başlarında bulunan envai çeşit dillerdeki reklam panolarını hayatın bir gerçeği olarak kabul ederlerken, hatta kendi işyerleri için kullanırken, yanı başında birlikte yaşadığı bir halkın diline düşman olabiliyorlar. Çünkü komşusuna hiç kulak kabartmamışlar. Çünkü komşusunu kendisine eşit değil de öğretildiği gibi köle olarak görmüşler. Kürde Kürt olarak temas etmemişler, Kürdü Kürt olarak dinlememişler. Kürtlerin ortak hafızalarına, acılarına, hikayelerine yabancılar.
Geçenlerde, Sayın Abdullah Öcalan’ın 1997’de Fatih Altaylı ile yaptığı söyleşi paylaşıldı. Öcalan ile daha önce yapılan onlarca söyleşi, Türk medyasında yayınlanacak bir mecra bulamamıştı. M. Ali Birand’ın söyleşisi ise yarım yayınlanabilmiş, söyleşinin yayınlandığı gazetenin o günkü nüshası toplatılmış, Birand’a dava açılmıştı. Devlet, vatandaşlarının birinci elden Kürtlerin ne düşündüğünü duymasını istemiyordu. Onun yerine, kana susamış bir örgüt propagandası, medya eliyle her gün kendini tekrar ediyordu. Bu yüzden Öcalan’ın söyleşisi büyük ses getirdi. Söyleşiyi izleyenler, kana susamış bir örgüt lideri yerine, bir an önce silahların susarak, çözüm için girişimlerin başlamasını savunan, barış yanlısı bir Öcalan gördüler. Daha ötesi, yaptığı tahlillerin bu günlere nasıl ışık tuttuğuna şahit oldular. Narko bir örgüt yerine, uyuşturucu konusunda sıfır toleransa sahip bir parti lideriyle karşılaştılar. Öcalan’ın, dönemin Türk siyasetinin uyuşturucuyla ilişkisi, kara para, çeteleşme gibi konularda söylediklerinin bugünden bakıldığında nasıl da doğru olduğunu şaşkınlıkla izlediler. Ve en ilginci, Öcalan’ın 28 yıl önce söylediklerini, bugün aynen söylüyor olması bir kırılma yarattı söyleşiyi izleyen Türk toplumunda. Öcalan ile yapılan diğer söyleşiler, zamanında yayınlanmış olabilseydi, belki de bugün çözümün karşıtı olarak duran cephe daha zayıf olurdu. Birbirlerinin öykülerine vakıf olanlar arasında dostluk kalıcı, birbirini dinleyenler arasında arkadaşlık bağı güçlü olur.
En iyi savaş karşıtı filmlerden biri olan ve Erich Maria Remarque’nin Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok romanından Lewis Milestone’nin sinemaya aynı adla aktardığı film, savaşı körükleyen milliyetçilerin, cepheye sürdüğü gençler üzerinden nasıl kariyer yaptıklarını anlatmakla kalmaz, hamasetin coşkusu ile cepheye sürülen gençlerin, savaşta yaşadıkları acıları anlatır. Filmde Alman askeri Paul, bir hendekte Fransız bir askeri kasatura ile yaralar. O ana kadar canavar olarak gördüğü düşmanı olan yaralı Fransız askerin gözlerine bakar. Onun da kendisi gibi korktuğunu, kendisi gibi insan olduğunu fark eder. Fransız askeri yarasından dolayı ölür. Paul kendi kendine konuşur; “Seni öldürmek istemedim… Buraya tekrar atlasaydın, seni vurmazdım. Buraya atladığında benim düşmanımdın ve ben senden korkuyordum. Ama sen de benim gibi bir insansın ve ben seni öldürdüm… Sen benden iyi durumdasın, artık sana kimse bir şey yapamaz… Neden bunu bize yaptınız, ben ve sen ikimiz de yaşamak istiyorduk… Bu üniformaları ve tüfekleri bir kenara atsaydık, tıpkı Albert gibi sen de kardeşim olabilirdin…” Sonra Fransız askerin ceplerini karıştırır, bir resim bulur. Ölü askerin eşi ve kızının olduğu bir resim. Düşman gördüğünün de kendisi gibi hayalleri, umutları, eşi, sevgilisi, arkadaşları olduğunu gözyaşları içinde özümser. Birbirimizin gözlerinin içine bakmayı öğrenmeliyiz. Sadece bizim değil, düşman diye bildiklerimizin de hikayeleri olduğunu unutmamalıyız.
Savaşa devam diye haykıranların yanında, AKP sizi kandırıyorcu bir ekip de var. Kürtler IŞİD ile savaşırken, IŞİD’i Kobané’ye orda yaşayan Kürtler davet etti diyecek kadar gözü kör, kalbi pas tutmuş Levent Gültekin’den, popüler tarih okumasının ötesine geçememiş, Apo Kürtleri sattı saçmalığını piyasaya sürerek psikolojik savaş aparatına dönüşmüş, tersten Ümit Özdağ’cılığı oynayan Ayşe Hür’e kadar geniş bir yelpaze bu rolü üstlenmiş. Bir de firari Gülenciler bu piyeste yer alıyor. Kürtler savaşırken, devlet elinde silah tutanla bir şey konuşamaz, onu yok eder diyenler, Kürtler barışırken de AKP sizi kandırıyor türküsünü koro halinde söylüyorlar. Kürtlerin Ortadoğu gibi bir coğrafyada, kırk yıldır nasıl ayakta kaldığını, bugünden bakınca gelişmeleri nasıl doğru okuduğunu, ortak bir aklın, ortak bir hafızanın içinde nasıl ilmek ilmek işlendiğini elbette biliyorlar. Asıl dertleri de bu. Kürtlerin özgürlüklerine kavuşması, onların şimdiye kadar söylediği bütün argümanları çöp yapacak. Bu ülkede söyleyecek hiçbir sözleri kalmayacak, unutulup gidecekler. İyi niyetle bunların söylediklerine anlam biçmeye çalışan Kürt gençleri, bu hakikatin farkında olsunlar. Onlar adına mücadele edenler, her bedeli ödediler. Kulağınızı, bedel ödetmeye devam etmek isteyenlere değil, bedel ödeyenlere kabartın.









