Benim düşünceme göre ne CHP Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın başlattığı sürece, ne de DEM Parti CHP’nin “erken seçim” sürecine ilgisiz kalabilir.
Burada sadece bir zamanlama sorunu var.
Erken seçim, taş çatlasın en erken bir yıl sonra gerçekleşecek. “Barış ve Demokratik Toplum süreci” ise taş çatlasın on onbeş gün, haydi diyelim bir ya da iki ay içinde ya olumlu sonuçlanacak ya da boşa çıkacak.
CHP’den elbette İmralı’yı ifade ederek bir tutum almasını kimse beklemiyor. Ancak CHP’nin önünde İmralı’dan yapılan çağrı duruyor. Bu durumda bu çağrının hukuki zeminini yaratmak için CHP’nin TBMM’de inisiyatif alması ve konunun bir Komisyon kurularak tartışmaya açılmasını sağlamak için etkili bir mücadele yürütmesi şart.
DEM Parti’nin de iktidarla fiili bir müzakere sürecindeyken, muhatabına karşı erken seçim kampanyasına kitlesel katılmasını kimse isteyemez. Ancak DEM Parti’nin de önünde, toplumun yüzde 60’ının desteklediği bir “erken seçim” talebi var. Bu durumda DEM Parti “demokratikleşme ya kısa bir zaman sonra Newrozlarda alanları dolduran Kürt halkının gücüyle gerçekleşecek ya da bu gerçekleşmezse Türkiye halklarının yüzde 60’ının gücüyle gerçekleşecek” diyerek erken seçimi gündemine almalıdır.
Hangi şık acil? Zamanlama sorunu nedir?
Bunu anlamak için iki gerçek olguyu görmek yeterlidir.
Birincisi, Ekrem İmamoğlu’na açılan davanın dosyasında İmamoğlu “terör örgütüne yardımdan”, DEM Parti ise “terör örgütü” olma suçlamasıyla yer alıyor. Eğer fiili müzakere çıkmaza girer ve bir kere daha barış imkanı Erdoğan tarafından çöpe atılırsa, Türkiye hızla “muhalefetsiz ve seçimsiz” faşizm yönünde, asıl “hem sivil, hem devlet darbesiyle” yüz yüze gelecek.
İkincisi erken seçim taş çatlasa en erken bir yıl sonra, o da olursa gerçekleşecek. Ancak bu bir yıl, dünya durumuna ve Erdoğan iktidarının ABD’yle İran’a karşı gizli anlaşmalar yapmasına ve birinci şıkta ifade edilen faşizmin yeni aşamaya tırmanışına bakılırsa tasavvuru bile imkansız tehlikelere gebe.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tecrit altında olmasına rağmen her iki tehlikeyi görmüş ve Türkiye için son şans olan çağrıyı yapmıştır. Buna rağmen devlet ve iktidar bu çağrıda üstüne düşen en küçük bir adım atmamış, sinsi bir oyalamayla zaman kazanmaya kalkmıştır.
Ne yapmak için zaman kazanmak amacıyla halkı oyalıyor? ABD ve İsrail’le birlikte girmek zorunda olduğu savaş hazırlığını tamamlamak ve bu savaşa karşı çıkacak olan CHP, DEM Parti, diğer tüm demokratik muhalefeti saf dışı etmek için zaman kazanmayı hedefliyor.
“Barış ve demokratik toplum sürecinde” iktidar tüm muhalif güçlerin mücadelesiyle demokratikleşmeye zorlanamazsa, Erdoğan kazanmak istediği zamana kavuşacaktır. O zaman bırakalım demokrasiyi yıkıcı bir savaş tehlikesiyle, bırakalım erken seçimi seçimsiz bir faşizm tehlikesiyle yüz yüze kalınacaktır.
Erken seçim sloganı şu anda yalnızca bir propaganda sloganıdır. Bu propaganda daha şimdiden amacına ulaşmış, seçmen çoğunluğunun onayını almıştır. Alınan bu onay sokaklarda ve alanlarda devlet terörüne rağmen milyonların eylemiyle ortaya çıkmıştır. Propaganda sloganını kitleleri eyleme geçirecek ajitasyon sloganına dönüştürmek, Maltepe gibi “yasal mitinglerle” ve erken seçime halk çoğunluğunun verdiği onayı bir de “imza kampanyasıyla” tekraren ilan etmekle başarılamaz. Sen on miting yapsan da, Erdoğan devlet arabasına bindirdiği kitlelerle yüz miting yapar. Sen seçmen yarısının imzasını toplasan da Erdoğan Türkiye nüfusunun bile iki katı imzayı noter tasdikiyle burnuna dayar.
Şu anda tüm demokratik muhalefet, “ya demokratikleşmeyle birlikte PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesini sağlarsınız ya da biz TBMM’den çekilerek halkın direnişiyle erken seçimde iktidarınıza son veririz” dediği gün “erken seçim” sloganı kitleleri harekete geçirecek bir slogana dönüşür.
Aksi durumda iktidar ve muhalefet halk kitlelerini biri “barış ve demokratik toplum sürecini” diğeri “erken seçim sürecini” oyalayan bir oyuna çevirmiş olur.
Ve bir bakmışınız ki bugünden yarına bir yıl sona ermiş ve kendimizi savaşın ve seçimsiz faşizmin ortasında bulmuşuz.
CHP böyle bir adım atar mı? Atmayacağı beş günlük devrimci halk direnişini “sivil darbeyi püskürttük” diyerek sona erdirmesiyle ortaya çıkmıştır. Devrimci gençliği sokakta devletle karşı karşıya bırakmıştır. Bırakmıştır ama gençlik her şeye rağmen şu anda direniyor. Onu yasalcı ve parlamentarist sınırlara hapsetmek imkansızdır. Newrozlarda alanları dolduran Kürt halkı ise kırk yıldır bu sınırları aşmıştır. Bu gençliğin saflarında DEM Parti’nin sosyalist bileşenleri, tek bir merkezi girişimde birleşirse, ne yazık ki, şu anda merkezi bir örgütlenmeden mahrum olan bu devrimci gençlik ve halk gücü aynı anda hem devleti ve iktidarı acilen Abdullah Öcalan’ın başlattığı süreç temelinde demokratikleşme yönünde zorlayabilir, olmadığı durumda erken seçim sürecine devrimci bir karakter kazandırabilir ve işte o zaman “ya sokağın gücüyle erken seçim ya da…”
Cümlenin gerisini bu gazetenin okurları tereddütsüz tamamlayacaktır.