Modern hapishanelerin ilk örneklerinin 19. yüzyıldan itibaren yaygınlaştığı bilinmektedir. Aynı süreçte cezai anlayışın değiştiği ve bedensel azabın yerini ruhsal azabın almaya başladığı değerlendirmesini de rahatlıkla yapabiliriz
Bedirhan Sarsılmaz
-Gardiyan: (heyecanla) Müdürüm şuraya baksanıza! (Masada duran havucu gösterir.)
-Müdür: (Bir süre bakar anlamaz) Yani ne olmuş?
-Gardiyan: Müdürüm iyi bakın (Havucun görünüşünün zafer işaretine benzediğine dikkat çeker)
-Müdür: Havuç işte neyine bakayım?
-Gardiyan: Müdürüm bu farklı havuç.
-Müdür: (Tekrar masaya bakar ve havucun zafer işaretine benzediğini görür.) Bu yasak!
-Siyasi tutuklu: Vallahi soruşturma açacaksanız çiftçiye açın, onun suçu.
Sonuç: Havuç kırılır.
Marmara 5 No’lu L Tipi Hapishanesi‘nin C-13 koğuşunda yapılan arama esnasında infaz koruma memurları arasında gerçekleşen bu diyalog hapishane gerçekliğini anlamamız açısından örnek teşkil edebilir. Görünüşü zafer işaretine benzeyen doğal bir havuç -ki bu havuç diğer bütün malzemeler gibi hapishane idaresi tarafından mahpuslara verilmiştir- koğuş içerisinde arama yapan infaz koruma memurları tarafından örgütsel bulunarak kırılmıştır.
Bu olayı çözümlemek için olayın gerçekleştiği mekan olan hapishaneyi çözümlemek ve anlamak yeterli olacaktır.
Hapishaneler insanların toplumsallaşma mücadelesinde önemli bir yer tutmaktadır. Egemenler açısından teslim almak, iradesizleştirme ve etkisizleştirme amaçlı kurulan hapishaneler, politik tutsaklar açısından direniş mekanları olmuşlardır. Egemenlerin özellikle kendi karşıtlarını kapatmak için oluşturdukları bu mekanlarda ciddi tarihsel çıkışlar da gerçekleşmiştir.
Modern hapishanelerin ilk örneklerinin 19. yüzyıldan itibaren yaygınlaştığı bilinmektedir. Aynı süreçte cezai anlayışın değiştiği ve bedensel azabın yerini ruhsal azabın almaya başladığı değerlendirmesini de rahatlıkla yapabiliriz. Bu süreçten itibaren cezai hapsetme, hem özgürlükten yoksun bırakmayı hem de bireylerin zihinsel olarak dönüştürülmelerini amaçlamıştır. İktidarcı sistemlerin modern çağ hapishaneleri ile hedefledikleri şey, tutsakları yalnızlaştırarak onları ‘ıslah etmek’ ve ‘teslim almak’tır. “Bunun için ceza sadece bireysel değil aynı zamanda bireyselleştirici de olmalıdır”[1] Yalnızlık burada ıslah etmenin önemli bir aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Yalnızlaştırma önemlidir çünkü “o mutlak tabiiyetin ilk koşuludur.”[2] Peki iktidarcı sistemler amaçladıkları şeyi gerçekleştirebilmişler midir? Bu soruya gayet de hayır cevabını verebiliriz. Nitekim Lenin’in, sosyalist devrimin öncülüğünü yapan partinin teorik altyapısını tutukluyken oluşturduğu ve yine Fidel Castro’nun Küba devriminin temellerini tutukluyken attığı bilinmektedir. Dolayısıyla hapishaneleri birçok toplumsal hareketin doğuş mekanları olarak da tarif edebiliriz.
Türkiye toplumu için özellikle 12 Eylül 1980 darbesi sonrası gelişen süreç, hapishaneler açısından ciddi bir anlam ifade eder. Dönemin cunta rejiminin Kürtler başta olmak üzere resmi ideolojiye karşıt olduğu değerlendirilen binlerce kişiyi hapsettiği ve her türlü işkence yönteminin uygulandığı bilinmektedir. Yine 1999’dan sonra özel olarak inşa edilen İmralı Ada Hapishanesi ile adeta Sayın Abdullah Öcalan‘a özgü ayrı bir infaz rejimi oluşturulmuş ve kendisi belirsiz bir alıkonulma rejimine tabi tutulmuştur. Evet belirsiz bir alıkonulma çünkü avukat ve aile görüş yasağının kesintisiz uygulandığı, hükümlü statüsünün geçersiz olduğu ve mutlak bir tecridin uygulandığı, esasen hukukun askıya alındığı bir mekan İmralı Hapishanesi. Dolayısıyla bu hukuk dışılığı vurgulamak için yaptığım tanımlama, bilinçli bir tercihtir.
Mevcut siyasi iktidar açısından değerlendirecek olursak, iktidar son dönemlerde inşa ettiği ve Jeremy Bentham‘ın Ponopticon’una[3] benzetebileceğimiz S Tipi ve yüksek güvenlikli hapishaneler ile iktidarını -siyasi değil kurumsal anlamda- sürekli işler kılabildiği ve adeta Hostis[4] olarak tanımladığı politik tutsakları, bu ‘terbiye etme makinaları’ aracılığıyla teslim alarak görülmeyen ama sürekli olarak gözetim altında tutan bir hapishaneler sistemi yaratmaya çalışmaktadır. İmralı’yla başlayan, F tipleriyle devam eden ve S tipleri ile son hali verilen kapalı hapishane sistemi ile içeride tutulan toplum öncülerini; uyguladığı baskı ve zor yöntemleriyle oluşturduğu açık hava hapishane sistemiyle de tüm toplumu teslim almaya çalışmaktadır. Özellikle 2016 darbe girişimi sonrası “sürekli bir istisna hali” diye tanımlayabileceğimiz bir durum yaratan siyasi iktidar, tüm toplumu hizaya çekmeye çalışmaktadır. Gelinen aşama ise hapishanede bulunan bir havucun suç unsuru sayıldığı bir ülke gerçekliği. Bentham bile insanın ruhen imhasını hedef alan projesinin, yüzyıllar sonra bu denli başarıyla uygulandığını ve bir havucun imha edileceği seviyeye ulaştığını görmüş olsaydı sanırım şaşırıp kalırdı.
Sonuç olarak mevcut siyasi iktidarın ve bir bütünen tüm egemenlerin hapishaneler ile amaçladıkları şeyi J.M. Servan’nın şu sözüyle özetleyebiliriz: “Aptal bir müstebit köleleri zincirlerle zorlayabilir fakat gerçek bir siyaset onları kendi fikirlerinin zincirleriyle çok daha güçlü bir şekilde bağlar.” Evet akıllıca görülebilir ancak biz fikirlere vurulmak istenen zincirlerin nasıl kırıldığını ve hapishane alanının nasıl güçlü toplumsal çıkışlara sahne olduğunu çok iyi biliyoruz.
Bizler için de hapishaneler iradesizleşme ve etkisizleşme yerleri değil, bilakis büyük toplumsal atılımların gerçekleştiği üretim mekanları ve politik okullardır.
[1] Hapishanenin Doğuşu / Miche Foucoult
[2] Hapishanenin Doğuşu / Miche Foucoult
[3] Jeremmy Bentham’ın 1790 yılında tasarladığı Hapishane Planı
[4] Romalı bir yurttaşın cumhuriyetin güvenliğini tehdit ettiği olağanüstü durumlarda, senato onu ‘Hostis ‘- Halk Düşmanı ilan edebiliyordu. Hostis ‘- Halk Düşmanı her türlü hukuki statüden radikal olarak yoksun bırakılır.
* 25/10/2024 tarihinde gözaltına alınıp mesleki faaliyetleri nedeniyle tutuklanan ve hala Silivri 5 No’lu Hapishanesi’nde tutulan ÖHD İstanbul Şube üyesi, avukat.