Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), tarafından düzenlenen 3’üncü ‘Ortadoğu ve Barış Konferansı’nda konuşan Eş Genel Başkan Ahmet Karagöz, ‘Bizler emek mücadelesini barış ve demokrasi mücadelesi ile harmanlayıp eş güdümlü olarak yürütüyoruz’ dedi
Konferansın açılış konuşmasını yapan KESK Eş Genel Başkanı Ahmet Karagöz, “KESK olarak emperyalist güçlerin çıkarlarına hizmet eden saldırıları kınıyoruz. İnsan hakları örgütlerini harekete geçmeye çağırıyoruz. KESK olarak bizler emek mücadelesini barış ve demokrasi mücadelesi ile harmanlayıp eş güdümlü olarak yürütüyoruz” dedi.
‘Kalıcı ve onurlu bir barış’
Ahmet Karagöz, barışın sadece silahların susması ile değil halkların ortak mücadelesiyle sağlanabileceğine işaret ederek, “Mutlak barış için sabırlı ve istikrarlı olmak zorundayız. Barışın bir anda sorunları ortadan kaldırmayacağını bilincindeyiz ama konuşabilmemizin koşulları barışla ilişkili. KESK olarak barışı inşa edene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Kürt sorunun kalıcı ve onurlu barışa evirilmesi öncelikli taleplerimiz arasında. Tüm halklara ve kurumlara açık çağrı yapıyoruz; savaşa karşı barışın ve özgürlüğün zamanıdır. Savaşı ve sömürüyü tarihe gömme zamanıdır” diye belirtti.
‘Çok kutuplu dünya’
“Küresel hegemonya mücadelesi ve batı ittifakı’nda yarılma” konulu başlıkta konuşan Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, “Trump’ın Rusya-Ukrayna konusunda Rusya’yı muhatap alması ve taraflardan Ukrayna’yı görüşme masasına katmaması, güçsüz başkan olarak görmesi ve Avrupa’yı masaya davet etmemesi ilginç. Trump, ‘Ortadoğu enerji sevkiyatı için önemli nokta burada söz sahibi olmalıyım, Pasifik’de Çin’in egemenliğine engel olmalıyım diğer yerde enerjimi harcamamalıyım’ diyor. Amerika belli alanlarda hala çok önemli. Amerikan dünyanın askeri gücüne sahip, dolar rezerv parası, teknolojide bir numaralı güç ama Amerika’nın dünyada etkisi azalıyor. Dünyada Amerika’nın ağırlığı azalırken farklı güçler ortaya çıkıyor. Çin önemli güç hâkline geldi. Hindistan en çok büyüme kaydedenlerden. Brezilya, Meksika, Endonezya belli alanlarda söz sahibi olmaya çalışıyor. Çok kutuplu dünyaya gidiş durumu var” diye konuştu.
‘Demokrasi kenara atılmış’
“Kimdi giden kimdi kalan: 1990’larda ve günümüzde barışı aramak” başlığında konuşan Doç. Dr. Elçin Aktoprak, “1990’larda soykırımlar, savaş vardı ama barış arayışı da karşımızdaydı. 90’lar, çatışmaların sona ermediği çatışmaya karşı çözüm için çaba sarf edilen dönemdi. Soğuk savaşın bitmesinin ardından liberalizmin kendi zaferini ilan etmesinin ardından inan hakları, uluslararası hukuk gibi kavramlar öne çıkartılarak liberal değerlerin altın çağı havası esiyordu. Kadınlar, LGBT+’lar, azınlıklar, neoliberal dönemde açılan ortamda kendi mücadelelerini alana taşıyabildi. Hem 90’larda hem günümüzde bastırılan emek hareketi oldu. UNESCO 95’de barış kültürünü tanımladı ve 2000’de barış kültürü yılı kabul edildi. Barış kültürü Birleşmiş Milletler kararında şöyle tanımlanıyor: ‘Savaşın temel nedenlerini öğrenerek sorunların çözülmesi, sorunların diyalogla çözülmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği ve anlayış önemlidir.’ Bu dönemde artık ne literatürde ne siyasal alanda demokrasi modellerinin tartışılmasına rastlıyoruz. Demokrasi modeli kenara atılmış vaziyette” diye konuştu.
‘Barış sözünü yerelden kurmalıyız’
Elçin Aktoprak, sözlerine söyle devam etti: “Önce güvenlik sonra barış söylemi yerine, barış sağlanırsa güvenlik olur mu diye tartışılır iken 2001 yılına gelindiğinde ABD ‘bu olmuyor önce güvenlik sonra barışa bakarız’ söylemine geri dönüldü. Terör kavramının güvenleştirme söylemi olarak yükseldiğini görüyoruz. 2008’den sonra kutuplaştırmanın arttığını görüyoruz. Devlet güçlendi, sınırlarda somut olarak duvarlar örüldü. Uluslararası hukukun, örgütlerin, AB gibi barış projesinin gerilediğini gördük. Herkes barıştan bahsediyor ama herkes atın üstüne binmiş bir şey yapıyormuş gibi davranıyor ve kimse pozitif barışı konuşmuyor. İşimiz her zamankinden daha fazla ve daha zor. Efendilerin barışı değil, dahil olduğumuz, yerelden barışın sözünü kurmamız gerektiğine inanıyorum.”
‘Öcalan’ın koşulları kısıtlı’
“Türkiye’de barışın çatlak zemini ve güncel sınırları” başlığında aktarımlarda bulunan Doç. Dr. Yücel Demirer, “Kürtçe türkü söylenmesi bile gençlerin dayak yemesi için bir gerekçe. Bu ortam içerisinde önemli rolü olmasına rağmen Abdullah Öcalan’ın kısıtlı koşullar var. Barışı düşündüğünü söyleyebilen bir çoğunluk içinde değil, kendisine söyleneni yapan toplum içerisinde tartışıyoruz. Barış meselesine dair TV kanallarında felsefi, dinsel tartışmalar yerine ‘bize ne var, çıkarımız nedir?’ tartışmaları yürütülüyor. Barışın sesi çok çıkanların sözleri ve kimle tokalaştıkları ile anlamaya çalışıyoruz. Eşit bir masada oturdukları koşullarda değil. Neşesiz, umutsuz inşaların olduğu ortamda barışı tartışıyoruz. Ana muhalefet partisinin son gerçekleştirdiği kongreden sonra Kürt siyaseti ile ilişkisinin bozulmasına dair atılan adımlara karşı yeterli tepki veremiyor. Müzakere masasında sivil toplumun etkisi çok düşük. Müzakere sürecinde hep liderler konuşuyor. Etik bir duruş ve açık sözlü olmanın zamanı” şeklinde konuştu.
‘Barış diyen cezalandırıldı’
“Kürt sorununda barışın olanakları ve zorlukları” başlığında Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz konuştu. Hakan Tahmaz, iktidarın yıllardır “barış” diyen herkesi cezalandırdığına vurgu yaparak, “Cumhuriyetinin yanlış temellerde kurulmuş olmasının yarattığı bir sorun üzerine konuşuyoruz. Bunları konuşmadan Kürt sorununda ilerlemek mümkün değil. Dünyada kriz var, insan hakları rejiminde de kriz var. Otoriter yönetimde Kürt sorununda nasıl ileriye gideceğimiz konusunda yol arayışı işçindeyiz. Kaçırdığımız her fırsat bize ağır bedeler ödetti. Bu sorun tek başımıza mücadele edeceğimiz sorun olmakta çıktı. Ortadoğu’daki sorunlardan, 7 Ekim Filistin- İsrail meselesinin yarattığı sonuçtan bağlantısız Kürt sorununu konuşamayız” dedi.
‘Yeni bir fırsat doğdu’
Hakan Tahmaz, “Herkesin Kürt sorunun çözümünden, barıştan beklentisi farklı. 1 Ekim 2024’de mecliste Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sırasına gitmesi ile gelişen sürecin 2015 süreci ile hiçbir alakası yok. Bunu netleştirmezsek yol alamayız. Belirsizlik ortamında ne istediğimiz için mücadele edeceğiz. 2015 yılında toplumun bütün kesimleri İmralı-kandil-Ankara arasında ‘ne pazarlığı yapılıyor açığa çıkarmaya çalıştı sorumluluğum nedir’ sorusu tali kaldı. Barışın toplumsallaşması için enerjiyi doğru harcamadık. Yeni bir fırsat doğdu. Kürt sorunu, eşit vatandaşlık denildiğinde ‘güvenlik’, ‘terör’ deniliyor. Bu da PKK’nin silahlı mücadelesi üzerinden kuruluyordu. Öcalan yaptığı görüşmede süreci tanımladı. ‘Çatışmayı hukuk ve politik zemine çekeceğiz’ dedi. Öcalan, Kürt sorunun çözümü için yeni bir değerlendirmede bulunuyor. Bunun bütün Türkiye için önemli olduğunu düşünüyorum. Önümüze ‘terör’, ‘beka’ diye bir sorunla gelemeyecekler, ellerindeki bahane elinden alınacak” diye konuştu.
Koşullar yaratılmalı
Askeri ve siyasi operasyonlara son verilmesi ve Abdullah Öcalan’ın kongrede etkin şekilde olmasının koşullarının yaratılması gerektiğini belirten Tahmaz, “Ana muhalefete de görev düşüyor. İktidar olduğunda ne yapacağını bugünden göstermesi gerekiyor. Otortiter yönetim Kürt sorunundan söz etmiyor, onun yerine dış sorun diyor, iç sorun bitti diyor. Otortiter yönetim cumhuriyetin kuruluş felsefesini kendi siyasal iktidarı için araçsallaştırıyor. Buna karşı duruş almak gerekiyor. 3 bine yakın hasta tutsak için yasal düzenleme değişikliği yapılmalıdır. Bizler yükü omuzumuza alıyoruz. Silah devreden çıktığında sivil siyaset eski ezberleriyle siyaset üretemeyecek. Suriye’deki barış anlaşmasının hayat bulması için çaba gösterilmesi gerekir. Hiçbir şey bitmiş ya da yol almamış değil yolun başındayız. Cumhur ittifakı ya da AKP’nin insafına bırakırsak 2015 sonrasının demorilize sürecine gitme ihtimaliz yüksek. Gerçekçi olup imkansızı istememiz gerekir” ifadelerini kullandı.
Konferans öğlen arasının ardından devam edecek.
Kaynak: MA