Ateşkes gibi dönemlerde geri çekilmek değil; örgütsel kapasiteyi büyütmek ve toplumsal dayanışmayı derinleştirmek esastır. Yeni Mahabad, geçmişin kopyası değil; kadın özgürlüğü, demokratik ekonomi ve ahlaki örgütlenme temelinde yeniden kurulan bir toplumsal tahayyüldür
Mehmet Kaya
Ateşkesin ontolojisi: Ortadoğu’da “ateşkes”, çoğu zaman barışın başlangıcı değil; şiddetin biçim değiştirdiği, egemen çıkarların yeniden hizalandığı geçici bir ara dönemdir. Bu tür süreçlerde savaşın görünür yüzü bastırılırken, yapısal şiddet –özellikle kadınlar, gençler ve ekolojik yaşam üzerinde– derinleşir. Carl Schmitt’in “egemen, istisna hâline karar verendir” tespiti, bu geçici sessizliklerin gerçek doğasını açığa çıkarır: Devlet, kriz anlarını yeni denetim ve sömürü mekanizmaları geliştirmek için kullanır.
İran ile İsrail arasında ABD arabuluculuğunda kurulan son ateşkes de, halklar lehine değil; bölgesel ve küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda şekillenen bir mühendislik hamlesidir. Bu ateşkes, özellikle enerji güvenliği, militarist yatırımlar ve ekolojik yıkım üzerinden kendini yeniden üretmektedir. Sessizlik, kadınların ve toplumun ahlaki-politik kapasitesini boğan ideolojik aygıtların güçlenmesiyle tahkim edilir. Bu nedenle, ateşkes yalnızca bir askeri duraksama değil; aynı zamanda toplumsal belleğin ve öz-savunmanın hedeflendiği bir ideolojik kuşatmadır.
Ateşkesin/barışın epistemolojisi
Barış, yalnızca çatışmasızlık hali değil; hakikatin dile geldiği etik-politik bir süreçtir. Abdullah Öcalan’a göre gerçek barış, bastırılmış halkların hafızasının tanınması, kültürel soykırıma uğramış kimliklerin özgür ifadesi ve yaşamın her alanında ahlaki-toplumsal dönüşümle mümkündür. Barışın epistemolojisi burada devreye girer: Kimin bilgisi, kimin hakikati adına barış talep edilmektedir?
Modern ulus-devletlerin “barış” anlayışı çoğunlukla halkların hafızasını bastıran, kadınların özgürleşmesini erteleyen ve doğa üzerindeki tahakkümü sürdüren bir hegemonik uzlaşıya dayanır. Gerçekte bu tür ateşkesler, egemen bilgi sistemlerinin yeniden tesisi anlamına gelir. Oysa Kürt halkı için barış, umutla değil; hafızayla, yani tarihsel özneleşme ile mümkündür. Kadınların önderlik ettiği direniş hatları ve toplumun kendi doğasına, doğasına uygun örgütlenmesi barışın asıl zemini olmalıdır.
İran–İsrail gerilimi: Jeopolitik satrançta halklar
İran–İsrail hattındaki gerilim, salt diplomatik bir kriz değil; Ortadoğu’daki iktidar ilişkilerini yeniden dizayn etmeye yönelik hegemonik bir müdahaledir. Bu çatışma, özellikle kadınların, gençlerin, işsiz emekçilerin ve doğrudan yaşam alanlarında örgütlenen halk güçlerinin iradesini yok sayan bir dildir.
İran rejimi, içerideki toplumsal muhalefeti –özellikle kadın özgürlük hareketini ve çevre savunucularını– susturmak için dış düşman söylemini yeniden seferber ederken; İsrail de Kürt realitesini jeopolitik çıkarları doğrultusunda taktiksel olarak araçsallaştırmaktadır. PJAK’ın temsil ettiği “üçüncü yol” siyaseti, bu denklemin dışına çıkar: Ne statükoya entegre olur ne de vekâlet savaşlarında pozisyon alır. Halkların kendi kaderini tayin hakkını devletsiz ve demokratik bir temelde savunan bu yaklaşım, tarihsel hafızanın dönüştürücü gücünü yeniden gündeme getirir. Bu bağlamda Kürt halkı açısından, Mahabad deneyiminin anlamı ve sınırları, yeni bir toplumsal paradigma ışığında tekrar ele alınmalıdır.”
Mahabad ve Qazi Muhammed’in tarihsel konumu
Rojhilat Kürdistanı’nın siyasal hafızasında Mahabad, yalnızca kısa ömürlü bir cumhuriyet değil; halkın kendi kaderini tayin hakkını ifade etme çabasıdır. Qazi Muhammed’in liderliğinde inşa edilen bu deneyim, dönemin koşulları gereği ulus-devlet paradigmasına yaslanmıştır. Ancak bugün bu hafıza, demokratik modernite perspektifiyle yeniden yorumlanmalıdır.
Demokratik modernite; kadın özgürlüğü, ekolojik yaşam ve doğrudan demokrasi temelinde inşa edilen bir toplumsal model önerir. Yeni Mahabad, artık bir devlet fikrine değil; kadınların önderliğinde gelişen komünal yaşamın, demokratik ekonominin ve halklar arası dayanışmanın mekânı olmalıdır. Bu, devletin sınırlarıyla değil; ahlaki-politik toplumun sınır tanımayan dayanışmasıyla kurulur.
Rojhilat’ta barışın toplumsal zeminleri
Kapitalist modernite, savaş ve barış arasındaki ayrımı silikleştirerek her ikisini de sermaye birikimi için araçsallaştırır. Bu paradigma, doğaya düşman; kadını bastıran; toplumu tüketen bir şiddet sistemidir. Mollaokrasi, bu paradigmanın yerel ve teokratik versiyonudur: Kadınların kamusal hayattan dışlandığı, doğanın yağmalandığı, yerel ekonominin çökertildiği bir yapıdır.
Demokratik modernite ise barışı yalnızca çatışmasızlık değil; ahlaki-politik bir yeniden inşa süreci olarak kavrar. Bu yeniden inşa, kadın meclisleriyle, yerel komünlerle, ekolojik üretim ağlarıyla ve sömürüye dayalı ekonominin yerine toplum ihtiyaçlarına göre şekillenen demokratik ekonomiyle gerçekleşir. Rojhilat’ta gerçek barış, kadınların, ekolojinin ve halk meclislerinin taşıyıcılığında kurulacaktır. Toplumun yeniden inşasında demokratik modernitenin ilkeleri belirleyici olsa da, bu inşanın taşıyıcısı stratejik bir hafıza ve süreklilik duygusudur. Çünkü tarihsel deneyimler gösteriyor ki, barış ancak halkların kendi hafızası ve iradesiyle örgütlendiğinde kalıcı ve sahici bir zemin bulabilir.”
Stratejik hafıza: Geleceği örgütlemek
Kürt halkı, tarih boyunca aldatılmış barış masalarına tanıklık etti. Ancak bu yaşanmışlıklar, bastırılması gereken travmalar değil; stratejik hafızanın direngen kaynaklarıdır. Bu hafıza, kadınların özsavunma yapılarında, gençliğin ekolojik direnişinde ve halkların kendi kendini yönetme ısrarında hayat bulur.
Ateşkes gibi dönemlerde geri çekilmek değil; örgütsel kapasiteyi büyütmek ve toplumsal dayanışmayı derinleştirmek esastır. Yeni Mahabad, geçmişin kopyası değil; kadın özgürlüğü, demokratik ekonomi ve ahlaki örgütlenme temelinde yeniden kurulan bir toplumsal tahayyüldür. Barış, yalnızca bir siyasi durum değil; bir yaşam biçimi olarak inşa edilmelidir.
Sonuç: Özgürlüğün ontolojisi
Ortadoğu’da her “barış” ve “ateşkes” denemesi, halklar için bir sınavdır. Sessizlik çoğu zaman görünmeyen şiddetin alanıdır. Bu nedenle barış, hakikatin ve hafızanın sesinden doğmalıdır. Qazi Muhammed’in mirası, ulus-devlet fetişizmine indirgenemez; o miras bugün kadınların önderliğinde, ekolojik duyarlılıkla ve ahlaki-politik bir toplumsal örgütlenmeyle yeniden anlam bulmalıdır.
Gerçek çözüm; devletin gölgesinde değil, halkların birbirine tutunduğu, yaşamı birlikte ördüğü demokratik konfederal topluluklarda doğar. Barış, çözüm olmadan gelmez; çözüm ise ancak hakikatle başlar.