Jineolojî Dergisi’nden Rojda Yıldız’la, NADA Kongresi’yle ilgili izlenimlerini ve öne çıkan başlıkları konuştuk:
Nerede olursa olsun Ortadoğulu ve Kuzey Afrikalı kadınların NADA’yı daha fazla genişletmek, yaygınlaştırmak için verdikleri çaba, hem Ortadoğu hem de dünya barışına büyük katkı verecektir. Bu yüzden NADA’yı daha fazla büyütmek ve genişletmek zorundayız
Nesli Şahiner
Geçtiğimiz günlerde Federe Kürdistan Bölgesi’nin Silêmanî (Süleymaniye) kenti, muazzam bir kongreye ev sahipliği yaptı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesel Demokratik Kadın Koalisyonu’nun (NADA), “Kadın Devrimine Dayalı Demokratik Bir Topluma Doğru” şiarıyla düzenlediği birinci kongresine 19 ülkeden yüzlerce kadın katıldı. Önemli kararların alındığı kongrede, “Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’deki Kadın Devrimi Belgesi ile Küresel Demokratik Kadın Konfederalizmi Belgesi” NADA İttifakı’nın temel referansı kabul edildi.
NADA Kongresi’ne katılan ve Jineoloji üzerine sunum yapan Jineolojî Dergisi Yayın Kurulu üyesi Rojda Yıldız, kongre izlenimlerini ve öne çıkan başlıkları gazetemize anlattı.

- NADA’nın ilk kongresine katılan bir kadın olarak neler hissettiniz, izlenimleriniz ne yönde, biraz anlatır mısınız?
Kongreye yaklaşık 200 kadın katılmıştı ve benim bu kadar farklı ülkeden kadınla birlikte katıldığım ilk çalışmaydı. Hemen yanı başımızdaki kadınların yaşadıkları sorunların çok daha köklü olduğunu, daha farklı dayanışma ağları örmemizin zorunlu olduğunu gördüm. Çünkü maalesef ki Ortadoğu bir savaş coğrafyası ama onun da ötesinde çok farklı problemler var. Birincisi siyasal İslam meselesi, Türkiye’de de bu bir aile politikası üzerinden empoze edilmeye çalışılıyor. Ama Sudan gibi bir ülkede şeriatçılık hala en temel gündemlerden biri, laikliğin gelmesi için kadınlar mücadele ediyor. Afganistan’daki kadınlar gelmişti mesela, güvenlik nedeniyle yüzleri maskeli dolaşmak zorunda kaldılar. Şöyle bir şey de vardı; Sudanlı, Mısırlı, Afganistanlı kadınların Türkiye’ye bizim batıya baktığımız gibi bir bakış açıları var. Burayı çok laik, çok ilerici, kadın hakları konusunda gelişmiş bir ülke olarak görüyorlar. Onların da buraya bakışlarının çok yüzeysel olduğunu fark ettik. Türkiye’nin dış politikası da burada çok etkili tabii, çünkü kendilerini çok laik, kadınlara ve toplumsal cinsiyet eşitliğine çok saygılıymış gibi gösteren bir algı politikaları var. Yine beni en çok etkileyen şeylerden biri şu oldu; Rojava deneyimine dair bir belgesel izletildi ve Rojava’dan gelenlerin yaptığı sunumlar vardı. Yani bizim artık kanıksadığımız bir ütopya Rojava ama oradaki kadınlar için çok büyük bir ütopyaydı, hayal gibi bir şeydi. Kadınlar Rojava’ya dair çok soru sordular; ‘Ortadoğu gibi savaşın bu kadar yoğun olduğu bir yerde bunu nasıl yapabildiniz?’ diye. Tabii onlar açısından bu kadar şaşırtıcı bir mücadelenin ortaya çıkmış olmasında, dünya küresel sisteminin Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da uyguladığı kadın politikası da etkili. Çünkü maalesef ki oralarda bağımsız kadın örgütlenmeleri neredeyse yok. AB ve BM gibi kuruluşlar buraları sadece STK’lar üzerinden fonlayarak ve para verdikçe mücadele edecekleri bir zemin oluşturmuş. Kadınların kendi öz güçleriyle eğitimler yapabildiği, kendilerini yetiştirdiği uzak bir fikirdi onlar için. Bunlar benim açımdan çok öğretici, çok çarpıcıydı.
- Ortadoğu’da sizin de anlattığınız gibi kadınlar açısından çok fazla problem var. NADA‘nın bu tabloya nasıl bir etkisi olacak, bu birliktelik kadınlara nasıl yansıyacak?
Bir anlamıyla şu konu çok önemli; batıdaki kadın hareketlerinin birbirleriyle iyi bir iletişimi var, sosyal medyayı çok rahat kullanabiliyorlar, MeeToo gibi kendi kampanyalarının başka ülkelerde örgütlenmesi gibi bir durum var. Ama Ortadoğu’da, buraya katılan kadınlar açısından böyle değil, birçok yerde hala internet dahi çok kısıtlı. O yüzden dünyada ilk kez Ortadoğulu kadınlar birbirlerinin mücadelesine bu kadar yakından bakma şansına nail oldu. Bunun kendisi dahi çok çok önemli. Bir yandan da hani o ‘Ortadoğu’da kartlar yeniden karılıyor’ gibi bir süreç var. Sadece Suriye’de de değil, Türkiye’si, İran’ı, Irak’ı, Filistin’i ve İsrail’i doğrudan etkileyen, etkilenen bir mesele de var ve buralarda savaş gittikçe derinleşiyor. Diğer yandan da kadınların en temel taleplerinden birisi ‘Ortadoğu’da kalıcı bir barış’, Ortadoğu’daki barış hareketlerine, barış taleplerine ciddi kazanım elde edilecek. Bu anlamıyla Ortadoğu’da kalıcı barışın öncülüğünü yeniden kadınların yapabileceği bir platform olabilir NADA. Böyle bir iddiası, böyle bir çalışma biçimi var zaten. Dayanışmanın ötesine geçen birlikte mücadele vurgusu da çok önemliydi. Çünkü savaş ve çatışma süreçlerinin hiçbiri ülkelerin neredeyse tek başına yaşadığı süreçler değil. Mesela Suriye’nin yeniden dizaynında İran’ın da payı var, İsrail’in de payı var, Türkiye’nin de payı var. Yani bütün o Ortadoğu’da savaş ve çatışma meselesinde devletlerin çok fazla ilişkileri var. Bu ilişkinin savaş ve çatışmadan çıkması yine kadınların Ortadoğu’da birlikte mücadele etmesiyle çok daha mümkün. Bir diğeri de şu; geçen sene Irak’ta 9 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesi yasal olarak onaylandı ve buna karşı hem Kürt kadın hareketi hem de Türkiye kadın hareketi çeşitli açıklamalar yapmışlardı, bunu kabul etmediklerine dair. Bu biraz aslında NADA’nın tetikleyici etkisiyle, Iraklı kadınların Ortadoğu’daki diğer kadınlara çağrısıyla olmuştu. Yani kendi ülkelerinde yaşanan sorunların diğer kadınlar tarafından ülkelerin gündemlerine sokulmasının da ben çok temel bir mesele olduğunu düşünüyorum. Bir de NADA’nın ‘nasıl bir Ortadoğu’ sorusuna cevabının olmasını da önemli görüyorum, yani alternatif bir yaşam biçimi de alternatif bir Ortadoğu da tasvir edildi. Oraya gelen kadınlar nasıl bir Ortadoğu coğrafyasında yaşamak istiyorlar, nasıl bir kuzey Afrika’da yaşamak istiyorlar, bunun da çerçevesini çizdiler. Bu anlamıyla hem Ortadoğu’da bugünün barışının tesisinde hem de geleceğinin nasıl olması gerektiğine dair şekillendiren politikalarda ben büyük bir etkisi olacağını düşünüyorum NADA’nın.
- Barış demişken, NADA Kongresi’nde Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na da atıfta bulunuldu. Bu tam olarak ne anlama geliyor, biraz açar mısınız?
Kongrede sunum yapanların birçoğunda Abdullah Öcalan’a çok büyük bir atıf vardı. Irak, İran, Filistin, İsrail, Suriye ve Türkiye meselesinde yol açıcı ve bu konuda barış talebini neredeyse Ortadoğu’da dillendiren tek lider olduğu, o yüzden de çok değerli olduğu konusunda çok fazla vurgu vardı. Aslında hepsi için değerli ve önemli bir açıklamadan da ziyade bence kadınlar için şu kısmı daha önemliydi; Rojava’yı anlatan kadınlar, Rojava’nın Abdullah Öcalan’ın paradigmasının vücut bulmuş hali olarak açıkladılar. Bu pratik yaşam biçiminin kadınları daha fazla etkilediğini düşünüyorum bu açıklamayla beraber. Çünkü neredeyse kalıcı barışın hiç inşa edilmediği bir toplum, Ortadoğu ve Kuzey Afrika toplumu. Ama bunu ütopyadan çıkarıp realiteye dönüştüren bir örnek olarak Rojava deneyimi çok çok etkiliydi. Bu yüzden Öcalan’ın çağrısını sadece barış çağrısı olarak değil, bunun diğer devletlerin örnek alması gereken bir çağrı olduğunu defalarca yinelediler. Ve bu barışın nasıl örgütlenmesi gerektiği, kadınsız bir barışın olmayacağı meselesi oldukça ilgi gören başlıklardan biriydi. Arap kadınlar, Filistinli kadınlar, Sudanlı kadınlar Öcalan’ı uzaktan izledikleri bir lider olarak değil, fikirlerini benimsedikleri bir lider olarak da konumlandırıyorlar. Özellikle de Abdullah Öcalan’ın ‘Kadınsız barış olmaz, barış ancak kadınla mümkündür’ tespitleri çok önemli bir noktada duruyor.
- Rojava Kadın Devrimi de kongrede bir belge olarak tanındı. Bu tam olarak ne ifade ediyor?
Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi önermesi zaten Kürt kadın hareketinin uzun zamandır tartıştığı, inşa etmeye çalıştığı bir modeldi. Bu Dünya Demokratik Kadın Konfederalizmi modelinin ayaklarından birinin Ortadoğu’da kurulabileceği ve NADA’nın buna öncülük edebileceği gibi bir tartışma yürütüldü ve Rojava’nın Toplumsal Sözleşmesi son gün biraz daha tartışıldı, neleri içeriyor diye. Bir demokratik ulus modeli, demokratik özerklik modeli olarak kendisini inşa ediyor, aynı yöntem Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da uygulanabilir mi üzerinden konuşuldu. NADA’ya katılan kadınların temsil ettikleri kurumların aslında kendisine bu modeli örnek alarak örgütlenebileceklerine dair bir ortak kanaat belgesi olarak tartışıldı diyebilirim. Kadın Konfederalizmi dediğimiz sistem de özünde bütün farklı kimliklerin, inançların, etnisitelerin beraber yaşadığı ve herhangi bir baskı altında kalmadığı, kadınların kadın kimliğinin özgürlükçü inşa edildiği sistemleri ifade ediyor. Bu anlamıyla bu talebin kendisi, aslında toplumsal sözleşmenin içeriği ve kadın konfederalizminin örgütlenme biçimiyle çok uyuşan, örtüşen noktalar içeriyordu. Yani önümüzdeki süreçte Rojava Devrimi bir tutum belgesi olarak onaylandı. Kadın devrimini örnek alarak, bu örnek üzerinden mücadele edecekleri, örgütlenecekleri bir tutum belgesi olarak kabul ettiler.
- NADA’nın bir diğer kongresine kadar alınan kararlar uygulanacak değil mi?
Evet birçok komisyon kurulacak. Bunlar; Eğitim ve Beceri Geliştirme Komitesi, Araştırma ve Inceleme Komitesi, Medya, Kültür ve Bilişim Komitesi, Hukuk Komitesi, Kampanya ve Pratik Faaliyetler Komitesi, Kadın, Güvenlik ve Barış Komitesi ve İklim Adalet Komitesi olarak belirlendi. 2 yıl boyunca sadece kendi ülkeleri değil, mesela barışa dair, diğer ülkelere dair de politika üretmeye çalışacak ve NADA’nın bütün bileşenlerinin önüne bunu görev olarak koyacak. 2 yıl boyunca boş duran değil, çeşitli alanları da örgütleyen, kampanyalar örgütleyen, dayanışma ağları kuran, eylem ve etkinlikler örgütleyen bir süreçle geçirecek. Sonrasında ikinci kongreyi yapmak üzere tekrar bir araya gelinecek.
- NADA kongresini merak eden, heyecanla karşılayan kadınlara neler söylersiniz?
Bence NADA Ortadoğu’nun kalıcı barışının inşası konusunda en temel güçlerden biri. Şu anda NADA’yı ben böyle görüyorum. Barışın kurumsallaşması için temel ittifak haline geldi. Nerede olursa olsun Ortadoğulu ve Kuzey Afrikalı kadınların NADA’yı daha fazla genişletmek, yaygınlaştırmak için verdikleri çaba, hem Ortadoğu hem de dünya barışına büyük katkı verecektir. Bu yüzden NADA’yı daha fazla büyütmek ve genişletmek zorundayız.
Kadınlara anasoylu toplum unutturuldu
- Kongredeki sunumunuzu Jineoloji üzerinden yaptınız. Kadınların jineolojiye yaklaşımları nasıldı, biliyorlar mı jinolojiyi?
Daha önce tabii jineolojiyi hiç duymamış kadınlar vardı, başta da konuştuk ya hani Ortadoğu coğrafyası birbirinden haber almak konusunda zorluklar yaşıyor diye. Mesela Meksika’daki, Hindistan’daki kadın bile biliyor jinolojiyi ama hemen yanıbaşımızdaki Iraklı, Sudanlı kadınlar duymamış olabiliyor. Bu, ülkelerin o despot yönetimlerinden çok da bağımsız değil. Kongrede anlattığım şeyler aslında kadınların hayatlarında birebir olan meselelerdi ve onlar açısından çok ilgi çekiciydi. Çünkü öyle bir karanlık yaşamış bir coğrafya ki, kadınların özgür olduğu bir dönemin yaşanmış olabileceğini hiç düşünmüyorlar. Mesela Arap mitolojisi çok güçlü kadın figürlerle, kadın tanrıçalarla uzun yıllar toplumsal yaşamını var etmiş bir toplum. Afrika hakeza öyle, anasoylu kabilelerin çok güçlü olduğu, analık kültürünün çok yoğun yaşandığı bir toplumsal yapılarının olduğunu biliyoruz. Jinoloji bunları mücadelenin öznesi haline getirmeye çalışan bir yaklaşım. Orta Doğu gibi ekonomik krizin çok çok yüksek olduğu bir coğrafyada aç kalmadan hayatına devam edebilmenin nedeni dayanışma kültürü. Bu bir mücadele biçimi aslında ve geçmişten gelen o kolektif kültürün bir parçası. Yeniden bunları hatırlatınca kadınlar güç aldıklarını, bunların üzerine daha çok düşünmek istediklerini ve mücadelelerine de yön verme noktasında önemli olduğunu söylediler.