Tunus’ta kadınlar, şiddet ve toplumsal eşitsizliklere karşı haklarını savunmak için yoğun bir mücadele yürütürken, faillerin cezalandırılması ve yasaların etkin biçimde uygulanmasının, kadına yönelik şiddeti önlemede hayati önem taşıdığını belirtiyor
Tunus’ta kadınlara yönelik şiddet yeni bir olgu değil. Ataerkil toplumlarda kadınlar, daha küçük yaşlardan itibaren toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, dışlama ve çeşitli şiddet biçimleriyle karşı karşıya kalıyor. Kadın örgütleri ise Tunus’un bağımsızlığından bu yana, kadın ve insan hakları kurumları kurarak şiddeti görünür kılmaya ve nedenlerini açığa çıkarmaya çalıştı. Ancak dernekler kurulmuş olsa da “şiddet” uzun yıllar tabu kabul edildi; hakkında konuşulmadı ve şiddete maruz kalan kadınlardan bile sessiz kalmaları istendi. Bu sessizliği besleyen temel gerekçeler ise “ayıp” ve “namus” anlayışları oldu.
Bin Ali rejimi cinsiyetçiliği hakim kıldı
2011’den önce, şiddet karşıtı bir sloganı yüksek sesle dile getirmek bile büyük bir risk taşıyordu. Bin Ali rejimi, kadın politikalarında sert ve dışlayıcı bir çizgi izleyerek cinsiyetçiliği toplumun tüm alanlarında hakim kıldı ve şiddeti dolaylı biçimde meşrulaştırdı. Aynı zamanda kamusal alanda sessizliği ve korkuyu egemen kılan bir baskı rejimi yarattı. Buna rağmen kadınlar, mücadele alanları oluşturarak kendilerini şiddet ve ihlallerden koruyacak yasal düzenlemelerin çıkarılması için kararlılıkla çaba gösterdiler.
Ortadoğu’da devlet krizi ve kadın: Lübnan
Ortadoğu’da devlet krizi ve kadın: Afganistan
Tunus’taki kadın hareketinin 1960’lardan bu yana elde ettiği yasal kazanımlar hafife alınamaz. Bu kazanımlar, ulusal ilerici hareket ile kadın hakları konusunda muhafazakar geleneksel güçler arasındaki siyasi çekişme ve bağımsızlık sonrası çatışmanın yoğun olduğu zorlu bir dönemde ortaya çıktı. Bu çatışma, 1956’da yayımlanan Kişisel Statü Yasası gibi kadın haklarını koruyan yasaların kabul edilmesi ve Tunus toplumunun bilinçlendirilmesi çabalarında açıkça kendini gösterdi.
Şiddet ‘terbiye yöntemi’ olarak gösterildi
Bu yasalar her ne kadar kadınlar tarafından devlete kabul ettirilmiş olsa da, devlet özünde demokratik çizgiden uzak politikalarını terk etmedi ve anti-demokratik bir devlet formatını sürdürdü. Dinciliği, cinsiyetçiliği ve erkek milliyetçiliğini toplumsal yaşamın ideolojisi haline getirdi. Bugün bile Tunus’ta etkisini sürdüren bu zihniyet, kadınlara yönelik şiddeti doğal, hatta bir “terbiye yöntemi” olarak görmeye devam ediyor ve bunu toplumsal cinsiyet anlayışıyla şekillenmiş geleneklerle meşrulaştırıyor.
Devletin kadın kurumlarını erkekler yönetiyor!
Bugün Tunus’ta gelişen birçok feminist hareketin temelinde de bu anlayışın etkileri görülmektedir. Devletin kadınları kontrol altında tutmak amacıyla geliştirdiği kimi “resmi feminist kurumlar” bulunmaktadır. Bu kurumların düzenlediği çalışmalarda erkekler yol gösterici ve akıl verici konumda yer alır. Çalışmalara katılan kadınlar ise bu durumu normalleştirmiş, hatta bazıları bunu bir ayrıcalık ve toplumda farkındalık yaratma fırsatı olarak görerek derin bir yanılgıya düşmüştür. Bu anlamda, Tunus’un kadın politikaları görünürde demokrasi kılığına bürünmüş olsa da, gerçekte kadını ince ve derin bir köleliğe sürükleyen çizgisiyle Mısır’a benzemektedir.
Kadın örgütleri baskılara rağmen yasal kazanımlar elde etti
Bunun yanında, erkek şiddetinin temelinde erkek-devlet yapısına ait bir güç gösterisi olduğunu bilen kadın örgütlerinin başarılarını da vurgulamak gerekir. Yoğun baskılara ve ideolojik kuşatmalara rağmen verdikleri mücadele sonuç verdi ve 2017 yılında kadınlara yönelik şiddetle mücadeleyi amaçlayan 58 sayılı yasa yürürlüğe girdi. Kadınlar, bu yasanın kabulü için çok sayıda tutuklama, gözaltı, işkence ve kanla bastırılan protestolara rağmen mücadeleyi sürdürerek Tunus’ta adeta bir kadın devriminin zeminini oluşturdu. Tunuslu kadınlar için 2017 öncesi ve sonrası olmak üzere iki ayrı dönem vardır.
Yasa öncesi kadınların adalete erişim zorlukları
Ulusal İstatistik Enstitüsü verilerine göre, Tunuslu kadınların yaklaşık yüzde 47,6’sı hayatlarında en az bir kez şiddete maruz kalmış durumda. Araştırmalar, en yaygın şiddet türlerinin aile içi şiddet ile fiziksel ve psikolojik şiddet olduğunu gösteriyor. Kadın dernekleri, devrim öncesi ve yasanın çıkmasından önce bile şiddet oranlarının yüksek olmasının temel nedeninin, erkek egemen zihniyetten kaynaklandığını vurguluyor. Şikayette bulunan kadınlar çoğu zaman evden ayrılmak zorunda kalıyor; aksi halde katledilme riskiyle karşı karşıya bırakılıyorlardı. Yasanın çıkmasından önce adalete erişim oldukça zordu. Toplumsal baskılar, dava sürecinin karmaşıklığı, uzunluğu ve masraflar, kadınların şikayet etmelerini neredeyse imkansız hale getiriyordu.
Psikolog Somiya Belhac: Korku ve sessizlik duvarları yıkılmalı
Tüm şiddet türlerinin ayrıca psikolojik şiddeti de tetiklediğini belirten Psikolog Somiya Belhac, “Psikolojik şiddet artık kadınların fark edemeyeceği gizli bir olgu değil, ağrı, acı, huzursuzluk ve kendinden memnuniyetsizlik gibi belirtiler üzerinden biz uzmanlar tarafından teşhis edilebiliyor. Kadınların korku ve sessizlik duvarını yıkma cesaretini göstermesi çok önemli. Şiddeti normal görmemeli ve onu normalleştiren yaklaşımlara karşı mücadele etmeliyiz. Durumun teşhisini yaptırmak için uzmanlara başvurmalı ve gerekiyorsa faile karşı dava açmalıyız. Çünkü psikolojik şiddet, başlı başına bir şiddet biçimi ve kadınları en çok etkileyen türlerden biri” sözlerine dikkat çekti.
58 sayılı yasa uygulamada yetersiz kalıyor
Yüksek şiddet oranlarına rağmen yetkililer, 2017’de yürürlüğe giren 58 sayılı yasadan sonra vakaların büyük ölçüde azaldığını iddia ediyor. Ancak bu iddialar, sivil toplum örgütleri tarafından tepkiyle karşılanıyor ve kadınlara yönelik başka bir şiddet biçimi olarak değerlendiriliyor. STK temsilcileri, açıklanan verilerin gerçeği yansıtmadığını, gerçek rakamların devlet tarafından gizlendiğini vurguluyor. Dernekler ve sivil toplum örgütlerinin verilerine göre son yıllarda şiddet oranlarında ciddi bir artış yaşanıyor. Ortadoğu ülkeleri için örnek olan ve sonrasında Fas gibi bazı ülkelerce model alınan 58 sayılı yasa, bugün uygulamada ciddi sorunlarla karşı karşıya. Şiddete maruz kalan kadınlar, faile dava açma hakkından mahrum bırakılıyor ve bu durumun nedenleri açıklanmıyor.
2025 yılının şiddet verileri
2024’te evli kadınlar yüzde 46 oranında şiddete maruz kalırken, bekar kadınlar yüzde 42 oranındaydı. Şiddet türlerine bakıldığında psikolojik şiddet yüzde 32 ile ilk sırada yer alıyor; bunu yüzde 28 ile fiziksel şiddet ve yüzde 16 ile cinsel şiddet izliyor. Cinsel şiddetteki bu oran, 2023 yılında yalnızca yüzde 5 olarak kaydedildiği düşünüldüğünde ciddi bir artışa işaret ediyor. “Kadınların Sesleri” tarafından açıklanan veriler, Tunus Demokrat Kadınlar Derneği’nin rakamlarıyla da örtüşüyor. Derneğin verilerine göre her ay 3 ila 4 kadın katlediliyor ve evlilik içinde şiddet oranı yüzde 70’e kadar çıkıyor.
‘Kadın cinayeti’ tanımının yasada yer alması için baskılar artıyor
Dernekler, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin, devlet kurumlarının bu olguya yetersiz yaklaşması ve hükümet politikalarının kadına yönelik şiddeti engellemeye uygun hukuki zemini değiştirmemesi durumunda artarak devam edeceğini vurguluyor. Kadın aktivistler ve örgütler, “kadın cinayeti” teriminin kadına yönelik şiddet suçları için yasal bir tanım olarak kabul edilmesini talep ediyor. Çünkü kadınlar, yalnızca kadın oldukları için hedef alınıyor. Bu tanımın yasallaşmasının, suçların hukuki takibini kolaylaştıracağı, faillerin 58 sayılı yasa kapsamında hesap vermesini sağlayacağı ve suçun gerçek niteliğini ve ağırlığını ortaya koyacağı belirtiliyor.
Tunus’ta basın özgürlüğü geriledi
54 sayılı kararname, gazetecilik alanını daraltmada etkili olmuş ve özgür gazeteciliği ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bu durum medya çevrelerinde endişeye yol açarken, insan hakları örgütlerinin raporları, gazetecilerin haber içerikleri nedeniyle tehdit ve takibe uğradığını belgelemektedir. Böylece Tunus, 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 118. sıraya gerilemiş durumda. 2023’te bu sıra 121’di. Bu düşüş, Tunus Devrimi ile kazanılmış olan basın özgürlüğüne yönelik benzeri görülmemiş bir tehdidi gözler önüne seriyor.
Kadın gazeteciler birçok ayrımcılık türüne maruz kalıyor
Bu baskılar özellikle gazeteci kadınları hedef alıyor. Karşılaştıkları sorunlar yalnızca yasal kısıtlamalar ve ekonomik güçlüklerle sınırlı kalmıyor, dijital taciz, tehdit ve medya kuruluşları içindeki ayrımcılık gibi çeşitli biçimleri de içeriyor. Tunus Ulusal Gazeteciler Sendikası’nın raporlarına göre, gazeteci kadınlar özellikle özel medya kuruluşlarını etkileyen ekonomik kriz nedeniyle hukuki takiplere ve mesleki baskılara en fazla maruz kalan grup konumunda. Bu durum, birçok kadının işini kaybetmesine veya istikrarsız çalışma koşullarında çalışmak zorunda kalmasına yol açıyor.
Gazeteci Yesra Belali: Kadınlar hakları için mücadele ediyor
Kadın hakları üzerine çalışan araştırmacı gazeteci Yesra Belali, Tunus’taki feminist hareketin bağımsızlık sonrası dönemde Kişisel Statü Yasası da dahil olmak üzere birçok hakkın kazanılmasında belirleyici rol oynadığını söyledi. Söz konusu yasanın, bölgedeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında kadınlar için “bir kurtuluş girişimi” niteliği taşıdığını vurgulayan Yesra Belali, Tunuslu kadınların eşit miras hakkı ve diğer temel talepler için uzun yıllardır mücadele ettiğini ifade etti. Bu çabaların sonucu olarak yasanın güncel koşullara uyarlanması yönünde önemli adımlar atıldığını belirten Yesra Belali, 2017’de kadınlara yönelik şiddetle mücadeleyi hedefleyen 58 sayılı yasanın çıkarılmasının da bu mücadelenin en önemli kazanımlarından biri olduğunu hatırlattı.
‘Dijital şiddet ciddi biçimde artıyor’
Ancak elde edilen kazanımlara rağmen bunun yeterli olmadığını vurgulayan Yesra Belali, “Yasal haklarımız belirli gerekçelerle değiştirilebiliyor, hatta elimizden alınabiliyor ve kadınlar bugün hala katledilmeye varan her türlü şiddetin mağduru haline geliyor. Kadınlar, maruz kaldıkları psikolojik, fiziksel, ekonomik ya da siyasi şiddet türü ne olursa olsun adalete erişimde büyük engellerle karşılaşıyor. Özellikle dijital ve siber şiddetin, son yıllarda sosyal medya üzerinden kadın aktivistlere yönelik ciddi biçimde arttığını görüyoruz. Politik duruşlarını veya hak temelli çalışmalarını sürdürdükleri için kadınlar zorbalığa, itibarsızlaştırmaya ve iftiralara maruz kalıyor. Yasa her ne kadar içerik üreten tüm kadın ve erkekleri kapsayacak şekilde hazırlanmış olsa da, pratikte hukuki takibe en çok maruz kalanların kadınlar olduğunu özellikle vurgulamak isterim” ifadelerinde bulundu.
‘Yasalar şiddeti ve katliamları durdurmada yetersiz kalıyor’
Tunus feminist hareketinin geçmişte diğer ülkelerdeki kadınların mücadelelerini desteklediğini hatırlatan Yesra Belali, bugün Tunus’ta da benzer bir gerilemeyle karşı karşıya olunduğunu belirterek, “Bugün kadınlara yönelik şiddetin artması ve kazanımların gerilemesi, toplumda tehlikeli bir normalleşmeye dönüşmüş durumda. Hakların çiğnenmesi, şiddetin uygulanması ve şiddete maruz kalan kadınların ve faillere yönelik cezasızlık durumunun ciddiye alınmaması artık olağan görülüyor. En tehlikelisi de bu: ihlallerin ve şiddetin sosyal olarak normalleşmesi. Eğer yasalar şiddeti ve katliamları durdurmakta yetersiz kalıyorsa, o zaman bu yasalarla neyi değiştirebiliriz?”
Çok sayıda kampanya yürütüldü
Tunus’ta bu yıl, sivil alanın güçlendirilmesi ve korunması ile kadın mücadelesinin hafızasının canlı tutulmasını hedefleyen birçok kampanya yürütüldü. Kadın hakları alanında, özellikle azınlıkların haklarını da kapsayan yeni nesil girişimlerin güç kazandığı görüldü. Gençlik ve kadın inisiyatifleri, sömürgecilik, ayrımcılık ve sosyal adalet başlıklarını bir araya getiren daha kapsayıcı bir söylem geliştirdi. Ayrıca kadınların yürüttüğü çalışmalarda, mülteci kadınların göçmen haklarına yönelik vurgu da belirgin biçimde öne çıktı.
Kurumların faaliyetlerinin askıya alınmasına tepki
Tunus Demokrat Kadınlar Derneği, bağımsız feminist mücadelelerin belgelenmesi ve kadın örgütlerinin arşivinin korunması konusunda önemli bir rol üstleniyor. Ancak bu çalışmalar, son dönemde ciddi zorluklarla da karşı karşıya kaldı. Bunların başında, geçtiğimiz Ekim ayında yetkililerin Tunus Demokrat Kadınlar Derneği, Tunus Ekonomik ve Sosyal Haklar Forumu ve benzeri kuruluşların faaliyetlerini bir ay süreyle askıya alma kararı geliyor. Bu karar, aktivistler arasında geniş bir tepki yarattı. Çok sayıda kişi ve kadın örgütü, söz konusu uygulamayı kadın ve toplum haklarına yönelik kısıtlama politikalarının bir uzantısı ve iktidarı eleştiren muhalif kesimleri zayıflatma girişimi olarak değerlendirdi. Aktivistler, bu adımın Gabes’teki kronik çevre krizinin sona erdirilmesi talebiyle yapılan protestolarla da bağlantılı olduğunu belirterek, kararın kirlilik sorunları ve halkın düşen alım gücüne dair tepkileri gölgelemek için atılmış bir adım olduğunu ifade etti.
Kadınlar daha fazla hak talep ediyor
Tunus’ta kadına yönelik şiddetin göz ardı edilmesi ve resmi kurumların COVID-19 krizinden bu yana şiddetin arttığını kabul etmesi, ülkedeki endişeleri daha da artırmıştır. Kadınların kısıtlamalar nedeniyle fırsat eşitliğinden mahrum bırakılması, hem kurum ve kuruluşlarda hem de siyaset alanında ciddi temsil eksikliğine yol açmaktadır. Kadınlar, toplumsal ve siyasal alanlarda duyarlılığı ve cinsiyet eşitliği farkındalığını artırmayı, sosyal ve ekonomik adaleti sağlamayı, ekonomik bağımsızlıklarını güçlendirmeyi ve siyasi iradede görünürlüklerini artıracak programlar geliştirmeyi önermektedir.
Ayrıca, sivil toplum örgütleri ve aktivistlerin tehdit ve iftiralar nedeniyle çalışmalarının engellenmesine yol açan siyasi şiddete karşı mücadele edilmesi, şiddeti teşvik eden söylemler ve yayınlara karşı durulması gerektiği vurgulanmaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadelede atılacak en önemli adımların, faillerin cezalandırılması, kadın haklarını koruyan yasaların etkili biçimde uygulanması ve cezasızlığın önlenmesi olduğu belirtilmektedir.
Haber: Zouhour Mecherguı / NûJINHA









