Bir haftadır hem uluslararası kamuoyunun hem de Ortadoğu’nun gündemi, İsrail’in 13 Haziran 2025’te İran’a saldırmasıyla başlayan İsrail-İran savaşıdır. İsrail’in modern tarihi, adeta bir savaşlar tarihidir. 1948’de kurulduğundan itibaren, 1979’daki İsrail-Mısır Barış Antlaşması ve Camp David uzlaşmasına, ayrıca 1990’lı yıllarda komşu Arap devletleriyle yapılan anlaşmalara kadar kuruluş ve kendini kabul ettirme savaşları vermiştir. İsrail özellikle 1990’lı yıllardan bu yana gerek dini referanslı gerekse ticaret yolları etrafında yeni bir statüko oluşturma iddiasıyla istila ve yayılmacı politikalarla savaşlarını sürdürmektedir.
İsrail’in son saldırı dalgası Ekim 2023’te başladı. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın “Aksa Tufanı” saldırıları ve İsrail’in buna karşılık “Demir Kılıçlar Operasyonu” olarak adlandırdığı süreçten bu yana, İsrail bölge ülkelerine durmaksızın saldırmaktadır. Öncelikle 19 Mayıs 2024’te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi şüpheli bir şekilde öldü ya da öldürüldü. Reisi’nin ölümünden yaklaşık iki ay sonra, 31 Temmuz 2024’te Hamas lideri İsmail Haniye, İran’ın başkenti Tahran’da İsrail tarafından suikastla öldürüldü. İsrail, siyasi suikastlarına devam ederek 27 Eylül 2024’te Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ı, 16 Ekim 2024’te ise Hamas’ın yeni lideri Yahya Sinvar’ı öldürdü. Aynı süreçte İsrail, Filistin’e karşı insanlık suçlarını aşan nitelikte savaş suçları işledi. Nisan 2024’ten itibaren İran’a, Lübnan’a, Yemen’deki Husilere ve Suriye’ye çoğunlukla hava saldırılarıyla, yer yer ise kara harekâtlarıyla saldırmayı sürdürdü. Son olarak 13 Haziran 2025’te “Yükselen Aslan Operasyonu” adıyla İran’a saldırdı. 13 Haziran’dan bu yana İsrail-İran saldırıları karşılıklı olarak devam etmektedir.
İsrail’in saldırdığı ülkelerin neredeyse tamamının ortak özelliği, iç sorunlarını demokratik temelde çözememiş olmalarıdır. Suriye, İran, Lübnan ve Yemen, antidemokratik ve otoriter uygulamalar nedeniyle iç barışı sağlayamadıkları için dış müdahalelere karşı savunmasız kalmaktadır. İsrail, İran’a yalnızca hava saldırıları ve silah teknolojisiyle değil, aynı zamanda İran molla rejiminin antidemokratik uygulamaları nedeniyle sosyal ayaklanmaları tetiklemeye çalışarak saldıracaktır. Nitekim İsrail Başbakanı Netanyahu, Londra merkezli Iran International televizyonuna verdiği röportajda, İran’daki rejim muhaliflerine seslenerek İsrail’in İran’a saldırılarının rejim değişikliği için bir fırsat yarattığını belirtti. Netanyahu, “İran yeniden büyük İran olabilir” diyerek rejim muhaliflerini isyana çağırdı.
İsrail’in Ekim 2023’teki Hamas saldırısından bu yana yayılmacı politikalarını yoğunlaştırdığı süreçte, Ortadoğu’daki gelişmeleri gören Türkiye iç sorunlarını çözme girişimlerine başladı. Devletin ilgili kurumlarının uzun süredir Öcalan’ın kapısını çaldığı öğrenildi. İç sorunları çözme arayışları, 2024 yerel seçimlerinden sonra kamuoyuyla paylaşıldı. Önce CHP ile “normalleşme” girişimleri, ardından “iç cepheyi güçlendirelim” söylemleri ve Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Meclis’te DEM Parti grubunun ziyaretiyle başlayan “Barış ve Demokratik Toplum” süreci gündeme geldi.
Devlet, bir yandan Ortadoğu’daki gelişmeler karşısında güvenliğini sağlamak amacıyla iç sorunlarını, özellikle Kürtlerin bireysel ve kolektif haklarını tanıyarak özgür ve eşit yurttaşlık temelli bir toplumsal barışı sağlama zorunluluğunun farkındayken. Ancak diğer yandan, 100 yıllık ulus-devlet anlayışıyla şekillenmiş aklı ve vicdanı nedeniyle isteksiz davranmakta ve süreci ağırdan almaktadır. Devletin bu isteksizliğini gören Öcalan, 27 Şubat 2025’teki çağrısı ve 5-7 Mayıs 2025’te yapılan PKK’nin 12. Kongresi’ne gönderdiği mektupla inisiyatif alarak “Barış ve Demokratik Toplum” sürecini ayakta tutmaya çalışmaktadır. Öcalan’ın örgütü de devletin isteksiz ve yer yer saldırgan tutumuna rağmen, sürecin devamı için Öcalan’a destek vermeyi sürdürmektedir.
Öcalan, özellikle 27 Aralık 2024’teki görüşmesinde, “Ortadoğu’daki gelişmelerin Kürtlere çoklu alternatifler sunduğunu, kendisinin mücadele tarihi boyunca birlikte yaşamdan ve ortak vatandan yana olmasına rağmen, gelinen aşamada devletin yanlış politikaları nedeniyle ulus-devletçi, yani ayrılığı esas alan bir yaklaşımın varlığını sürdürdüğünü, bu yüzden Kürtlerle birlikte yaşam kapıları kapatılırsa Kürtlerin çoklu tercihlerden birini yapmak zorunda kalacağı” uyarısında bulundu. Ayrıca 21 Nisan 2025 tarihli görüşmede, “İlk üç aşama olarak Gazze, Lübnan ve Suriye bitti. Geriye iki aşama, İran ve Türkiye kaldı” uyarısını yaptı. Öcalan’ın bu uyarısından 53 gün sonra, İsrail 13 Haziran 2025’te İran’a saldırdı. Öcalan’ın uyarıları dikkate alınıp demokratikleşme süreci hızlandırılmazsa, şimdiye kadar isabetli öngörüleriyle dikkat çeken Öcalan’a göre İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelebilir. Aynı konuda Devlet Bahçeli de 13 Haziran 2025’te yaptığı açıklamada, “Nihai hedef Türkiye” diyerek uyarıda bulundu.
Ne yazık ki devlet, ciddiyetten uzak ve ulus-devlet kibriyle hareket etmeye devam etmektedir. Son bir haftada bile sanki ülkenin yüz yıllık sorunu yokmuş gibi davranılmaktadır. Sürecin gerektirdiği hukuki, siyasal ve demokratik adımları atmak yerine, PKK’nin kendini feshetmesini ‘güvenlikçi politikaları için’ bir fırsata çevirme çabası gözlenmektedir. PKK ise devletin saldırılarına karşı 12 Haziran 2025’te yaptığı açıklamayla, “Savaş rantçılarına karşı demokratik barış yanlılarını” inisiyatif almaya çağırdı.
Türkiye devlet aklı ve iktidarı, Öcalan ve Bahçeli’nin uyarılarında belirttiği gibi, Ortadoğu’da ticaret yolları etrafında oluşturulacak yeni statükonun güç ve egemenlik savaşlarının nihai hedefi olmamak için elini çabuk tutmalıdır. Ülkenin en acil ve önemli gündemi, “Barış ve Demokratik Toplum” sürecini onurlu barış, eşit ve özgür yaşamla taçlandırmak olmalıdır. Ülkenin siyasal ve toplumsal muhalefeti de iktidarı ve devleti bu yönde adım atması için cesaretlendirmeli hatta uyarmalıdır. Böylece Ortadoğu’da stratejik üstünlüğü ele alabilir. Aksi takdirde, Ortadoğu’da günün sonunda nereye varılacağını kimse kestiremez.