Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesinde, Kürtler, Araplar, Süryaniler, Êzidîler ve Türkmenler ortak meclislerde bir araya gelerek savaş sonrası yönetimi şekillendirmiştir. Devlet gücü yerine dayanışma ve uzlaşım esas alınır. Bu model Ortadoğu’da genellikle kanla çizilen sınırların ve mezhep çatışmalarının aksine, “birlikte yaşama kültürü”nü inşa etmeyi hedefler
Mesut Bor
Sayın Öcalan’ın Ortadoğu’nun kurtuluşuna dair ortaya koyduğu paradigma, bölgenin karmaşık sorunlarını kökten çözmeyi hedefleyen, devrimci bir toplumsal projedir. Bu proje sadece siyasi bir sistem değişikliğiyle sınırlı değil aynı zamanda kültürel, ekonomik ve ekolojik bir dönüşümü içeren bütüncül bir vizyon sunar. Sayın Öcalan’a göre Ortadoğu’nun çatışmalar, diktatörlükler ve sömürüyle dolu tarihi, ulus-devlet modelinin dayattığı baskıcı yapılardan kaynaklanır. Bu yapılar etnik ve dini grupları birbirine düşmanlaştırmış, kaynakları küresel güçler ve yerel elitler arasında paylaştırmış, kadınları toplumsal yaşamın dışına itmiş ve doğayı metalaştırarak ekolojik krizi derinleştirmiştir. Bu sorunların çözümü için Sayın Öcalan, merkezi iktidar mekanizmalarını reddeden, yerelden örgütlenen ve halkın doğrudan karar aldığı “demokratik konfederalizm” modelini önerir.
Demokratik konfederalizm, devletin hiyerarşik yapısını ortadan kaldırmayı amaçlar, onun yerine komünler, meclisler ve kooperatifler aracılığıyla örgütlenen bir özyönetim sistemi kurmayı amaçlar. Bu sistemde karar alma süreçleri, mahallelerden başlayarak tabana yayılır. Bu yönüyle Avrupa’daki “Ademi Merkeziyetçi” sistemle benzerlik gösterir. Örneğin Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesinde, Kürtler, Araplar, Süryaniler, Êzidîler ve Türkmenler ortak meclislerde bir araya gelerek savaş sonrası yönetimi şekillendirmiştir. Bu meclislerde her etnik ve dini grup eşit temsil edilir, dillerini ve kültürlerini özgürce yaşama hakkına sahiptir. Devlet gücü yerine dayanışma ve uzlaşım esas alınır. Bu model Ortadoğu’da genellikle kanla çizilen sınırların ve mezhep çatışmalarının aksine, “birlikte yaşama kültürü”nü inşa etmeyi hedefler.
Kadın özgürlüğü bu paradigmanın merkezinde yer alır. Sayın Öcalan, kadınların özgürleşmediği bir toplumun gerçek anlamda özgür olamayacağını savunur. Bu fikir yalnızca teoride değil pratikte de somut adımlara dönüşmüştür. Rojava’da kadınlar, siyasi meclislerde karar alma süreçlerinin yarısını kontrol eder, mahallelerde kadın kooperatifleri kurar ve YPJ (Kadın Savunma Birlikleri) gibi askeri yapılar aracılığıyla toplumsal savunmada aktif rol oynar. Kadınların bu düzeyde örgütlü olması Ortadoğu’nun ataerkil geleneklerine meydan okuyan devrimci bir hamledir. Örneğin ev içi şiddetle mücadele için kurulan kadın komünleri, yalnızca hukuki değil toplumsal bir dönüşümü de tetikler. Bu yaklaşım, kadınların birey olarak güçlenmesinden ziyade toplumun tamamının yeniden inşasını hedefler.
Sayın Öcalan’ın vizyonunun bir diğer temel taşı ise ekolojik dengedir. Kapitalizmin doğayı bir meta olarak gören yaklaşımına karşı çıkan bu model insanın doğayla uyum içinde yaşamasını savunur. Rojava’da bu ilke, tarım arazilerinin kooperatifler aracılığıyla kolektif olarak işlenmesi, su kaynaklarının adil dağıtımı ve fosil yakıt bağımlılığını azaltmak için güneş enerjisi projeleriyle hayata geçirilmiştir. Petrol savaşlarının ve kuraklığın pençesindeki bir bölgede bu adımlar yalnızca ekonomik bir mücadele ile sınırlı değil aynı zamanda siyasi bir mücadele anlamına gelir. Örneğin petrol kuyularının yerel halk tarafından kontrol edilmesi, hem rejimin hem de küresel şirketlerin sömürüsüne karşı bir tavırdır.
Ekonomik özerklik bu sistemin hayatta kalması için kritik bir rol oynar. Demokratik konfederalizm, kapitalist piyasa mantığının dışında, ihtiyaç temelli ve dayanışmacı bir ekonomiyi savunur. Rojava’da kadınların yönettiği tekstil atölyeleri, tarım kooperatifleri ve yerel pazarlar bu anlayışın pratikteki yansımalarıdır. Ancak bu model bölgenin ekonomik gerçeklikleriyle çarpışır. Türkiye’nin ambargoları, Suriye rejiminin engellemeleri ve savaşın yarattığı yıkım kaynakların adil dağıtımını zorlaştırır. Buna rağmen kooperatifler aracılığıyla kendi kendine yeterliliği artırma çabaları mücadelenin ekonomik boyutunu oluşturur.
Sayın Öcalan’ın paradigmasının önündeki en büyük engel jeopolitik zorluklardır. Türkiye, Rojava’yı bir “terör koridoru” olarak görerek defalarca askeri operasyon düzenlemiş, bölgenin altyapısını hedef almıştır. ABD ve Rusya gibi küresel güçler ise çıkarları doğrultusunda bazen desteklese de bazen sessiz kalarak istikrarsızlığı derinleştirir. Suriye rejimi, özerk yönetimi tanımayarak askeri baskı uygular. IŞİD kalıntıları ise bölgede hâlâ aktif olarak saldırılar düzenler. Tüm bu tehditlere rağmen, Rojava’nın birden fazla etnik grubun oluşturduğu savunma güçleri IŞİD’e karşı kazandığı zaferlerle uluslararası bir saygınlık kazanmıştır. Bu mücadeleyi yalnızca askeri bir başarı olarak görmek yetersiz kalır. Askeri başarının yanında farklı etnik ve dini grupların ortak mücadelede birleşebileceğinin en büyük ve en önemli kanıtıdır.
Sayın Öcalan’ın vizyonu tüm bu eleştirilere ve zorluklara rağmen, Ortadoğu’ya dair umudu canlı tutan bir alternatiftir. Rojava deneyimi kanlı iç savaşların ve diktatörlüklerin gölgesinde bile farklı bir siyasetin mümkün olduğunu gösterir. Kadınların öncülüğündeki komünal yaşam, doğayla uyumlu ekonomi ve çok kültürlü dayanışma bölgenin geleneksel kodlarına radikal bir meydan okumadır. Ancak bu modelin kalıcı olabilmesi için yalnızca yerel halkların desteği yetmez aynı zamanda uluslararası toplumun da desteği gereklidir. Türkiye’nin saldırgan politikalarının durması, ambargoların kalkması ve bölgesel güçlerin diyaloğa açılması, Rojava’nın nefes almasını sağlayabilir.
Nihayetinde Sayın Öcalan’ın paradigması Ortadoğu’yu “devletsizleştirerek” kurtarmayı hedefleyen cesur bir paradigmadır. Bu paradigma pratikte kırılgan ama dirençli bir laboratuvar olan Rojava’da test ediliyor. Başarısı ya da başarısızlığı sadece Kürt hareketini etkilemeyecek, tüm Ortadoğu halklarının geleceğini şekillendirecektir. 2023 Wan Newroz’unda Kürt halkına videolu mesaj veren Noam Chomsky’nin “Kürtler gelecekteki tarihi şekillendirecek” sözü sayın Öcalan’ın paradigmasının dünyayı şekillendirecek kadar güçlü bir paradigma olduğunu gösterir. Kadınların meclislerde aldığı kararlar, köylülerin kurduğu kooperatifler ve gençlerin ördüğü dayanışma ağları bu alternatifin yaşayan kanıtlarıdır. Sayın Öcalan’ın dediği gibi, “Özgürlük, bir dağın tepesinde bekleyen bir hedef değil, yolda yürürken inşa edilen bir süreçtir.” Bu sürecin nereye varacağı ise mücadelenin ta kendisinde gizli.