Ortadoğu’da taşlar yerinden oynuyor, güç dengeleri değişiyor. Bu kasırga içerisinde önünü görmek zorlaşıyor.
Baas rejimlerinin son temsilcisi olan Esad’ın devrilmesi bir dönemin sonuna işaret ediyor. Esad rejiminin devrilmesi ve İran’ın vekil güçlerinden başlayarak bizzat kendisinin hedef alınmasıyla bölgede yeni bir durum oluştu. Ortadoğu’da büyük bir güç ve etki boşluğu oluştu. Bu boşluğa iki talip çıktı: İsrail ve Türkiye.
Doğası gereği siyasal güç, boşluk sevmez. Oluşan her boşluğa bir kuvvet yerleşmek ister. Ortadoğu’da taşların yerinden oynadığı bir dönemde, çeşitli güç boşluklarının oluşması ve bu boşlukların doldurulmak istenmesi kaçınılmaz olarak gerçekleşiyor. Bu kaçınılmazlık kendisini jeo-politik, ekonomi-politik, teo-politik bağlamlarla gerekçelendiriyor.
Ortadoğu’nun Soğuk Savaşı’nda karşı karşıya gelenler Türkiye ve İsrail, bu muharebenin en sıcak meydanı Suriye’dir. Süveyda’da yaşanan son çatışmaların bir yanı da iki devletin vekil güçler aracılığıyla birbirlerini ön teste tabi tutması, stratejilerini ve sınırlarını örtük şekilde ölçmesiydi.
İsrail bir yandan İran’a karşı Nükleer Holokost teorisiyle saldırılar düzenlemiş diğer yandan Suriye’de Esad sonrası güçlü bir devletin oluşmasını engellemek için saldırılar gerçekleştirerek askeri alt yapıya zararlar vermiştir. Öte yandan Dürzi halkıyla yakın ilişkilerini kullanarak Güney Suriye’de gücünü ve etkisini arttırmıştır.
Türkiye bir yandan İran’ın nükleer güç olmasını istemiyor. Diğer yandan ise İran’daki bir kaosun olumsuz etkilerini hesaplamaya çalışıyor. Eş zamanlı olarak İran’da rejim değişikliğiyle Kürtlerin bir otonom bölge sahibi olmasından endişe duyuyor. Ayrıca Suriye’de geçici yönetimle yakın bağlarını devam ettiriyor, ÖSO gibi para militer yapılar üzerinden sahadaki varlığını sürdürüyor. Merkeziyetçi ve etno-dinsel bir Suriye’nin inşa edilmesi için çaba harcıyor.
Türkiye ve İsrail’in hem Ortadoğu ve Suriye tahayyülleri arasında ciddi bir gerilim var hem de her ikisi için de bir diğerinin Suriye’de etkin olması halinde kendisi için varoluşsal tehdit algısı ortaya çıkıyor. Dolayısıyla tahayyüller arasındaki gerilim ve varoluşsal tehditler, mevcut güç boşluğu ve bunu doldurma iddiasıyla birleşince Türkiye-İsrail arasında bir Soğuk Savaş, Ortadoğu’nun Soğuk Savaş’ı beliriyor.
İsrail yönetimi ontolojik tehditlerinin çözümünü istikrarsız Ortadoğu’da görüyor. Buna göre Ortadoğu’da çok taraflı çatışmaların devam etmesi İsrail için tehdit odaklarını zayıf tutacaktır. Bu da İsrail’in hem güvenliği hem de bölgeye müdahaleleri için en uygun formül olarak kabul ediliyor.
Türkiye ise Ortadoğu’da merkeziyetçi ulus-devletin temsilciliğini yapıyor. Ortadoğu ülkelerinde etno-dinsel olarak örgütlenmiş aşırı merkeziyetçi ve yürütme erki esaslı yapılar, istikrarı sağlayacağını propaganda ediyor; bu yapılarla ilişkilerini kurarak bölgenin geneline yayılan bir etkinin zeminini hazırlamak istiyor.
Bu kapsamda iki manzaraya dikkat çekmek gerekiyor. Birincisi ne İsrail’in tahayyülü ne de Türkiye’nin ulus-devlet esaslı planları Ortadoğu’ya “yeni” bir şey söylemiyor, yüz yıllık sorunların çözümüne dair güçlü alternatifler sunmuyor.
Türkiye merkeziyetçi ulus-devlet egemenlik formunun temsilciliğiyle teori-politik olarak tarihin akışının tersine yüzmek istiyor. Kurulacak merkeziyetçi ulus-devletlere etno-dinsel kimlikler giydirerek reel-politik olarak çok fazla karşıt dinamiği harekete geçirmeye zemin hazırlıyor. Yani yüz yıl önce emperyalistler tarafından bölgeye giydirilen gömleğin rengini-desenini değiştirerek tekrar giydirmeye çalışıyor.
İkinci olarak Ortadoğu’nun Soğuk Savaş aktörlerinin bu savaştan galip çıkmasının yollarından biri Ortadoğu’ya dair tahayyüllerini değiştirmesi; diğeri Türkiye açısından “evin içi”nin düzenlenmesidir. Ortadoğu’da Makyavelist bir momentteyiz. Bu momentte romantik olmak kaybettirir. Realist olmak gerekir. Türkiye’de sınıfsal gerilimlerin yanı sıra Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Laik-Muhafazakâr gerilimleri varoluşsal gerilimler olarak fay hatlarını oluşturuyor. Bu riskli hatlara dair çözümsüzlük oldukça Türkiye’nin zayıf karnı yerinde kalmaya devam edecek. Öte yandan ekonomideki felaket tablo, toplumsal kutuplaşma, ordu ve diğer güvenlik kurumlarındaki hizipler, sermayedeki gerilimli fraksiyonlar vb. alanlarda çok sayıda hesaplanamaz durumun ortaya çıkma potansiyeli var.
Ortadoğu’nun Soğuk Savaşı’nda Türkiye’yi risklerden uzak tutacak, tehlikelerle karşı karşıya bırakmayacak denklem Kürt meselesinin demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesidir.
Kürt meselesinin çözümü ve demokratikleşme artık tarihsel ve bütünsel bir zorunluluk olarak kendisini dayatmakta, kişilerin-grupların-partilerin kazançları ve/ve ya çıkarlarının ötesine uzanmaktadır.