İspanyolca’da eski bir deyiş var: “El jinete montará el caballo, hasta que el caballo se canse”: “bir binici elindeki kırbaçla kendisini ne kadar güçlü hissederse hissetsin, eyerde ne kadar kalacağına her zaman bindiği at karar verir”. Örgütlü toplumun böyle bir güce sahip olduğunu hep akılda tutmalıyız.
Keza örgütlenmenin rolünün öncelikle örgütlü toplum inşa etmek, insanların bireysel güçlerini kullanmalarına yardımcı olmak, ama en önemlisi, ortak çıkarlarımıza dayanan kolektif gücümüzü keşfetmek ve inşa etmek olduğu unutulmamalıdır.
“Tek Adam Rejimi” değil, örgütlü toplum!
Çünkü korkularımız, güvensizliklerimiz ve kırılganlıklarımız karşısında bizi bir arada tutacak bir örgütlülük olmadan, bizi kurtaracak “güçlü adamları” arar dururuz.
Öte yandan tarih bize özgürlüklerin yitirilmesinden, gücün aşırılaşmasına ve otoriterliğe giden hızlı ve kaygan bir yol olduğunu hatırlatıyor. Yani günlük yaşamlarımızın “tek adam” ya da “mutlak iktidar” tarafından tamamen kontrol edilmesi bize sahte bir güvenlik hissi verebilirse de eğer haklarımızın elimizden alınmasına izin verirsek kazandığımızdan çok daha fazlasını kaybederiz. Türkiye’nin son 10 yıllık tarihi bunun en somut örneğidir.
En geniş Demokrasi Cephesi kurulmalı
O halde öncelikli işimiz, mevcut demokratik kurumların otokrasi tarafından bütünüyle ele geçirilmesine ve rejimin açık bir diktatörlüğe dönüşmesine karşı koymak olmalıdır. Bunun için de en geniş Demokrasi Cephesini kurmak lazım.
Otoriterliği yenmek ve olası bir faşist diktatörlüğü önlemek için, ülke çapında kitlesel olarak harekete geçmemiz gerekiyor. Ancak bu direniş şiddet içermeyen bir direniş olmalı ve biz de buna bağlı kalmalıyız.
Şiddetsiz direniş
Ancak şiddet içermeyen direniş pasif direniş biçiminde olmamalı, aksine mücadeleci ve çatışmacı olmalıdır. Yani kötülüğü kötülük olarak adlandırmaktan çekinmemeli ve elimizden gelen her şeyle ona direnmeliyiz. Böyle bir stratejik şiddetsizliğin, kitle desteğini koruyarak, otokrasiyi yenmek ve faşizmi önlemek konusunda diğer direniş biçimlerinden çok daha etkili ve sürdürülebilir olduğunu tarihsel deneyimler gösteriyor.
Kısaca “iktidar eleştirisinden, düzen eleştirisine ve alternatifleri içeren yeni bir sol vizyona geçerken” aynı zamanda direnişi yaratıcı yöntemlerle geliştirmek lazım.
Mücadeleyi sevinç ve neşe ile örgütleyelim
Böylece sadece reaktif bir kitle hareketi yaratmanın yanı sıra, kalıcı değişim yaratan politik eğitim ve demokratik kurumsallaşma gibi daha yavaş ilerleyen çalışmalara yönelelim. Neşe, sevinç ve kutlamalarla bu direnişi karşı konulmaz bir hale getirelim. İnsanlara sadece iktidar teşhiri değil, aynı zamanda inşa edeceğimiz bir toplumu ve dünyayı hayal etmelerine yardımcı olabilecek sanat, medya ve kültürel anlatılar sunalım.
Doğrudan, çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi inşa edelim
Ancak bu da yetmeyecektir. Aynı zamanda, inşa edeceğimiz demokrasiyi anlatan alternatif kurumları da oluşturmamız gerekiyor. Sadece seçmenlerin baskı altına alınmasına direnmekle kalmayalım, seçim sandığının ötesine geçerek çağdaş çoğulcu, katılımcı demokrasi biçimleri inşa edelim. Öyle ki insanlar, otoriterliğin neden kötü olduğuna dair argümanları dinlemekle kalmayıp, özgürlüğün neye benzediğini de görsünler.
Yani “AKP-MHP iktidarının saldırılarını durdur” dan, “Demokratik ve Sosyal Cumhuriyeti inşa et”e taşıyacak bir “muhalefet etmekten vizyon sunmaya geçiş stratejisi” uygulamak gerekiyor. Sadece otokratik rejimi protesto etmediğimizi, otokrasiyi ortadan kaldıracak olan doğrudan demokrasiyi de kitlelere anlatalım, gösterelim.
Hedeflediğimiz demokrasiyi toplumsal örgütlerimizde, hizmet sunduğumuz alanlarda, mahallemizde, işyerimizde, okullarımızda ve evimizde inşa edelim.
İnsanların birbirlerine acıma duygusuyla değil, karşılıklı bağımlılığımızın farkında olarak destekledikleri sistemler kurarak hayırseverliği dayanışmaya dönüştürelim. İnsanların karşılıklı yardımlaşmanın hayırseverliğin yerini aldığı, kararların kolektif olarak alındığı, farklılıkların korkulmak yerine kutlandığı topluluklara (meclisler ve komünler gibi) tanık olmalarını sağlayalım.
Nasıl yapacağız?
Son aylarda CHP’nin düzenlediği ve on binlerin katıldığı mitingler, otokrasi ile mücadelede son derece önemli eylemlerdir. Bunların ne kadar önemli olduğu otokratların bunlardan duyduğu rahatsızlığın büyüklüğünden belli oluyor.
Diğer yandan, bu mitingleri diğer şiddet içermeyen eylemlerle güçlendirerek sürdürülebilir kılmak gerekiyor. Ayrıca etkili sürdürülebilir eylemlerin dönemsel direnişten otokrasinin işleyişini imkânsız hale getiren, onu felç eden sürekli baskıya geçişi gerektirdiği de unutulmamalı. Bu da “protestolardan stratejik uyumsuzluk ve aksatmaya, reddettiğimiz şeylere karşı çıkmaktan talep ettiğimiz şeyleri inşa etmeye geçmek” gerektiği anlamına gelir.
Bunun için, siyasal, kültürel ve ekonomik alanda yapılması gereken şeyler:
▪Öncelikle, kurumsal platformlara bağlı kalmadan milyonlara ulaşabilecek iletişim sistemleri oluşturarak mesajların insanlara bulundukları yerde ulaşmasını sağlamak gerekiyor. Yani bağımsız bir medya altyapısı oluşturulmalı.
▪Mahallelerde “mahalle meclisi” gibi karar alma organları oluşturulmalı. Bu meclisler, uğruna mücadele ettiğimiz demokratik alternatifleri önceden şekillendirirken yerel eylemleri koordine etmeli, topluluk etkinliklerine ve kutlamalara ev sahipliği yapmalı ve gerektiğinde karşılıklı yardımlaşmaya yönelmelidir.
▪ “Hızlı harekete geçme ve müdahale ağları” kurarak kitleleri mobilize etmek gerekir. Aynı zamanda, şiddet içermeyen disiplinli eylemleri sürdürürken, protestocuları devlet ya da olası iktidar yanlısı milislerin şiddetinden korumak için mahalleler ya da işyerleri düzeyinde demokratik savunma sistemleri kurulmalıdır.
▪İşçi sendikaları, çevreci gruplar, kadın örgütleri ve insan hakları savunucuları gibi emek ve demokratik kitle örgütlerini tekil konular yerine, ortak demokratik altyapı etrafında, Demokrasi Cephesinde birleştirelim.
Hayatı durdurmak
Bu taktikler iktidarı politik olarak bloke etmek için kullanılabilecek demokratik siyasal taktiklerdir. Ancak bunların ekonomik taktiklerle de desteklenmesi gerekir. Bu bağlamda:
▪İktidar blokuna yakın, onunla maddi ilişkiler içinde olan sermaye gruplarının emek, toplum ve doğa karşıtı faaliyetleri ve usulsüzlükleri ve yolsuzlukları teşhir edilmelidir. Ayrıca bu grupların ürettiği mal ve hizmetler boykot edilmeli, işyerlerinde iş bırakmalar ve grevler örgütlenmelidir.
▪Sadece teşhir yeterli olamayacağı için alternatif ekonomik kurumlar inşa edilmelidir. Bunlar dayanışma ekonomileri, işçi, çiftçi ve tüketici kooperatifleri, demokratik paylaşım platformları ve katılımcı bütçeleme pratikleri olabilir.
▪Karşılıklı yardım ağları oluşturarak insanların ekonomik olarak hayatta kalma riskine girmeden sürekli eylemlere katılmalarını sağlayacak topluluk destek sistemleri oluşturulmalıdır.
▪ Vergi, elektrik, su, doğal gaz faturalarını ödemeyi ve bir süreliğine benzin ve motorin almayı reddetmek, süpermarketlerden alışverişi durdurmak, AVM’lere gitmemek ve bankalardaki mevduatları çekmek gibi şiddetsiz direniş yöntemleri denenmelidir.
İşçi sınıfının önemi
▪ Bu ve benzeri yollar denenebilir ama otokrasilerle mücadele etmenin en etkili yolunun işçi sınıfını otokrasiye karşı harekete geçirmek olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Özellikle de ulaştırma, gıda, sağlık, eğitim ve enerji gibi kilit ekonomik sektörleri ve ihracata yönelik üretimi aksatan koordineli iş bırakma eylemleri ve grevler bu açıdan çok önemli mücadele yöntemleridir.
Bunun için demokratik siyasetin ve sözünü ettiğimiz en geniş Demokrasi Cephesinin işçi sendikaları ve diğer emek ve meslek örgütleriyle birlikte hareket etmesi, dahası işçi sınıfını otokrasiyi durdurmak ve açık diktatörlüğe geçiş için verilen kavganın öznelerinden biri haline getirmek gerekiyor.