“Devlet ciddiyeti” derlerdi eskiler. Devlet, her fikrin üzerinde, gerektiğinde döven, gerektiğinde seven baba (erkek) rolündeydi. Devlet yanlış yapmaz, devlet özür dilemez… böyle uzayıp giden kutsallıklar atfedilirdi devlete. Devletin polisi, devletin askerini eleştiren mutlaka vatan haini olarak etiketlenirdi. “Devletin yaptığı her şey doğruysa İsrail, ABD, Çin devlet değil mi?” sorusuna “ama onlar Müslüman değil” cevabı anında yapıştırılır, Suudi Arabistan, Katar örnek verilirse “bırak ya şu Arapları” ırkçı kestirmesiyle konu kapatılırdı. AKP’nin son demlerini yaşadığı şu günlerde “hiçbir şey olmasa da, bir şey oldu” ve kutsal devletin yerinde yeller esmeye başladı. AKP kendi iktidarını tunçlaştırmak isterken putları kırma adına düne kadar dokunulmaz olan her şeye fütursuzca saldırdı. Yıkılan tunçtan putlar, AKP iktidarının putlaşmasının Vendome Sütunu oldu
Eskinin kutsallarının tabusu olan askeri vesayeti geriletmek adına kallavi generaller derdest edildi. Ordu AKP’ye bağlandı. Her şeye ayar veren MGK’ya ayar verilerek AKP’nin onay makamı haline dönüştü. Eski vesayetin yargısı tasfiye edilerek, yargı AKP yöneticileri için istihdam alanı haline getirildi. Polis geçmişte sosyalistlere, Kürtlere göz açtırmazken, menüye AKP’li olmayan herkesi de ekledi. Valiler il, Kaymakamlar ilçe, imamlar mahalle parti başkanı görevini fiilen üstlendiler. AYM, YSK, HSK vb. bilumum kurum AKP’nin tak diye emrettiğini şak diye yerine getiren “tak-şak” kurumlar haline getirildiler. 12 Eylül Anayasası, Darbe Anayasası olarak lanetlendikten sonra birkaç tamiratla AKP Anayasası olarak tedavüle tekrar konuldu. Cumhuriyet döneminin mirası AOÇ’nin arazisine saltanatı simgeleyen Saray inşa edildi ve TBMM itibarı iki paralık edildi. Mafya liderine marş okuyan askerler, CHP, HDP afişi yırtıp AKP seçim çalışması yapan polisler, K. Kılıçdaroğlu’na linç girişimini soruşturmayan savcılar… Parti devleti, devletin partisi, tek adama ait iktidar… Bütün kurumlar ve kurallar kara mizah sanatını yeni bir boyuta taşıyacak kıvama erişti.
En sıradan demokrasi talebi terör suçlamasına maruz kalmadan kendini ifade edemez durumdadır artık. Düne kadar mevcut sistemin sıkı savunucusu askerler ve din adamları önce Ergenekon davalarıyla, sonra 15 Temmuz Darbe Girişimi davalarıyla yeni rejime kurban olarak sunuldular. İ’la-yi Kelimetullah için devlet nizamını ölümüne savunanlar, tıpkı Fatih Kanunnamesi’ndeki gibi, katli vacip karındaşlar (kardeşler) haline dönüştüler. Dünün muktedirlerinin yarattığı dejenere kurumları AKP para ve iktidar gücüyle ele geçirmekte hiç de zorlanmadı. Marks’ın “Avrupa, ya cumhuriyetçi olacak ya da Kazak” tartışması yapan burjuvaziye “L. Bonaparte’ın çözümü; Kazak Cumhuriyeti” biçimindeki aktarımı Türkiye için de geçerli. “Cumhuriyet mi, otokrasi mi?” tartışması “Otokratik Cumhuriyet” biçiminde sonuca bağlanmış görünüyor. Eski Türkiye yönetimi hem cumhuriyeti, hem de otokrasiyi zaten bağrında büyütüyordu. AKP’nin yaptığı tek şey, artık reşit olan otokrasi ve cumhuriyeti evlendirmek oldu. İçi boş “Yaşasın Cumhuriyet” sloganı, gerçek kimliğine kavuşarak “Yaşasın Otokratik Cumhuriyet” biçimini aldı.
Engels’in, Roma’nın Hristiyanlaşmasına bakarak söylediği ‘fethedenlerin fethedilmesi’ bir kez de AKP’nin başına geldi. Zira, AKP, devleti ele geçirmek isterken, eski devlet bütün günahlarına yeni günahlar ekleyerek AKP’yi ele geçirdi. AKP, dinsel referansları ve geçmişten aldığı antikomünist, milliyetçi kodlarla burjuvazinin kullanışlı fedailiği görevini üstlendi. HDP’nin AKP’ye tattırdığı 7 Haziran yenilgisi sonrası düzenin sınıf ve partileri AKP çeperinde birleştiler. AKP tarafından “Kurt KapanıKürt Çıkmazı” cenderesine alınan düzen partilerinden herhangi biri kendine biçilen rolden kurtulmaya çabaladığı anda “terörle işbirliği içinde” suçlamasından kurtulamayacak durumda buldu kendini.
Saray Rejimi, aldığı ekonomik ve siyasi tedbirleri birkaç gün sonra tekrar çiğneyerek ülkeyi mutlak bir yıkıma sürüklüyor. Düne kadar yan yana gelmeyecek siyasal çevreleri birleşmeye zorlayarak kendi sonunu hazırlıyor. Halkın çoğu için kutsal sayılan ordu, polis, mahkeme, meclis gibi kurumlar Saray’ın itibarının artması için itibarsızlaştırılıyor olsa da, Saray’ın sütunlarının çatırdama sesleri artık daha net duyuluyor. Ne var ki, gerçek devrimci muhalefet yaratılamadığı sürece, AKP sermaye sahiplerinin üzerine değil, yoksul halkların üzerine yıkılacaktır.