Böylece hayatta kalmayı başarıyorum. Kendine ait bir oyuk yaratmalı insan.. Kimselerin işgal edemediği, ihlal edemediği… Herkese bir sığınak olmalı oyuk
Dilan Cudi
Düşüncemin ardında, duvar dibinde küçücük bir oyuk keşfediyorum. Hemen yakın takibe alıyorum. Her gün suyla temas ettiğini fark ediyorum. Bu yüzden nemli ve rutubetli… Bir süre bu böyle devam ediyor. Ardından minik yeşil kabarcıkların oluştuğunu görüyorum. Ertesi gün, oyuk etrafında irili ufaklı ama daha çok minik karıncaların yol aldığını gözlemliyorum. Oradan oraya koşuşturan hayvancıklar, sırtlarında bir şeycikler…
Birkaç zaman sonra, yeşil kabarcıklar miniklikten biraz daha büyükçe bir adıma evriliyor. Bu böyle günlerce sürüyor. Ben de ısrarla oyuktaki gelişimi takip ediyorum, peşini bırakmıyorum. “Bak işte,” diyorum, “bir şeyler ortaya çıkmaya başladı.” Onlarca kabarcık tutan incecik, cılız bir bitki milim milim boy veriyor. Güneş farklı bir açıdan bitkicikle temasa geçiyor. Gün ısısı arttıkça büyümeye devam ediyor. İşte, var olmanın mucizevi dokunuşları…
Birbirimize benzediğimizi düşünüyorum. İnsan ve doğa, ama önce kadın ve doğa…
Tüm aykırılıklara rağmen boy veren doğa, boy veren kadın… Bu sırada bitkicik büyümeye devam ediyor. İnce, cılız gövdesinde dışarıya doğru dış bükey çıkıntılar beliriyor. Sanırım, bunlar yaprak… Mucizeler silsilesi…
Yağmura tutulduğunda ya da dara düştüğünde bir oyuk bulmalısın. Kendine bir yer açmalısın. Yoksa bile, eşeleyerek bir köşeye tırnaklarını geçirmelisin. Büyütmelisin mesela… Oyuk barındırır, saklar, korur seni. İşte bu yüzden önemlidir oyuklar. Kapatılmamalı, tıkamamalı. Hani zor da olsa yaşarsın ya, sen de o minik bitkicik gibi…
Bizim buralarda böyle… Kendimize ait yerler yapıp oralarda büyüyoruz. Tabii zor oluyor. Sağlık koşulları kötü. Ama boş veriyorsun, yine de o minik bitkicik gibi var oluyorsun. Kendi kendine büyümeye çalışıyorsun. Özlem yüklü, doğa kokulu hayaller kuruyorsun. Güç de veriyor bu hayaller. Ne de olsa doğanın çocuğuyuz biz. Ama şimdi doğanın çocuklarının çocuklarıyız.
Dünyayı ağaçsız, kadını doğasız düşünemiyorum. Aynı yola çıkan ama farklı alengirli iki yol gibi… Belki de bu yüzden inat edişimiz. Ağaç kökleri kadar güçlü bir direnişimiz ve olur olmadık yerlerden çıkışlarımız…
İyileşmek, yaralarını sarmak istiyorsun oyukta. Ama karşına, sana engeller yaratan, daha da hasta eden apoletliler takımı çıkıyor. Bileklerine yarım kilo ağırlığında iki bilezik takıyorlar. Birbirine bağlı, hareket ettikçe bileklerini çizen etini sıyıran. Metal kokulu çelik kelepçeler…
Kelepçeli muayene, insan aklına aykırıdır. Yasakları üreten ise insandır. Ama insan yasaklardan büyüktür. O halde yazan insansa, aşan da insandır. Böylece her seferinde muayene olmadan geri dönüşler…
Peki ya bu dönüşler nereyedir?
Bambaşka bir çileye daha… Onlarca ağır söz, hakaret, tartışma… Sineye çekilmez ki bunlar. Apoletlilerin şiddeti…
Başka bir hasta oluş daha…
Bedenimin tam ortasında bir yara: Adı ülser… Yasaları yazan erkekler… Bize okuyan ise kadınlar.
Birileri kitap okumamızdan, not almamızdan, yanımızda bulundurmamızdan rahatsız… Yoksa ne diye kotayla kitap sınırlandırılır ki?
Bu sorunun cevabı için henüz bir yanıt üretilmedi.
Bak, yine bir şiddet hali… Öyle ince detaylarla düşünülmüş, öyle bir sistem kurulmuş ki… Her şey kılıfına uydurulmuş. Organize işler bunlar. Oyuk sakinleri için kötülük kokuyor. Başka bir kapatılma hali… Adı: Gözlem Kurulu.
Ben buna “gözetleme çetesi” diyorum. Her şey kanuna göreymiş gibi duruyor. “Gelişim” adı altındaki denetimin daha resmisi bu.
Özgürlüğe karşı yaratılan belirsizlik…
Modern çağda şiddet uygulamanın bir başka adı: Gözlem Kurulu soruları. Saatlerdir düşünüyorum: Daha nasıl anlatabilirim?
Ne kadarını kelimeler karşılayabilir ki? Bunları hangi sözcükler ifade edebilir? En son oyuklar demiştim.
Bir bitkicik yerinden sökülüp götürülürken, başka bir bitkicik onun yerine yerleşiyor. Bu da doğanın kanunu.
Tıpkı bizim gibi… O kuytu köşedeki oyukta; kokusu, rengi, şekli ve duruşuyla…
Sonra Cezaevi hayatı dışarıya taşar çünkü disipline edilecek insanlar, artık tel örgülerle değil, bakışlarla, denetim cihazlarıyla, kurum içi prosedürlerle, sorgulayıcı bakışlarla ve hatta dostça sorulan sorularla çizilir. Apoletliler kılık değiştirir. Çeşitten çeşite bürünüp amip gibi heryerde gezerler. Artık gardiyanlar dışında başka apoletlilerde vardır. Ve “emek hırsızları ile “vurdumduymazlar takımı”, bu sistemin süregitmesini sağlayan pasif çoğunluktur — susarak, görmezden gelerek,ortak olarak-
Sonuç olarak suskunluk, itaati doğurur; itaat, suçu görünmez kılar; görünmeyen suç, kötülüğün sürekliliğini sağlar.
Ben bir heykeltıraşım.
Gündelik tüm ayrıntılarımla, yarattığım koşullarla bir oyuktan büyük sarkıt ve dikitlerin olduğu bir mağara yontuyorum.
Böylece hayatta kalmayı başarıyorum. Kendine ait bir oyuk yaratmalı insan.. Kimselerin işgal edemediği, ihlal edemediği… Herkese bir sığınak olmalı oyuk.
Şiddetin, acının ve kötülüğün uğramadığı…
Özgürlüğe yaklaşırken; tüm oyukları sıklaştırmalı ve taş üstünde taş bırakmamalı.