Suzan Demir/İstanbul
Nora Fingscheidt’ın ilk uzun metraj filmi ‘Oyunbozan’ bir gelişim ya da büyüme hikâyesi değil sistemi kıran, gergin, yaralı bir kız çocuğunun öfkesini anlatıyor
Sinemada çocuk hikâyesi anlatmak kolay olduğu kadar zor da bir bakıma. Çoğunlukla izleyiciyi yakalama olasılığı yüksek. Çünkü seyircinin ‘çocukla’ kurduğu bağ farklılaşsa da doğrudan ya da dolaylı bir ilişki ortaya çıkıyor. Fakat bu durum, biraz daha normlara bağlı yetişmiş ya da kötü koşullarda yaşam mücadelesi veren bir çocukluk ya da büyüme hikâyesi olunca daha kuvvetli olabiliyor. Ama Almanca adıyla “Systemsprenger” Türkiye’dekiyle “Oyunbozan” kolay kolay bağ kurulamayacak bir çocuğu aktarıyor beyazperdeye. Bu yıl 69’.su düzenlenen Berlin Film Festivali’nde prömiyerini yapan “Oyunbozan” tam da bağ kurulamayan, istenmeyen, izlerken bile tahammül zorlaşan bir kız çocuğunu konu alıyor. Türkiye’de ilk olarak 38. İstanbul Film Festivali seçkisinde yer alan filmin yönetmeni Nora Fingscheidt’ın Filmlovers’ta anlattığına göre hikâye, evsiz kadınlarla ilgili çektiği bir belgesel sırasında ortaya çıkmış. Orada “oyunbozan” olarak tanımlanan 14 yaşında bir kız çocuğu ile karşılaşan yönetmen daha sonra bu kavramın peşine düşmüş. Alman sosyal hizmetleriyle de yaklaşık 2 yıl boyunca vakit geçiren Fingscheidt “şirin” görünmeyen bir kız çocuğu hikâyesini anlatmaya karar vermiş. Aslında “Systemsprenger” de tam olarak oyunbozanı karşılamasa da İngilizce “System Crasher” yani sistemi kıran, bozan anlamına daha yakın. Almanya sosyal hizmetlerde de bu tarz, kendi ailesi tarafından dahi istenmeyen çocuklara verilen bir tanımlama.
Normların ötesinde bir çocuk
Benni, çocuk yaşta taciz ya da şiddete uğramış ve geçirdiği öfke nöbetleri yüzünden durumuna çare bulunamayan, 9 yaşında bir kız çocuğu. Bulunduğu şehirde hemen hemen tüm çocuk bakım evlerini dolaşmış ama durumu nedeniyle kara listeye alınmış halde. Benni’nin tek istediği ise annesiyle birlikte olmak. Olamadıkça öfke nöbetleri artıyor ve akıl hastanesine yatırılma seçeneği güçleniyor. Ama sosyal hizmet uzmanları tüm bunlara rağmen çare bulmaya uğraşıyor. Yönetmen Nora Fingscheidt deyim yerindeyse sert bir hikâye anlatıyor. Hikâyenin sertleşmesinde 9 yaşındaki, çocuk oyuncu Helena Zengel’in de epey payı var, zira başarılı bir şekilde rolünün altından kalkıyor. Normların ötesinde bir çocuğu anlatmanın tüm zorluğu, oyuncu ile aşılmış diyebiliriz ki elbette yönetmenin tercih ve yönlendirmesiyle.
Sistemi anlatmıyor
Bu arada filmde sisteme yönelik bir eleştiri sunulmuyor. Bir çocuğun sosyal hizmetlerin elinde oradan oraya gitmesi ilk olarak akla bunu getirse de işin o tarafı öyle değil. Yönetmenin asıl odaklandığı şey Benni’nin yaşadıkları ve tepkileri. Zira birçok ülke, özellikle Türkiye düşünüldüğünde böyle bir travma yaşayan çocuk için sosyal hizmetlerin değil harekete geçmesi, bir kız çocuğunda bu durumun kabul edilmesi bile imkansız! Zira Benni bir kız çocuğundan beklenmeyecek(!) kadar öfkeli, yerinde duramayan, itaat etmeyen bir yapıya sahip. Bu hikâye, bir erkek çocuğunda bu kadar dikkat çekmeyebilirdi. Zira kadın, çocuk ya da yetişkin modern toplumlarda dahi itaat kültürünün bir parçası ve cinsiyet eşitsizliği ile dünyaya geliyor. O yüzden Nora Fingscheidt’ın asıl derdi bir kız çocuğunun oyunbozanlığı; beklenmedik, alışılagelmedik, zapt edilmeyen… O yüzden tam anlamıyla Benni’nin geçmişte ne yaşamış olduğunu izleyiciye anlatmıyor. Şimdiki durumu üzerinde duruluyor. *Mor ve Ötesi grubunun Oyun bozan şarkısından.
Onu yaralayan sistemin kendisi
Sosyal hizmetlerin onun için çırpınışını ama çare bulamayışını, öz annesinin ona dair korkusunu; Benni’nin yalnızlaştıkça artan öfkesini perdeye taşıyor Fingscheidt. Film boyunca Benni’nin daha önce 14- 15yaşında ıslah evine girmiş çocuklarla uğraşan refakatçisi, ondan sorumlu olan sosyal hizmet uzmanı; bir süre evinde kaldığı bir kadınla iletişim kurduğunu ya da düzelir gibi olduğunu izlesek de istenilen bir mutlu son ya da nihayet beklentisi her defasında boşa düşüyor. Bazen final yapmasını beklediğimiz yerlerde ters köşe yatıran filmin yer yer heyecanını kendi bakiyesinden yiyerek tükettiğini söyleyebiliriz. Hatta Benni ile kurulan her ilişkinin boşa düşmesinin seyirciyi yorduğu da eklenebilir buna. Ama şöyle bir nokta var ki Alman sosyal hizmetler kurumu gibi deyim yerimdeyse tıkır tıkır çalışan sistemlerin de açıkları var. Bu yüzden tekrarlara böyle bakmak daha mantıklı hale geliyor. Yani bilindik yöntemlerin iflas ettiği noktalar kendini tekrar ediyor aslında. Sistemi ya da oyunu bozmak kulağa hoş gelse de Benni ya da başka bir çocuğun bu hale gelişinin altında büyük bir travma var. Benni aslında tam da onu iyileştirmeye çalışan sistemin parçaları tarafından yaralanmış. Aynı sistem bu yüzden kırılan parçayı kendine entegre edemiyor.
Oyunbozan bir gelişim ya da büyüme hikâyesi değil sistemi kıran, gergin, yaralı bir kız çocuğunun öfkesi…