Dışişleri Bakanının “SDG, oyunbozancılık yapıyor!” sözü bir gerçeği ifade ediyor. Ve SDG, bunu ilk defa yapmıyor…
İlk “oyunbozancılığı”, Suriye’nin kuzeyinde, ABD ve Türkiye’nin estirdiği rüzgârla cihat ilan eden IŞİD, önündeki her şeyi yakıp yıkarken, esir pazarları kurup kadınları çocukları satarken, erkekleri vahşice katlederken; Erdoğan, “Kobanê düştü düşecek” ve Perinçek, “Kobanê’nin düşmesi Kürtlerin yararınadır!” derken Kobanê’de yapmıştı!
Herkesin, deyim yerindeyse arazi olduğu, rejim güçlerinin tümüyle güneye çekildiği, KDP Peşmergelerinin ölü taklidi yaptığı, Türkiye’nin tırlarla çetelere silah gönderdiği bir zamanda Kürtler, on binin üzerinde şehitle IŞİD’i durdurarak “oyunbozanlık” yapmışlardı!
Sadece 10 yıl geçti ama biraz hafıza tazelemekte yarar var:
Esad’a karşı desteklediği cihadist çetelerle yol yürümenin olanaksızlığını anlayan ABD ve halklarından başka desteği olmayan YPG’nin taktiksel ilişkisi, Kobanê direnişinin son günlerinde başladı. Bu zoraki ilişki, gelişerek günümüze kadar geldi. AKP yönetimindeki Türkiye, Salih Müslim ile görüşmeler yapıp Kürtleri Esad’a karşı kullanmaya çalışsa da istediği yanıtı alamayınca çetelerle ilişkilerine hız verdi. IŞİD yenilip dağılınca da toparlayıp silahlandırmaya hız verdi. Bizlerin vergileriyle çete üyelerine maaş da veren Türkiye, onları Suriye halklarına karşı kullanmaya, başta Afrîn olmak üzere Suriye’nin kuzeyinde işgallere devam etti. Artık cihatçı çetelerin adı “Suriye Milli Ordusuydu!” Erdoğan’ın, ikili oynayan ABD’ye, “Biz Suriye Milli Ordusunu birlikte kurduk yaa” diyerek yaptığı sitem de IŞİD’in iki Türk askerini diri diri yaktığı görüntüler hafızamızda taptaze…
IŞİD ve ardılı cihatçı çeteler, devletçe hoş görüldükleri, ağırlandıkları Türkiye’de, başta 20 Temmuz 2015 Suruç ve 10 Ekim 2015 Ankara Gar katliamları olmak üzere onlarca eyleme imza attılar. Buna rağmen AKP iktidarı, çeteleri değil, Türkiye’ye yönelik tek saldırısı olmayan YPG’yi “terörist” olarak adlandırmaya devam etti. Yaralı çete mensupları Türkiye Hastanelerinde özenle tedavi edildi. Bizden başka hiçbir ülkenin “terörist” demediği YPG (Halk Savunma Güçleri) ise SDG (Suriye Demokratik Güçleri) adıyla, artık sadece Kürtleri değil, Kuzey Doğu Suriye Halklarını, şeriatçı çetelere karşı korumaya devam etti. Sadece söylemiyle değil, demokratik pratiğiyle de bölgedeki halkların güvenini kazanarak Suriye’nin başat öznesi oldu. Şimdi Kürt, Ezidî, Dürzi ve her mezhepten Arap halklarının can güvenliklerini sağlayacak güç olarak SDG’yi görmesi bundandır.
Bölgedeki tek seküler yapı olan SDG, aslında laikliğin ülkemizdeki kırıntıları açısından da önemliydi. Aksi halde şimdi güneyimizde, AKP iktidarıyla örtüşen bir şeriat devleti çoktan kurulmuş ve bunun ülkemize yansımaları hiç de iyi olmayacaktı. Türkiye’deki laik çevreler bunu yeterince değerlendiremese de Kürtler, AKP iktidarının bu oyununu da bozmuştu…
Şimdi SDG, yine “oyunbozuyor!” Oyunun adı ise, makyajla, kravatla süsledikleri ve yeni ad vererek iktidar yaptıkları, IŞİD ardılı HTŞ lideri Colani’yle Suriye’de bir “düzen” kurmaktır. “Düzen” dedikleri bu yapının Türkçesi “Suriye İslam Devletidir.” Bu nedenle Hakan Fidan, HTŞ ve SDG arasında imzalanan 10 Mart anlaşmasını, SDG’yi buharlaştırarak “entegre edecek” bir çerçeveye sıkıştırmak istiyor; Colani’yi Kürtlere karşı kışkırtarak kendi ideolojisiyle örtüşen tekçi bir İslami iktidara yüreklendiriyor. Bu da TSK başta olmak üzere Türkiye’nin gücünün ve kaynaklarının 14 yıldır olduğu gibi yine bu yolda harcanmasına ve yeni krizlere davettir. İşte SDG, bu oyunu da bozuyor…
Yurtseverlik, milliyetçiliğin aksine başka halkların, inançların varlığını, haklarını reddetmeden barışçı bir tutumla kendi yurdunu, haklarını savunur. Kendi ulusu için hak kabul ettiğini başka uluslar için inkâr etmez. Çünkü bu anlayışın, kendi ulusuna da büyük bedeller ödeteceğini gözetir. Kürt varlığını inkâr eden ırkçı milliyetçiliğin 40 yılda ülkemizi getirdiği yer ortadadır. Bu anlamda MHP, belki de siyasi geçmişinde ilk defa, Kürt Meselesine dair olumlu söylemleriyle ulusun uzun vadeli geleceğine dair olumlu bir süreci başlattı. Çünkü barış, her şeyden önce ülkenin bütünü açısından olmazsa olmazdır. Bu sözlerini pratiğe yansıtmak ve eşitlik içinde bir arada yaşamı savunmak ise daha gerçekçi ve cesur bir duruşu gerektiriyor. Bunun ilk adımı da Rojava gerçeğini görüp kabul etmek olmalıdır.
Hakan Fidan’ın saklama gereği duymadığı oyun, AKP iktidarının, barış sürecine dair kafasının arkasındaki hesapları da açık ediyor. Silahların susmasını, Kürt meselesinin demokratik çözümünü isteyen bir devlet aklı, Rojava gerçeğine sırtını dönebilir mi? Suriye’de Kürt düşmanlığına devam eden bir anlayışın Türkiye’de barıştan yana bir tavır alması mümkün olabilir mi? Barış sürecinde iktidarın izlediği çizginin birbirinden çok açık zikzaklar izlemesi bence bundandır.
Meclisteki komisyon başkanı Kurtulmuş’tan demokratik sözler duyulurken geçmişte HDP’ye saldırdıkları gibi sürecin dışında tutmak istedikleri CHP’ye saldırılar, operasyonlar devam ediyor. Bahçeli’den barışa övgüler saçılırken, komisyonda Kürtçe hala “bilinmeyen dil” muamelesi görüyor! Diyanet İşleri Başkanının ağzından IŞİD’i anımsatan fetvalar saçılıyor.
Demokratik Toplum yolunda, barışı toplumsallaştırmak çok emek istiyor. Oyunları bozmak, özellikle CHP’yi ısrarla sürecin dışına çekmeye çalışan bir avuç ırkçının ve “Cumhuriyet elden gidiyor!” demagojisiyle sol görünümlü savaş çığırtkanlarının oyununu bozmak bizlere düşüyor.