Demokratik toplumun temel ilkelerinden biri, kendini savunmaktır. Kendini savunamayan toplumlar, kapitalist modernitenin ulus devlet çarkında, kendi özünden boşaltılmış, posa haline gelmiş toplumu ifade eder. Tarihten günümüze, toplumların işgal ve yabancı yönetim dayatmalarına karşı sürekli bir direniş içerisinde olduklarını görürüz. Özellikle de kent, sınıf, devlet olgusunun gelişmesiyle birlikte, artı ürün ve değerlere el koyma temelinde toplumların sürekli saldırı ve sömürü politikalarına maruz kaldıkları da bir gerçektir. Buna karşı halkların direnişleri öz savunma çerçevesinde gelişir. Bu bakımdan da öz savunma halklar için varoluşsal niteliğe sahiptir.
Özellikle demokratik toplumun kendini koruma-savunma prensibi öz savunmadır. Demokratik kültürle beslenen toplum aynı zamanda ahlaki ve politik toplumdur. Ahlaki ve politik toplum, kendi yaşamıyla ilgili kararları kendisi alan toplumdur. Bu toplum, dıştan gelen her türlü yabancı yönetim ve saldırılara, kendi öz kültürel direnişiyle cevap verir. Yapılan saldırıların niteliği, verilecek cevabın özünü de belirler. Dolayısıyla toplumun öz savunması, varlığını koruma temelinde olduğu için her türlü yöntemin devreye konulması temel, meşru bir haktır. Meşru savunma ekseninde verilen mücadele, demokratik tutumun her türlüsünü kapsamak zorundadır. Nitekim günümüzde kapitalist modernite, toplumları kırmak, sömürmek ve talan etmek için her türlü zorbalığı devreye koymaktadır. Bunları devreye koymak için de hiçbir ahlak, kanun tanımamaktadır.
O halde demokratik toplumun kendi öz savunması, küçükten büyüğe her tür yöntemi içinde barındırmak zorundadır. Demokrasinin esas özelliği, zengin vahasından gelir. Toplumun kendi kendini yönetme ve idare etme tarzı olan demokrasi, bin yılların tarihsel direniş geleneğini, çağımızın bilim-teknik gerçeğiyle buluşturarak son derece zengin direniş yol ve yöntemini sunar. İktidarcı-devletçi uygarlık sistemine karşı halkların haklı ve köklü direniş kültürü her türlü saldırıyı bertaraf edecek özellik ve niteliğe sahiptir.
Burada önemli olan temel husus, toplumun bilinç ve örgütlenme konusunda demokratik kültür temelinde eğitilmesidir. Bilinçlenen toplum örgütlenme olmadan, savunmanın, savunma olmadan da öz hakikatiyle yaşamanın mümkün olmadığını bilen toplumdur. Tersinden bakılırsa örgütlülüğü ve öz savunması olmayan toplum, yabancı yönetimler tarafından sömürülen ve manevi olarak olmayan toplumdur. Bunu en iyi Kürt halkı bilmektedir. Son iki yüz yılda yaşadığı inkar, sömürü, katliam ve asimilasyon politikalarıyla kendi gerçeğinden dolayısıyla hakikatinden uzaklaşan Kürt halkı ve bireyi sosyolojik, tarihsel, siyasal ve kültürel olarak yok oluş süreci yaşamaktaydı. Farklı hakikatlerin öznel gerçekliğiyle toplumsal olarak başkalaşıma uğramış, özünden yoksun hale getirilmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin 50 yıllık mücadelesiyle Kürt toplum ve bireyi “xwebûn’’laşmıştır. Kendi özüyle yeniden buluşur, özüne kavuşur hale gelmiştir. Bunu da meşru savunma temelinde yürüttüğü mücadele ve bedel ile gerçekleştirmiştir.
Günümüzde de tüm kazanımlara rağmen Kürtler ve bir öğesi oldukları tüm demokratik toplum yapıları açısından mevcut sistem gerçekliği içerisinde öz savunma dışında varlığını koruması mümkün değildir. Demokratik siyasetle kendi yaşamıyla ilgili karar sahibi olurken, öz savunmayla bu kararı alabilen iradeyi açığa çıkarır. Demokratik toplum aynı zamanda örgütlü toplumdur, örgütlü toplum olmanın da yegâne ilkesi o örgütlülüğü koruyan savunma gücüdür. Demek ki toplumsal var oluşun temeli, savunmaya dayanır. Bunun teğet geçildiği her an ve mekân, toplumun dağılmayla yüz yüze geldiği, an ve mekandır. Tarih kendi somutunda bunu tüm acılarıyla binlerce kez toplumun hafızasına işlemiştir. Dolayısıyla demokratik toplumun güvenliği ne savaş ne de barış hallerinde başka güçlerin insafına bırakılamaz. Hele hele ulus devlet canavarının, kan ve sömürüden beslenen vampirlerinin insafına hiç bırakılamaz.
Önder Apo bu konuda, “Demokrasilerin eylem tarzını kavramadan, işleyişi geçerli kılmak güçtür. Eylemsiz demokrasi sessiz insan gibidir. Eylem demokrasinin dilidir. Halkın her hareketliliği, örgütlerin her faaliyeti bir eylemdir. Basitten karmaşığa doğru gösteri, toplantı, yürüyüş, seçim, miting, protesto, grev vb. şartları doğduğunda yasal direnme ve ayaklanmalara kadar eylemler dizisi yerinde ve zamanında sergilenmeden demokrasiler yürütülemez. Özellikle halkın temel talepleri göz ardı edildiğinde, demokrasinin birçok kurum, kural ve amacı tahrip edildiğinde eylemler zorunlu çözüm araçlarıdır. Eyleme geçmeyi başaramayan bir halk ve örgüt demokratikleşemez. Eylem yeteneğini gösteremeyen bir halk ve örgüt aslında ölmüştür. Eylemlerin örgütlülükle mümkün olduğu, örgütsüz eylemliliğin boş ve başarısız kalacağı açıktır. Halklar ne kadar örgütlüyse o kadar eylemli olurlar. Eylemleri hep protesto, direniş gibi görmemek gerekir. Sivil toplum eylemlerinin çoğu yapıcıdır. Pozitif eylem anlayışı esastır’’ der.