1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’de basın göreceli özgürlüğünü de kaybetti. On yılların özel savaş propagandacılığı onlarda bir kompleks yaratmış. Kürdü yok sayma, küçük görme, sadece yok edilmiş bir Kürtlük düşünme bunların düşünce kodları haline gelmiştir.
Dr. Hayri Hazargöl
Bir ülkede basının karakteri önemli siyasi ve toplumsal konulardaki duruşuna bakılarak anlaşılır. Şu anda Türkiye’deki en önemli siyasi konu İmralı ile yürütülen siyasi süreçtir. Devlet Bahçeli PKK lideri Abdullah Öcalan’a çağrı yaptı. İmralı’dan da olumlu cevap geldi. Öcalan ‘’mevcut 50 yıllık çatışmalı süreci siyasi ve hukuki zemine taşıyabilirim’’, dedi ve PKK’nin fesih edilmesini istedi. PKK de bu isteğe uyarak kendini feshetti. Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en önemli siyasi olay budur. 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti, ömrünün yarısını PKK ile çatışma içerisinde geçirmiştir. Türkiye’de aklı başında herkes bu çatışmalı sürecin sonlanmasını, Türkiye’nin ayağındaki prangalarından kurtulması olarak değerlendiriyor. Çünkü Türkiye ayağındaki bu pranga ile yürüyemiyor.
Peki PKK liderinin attığı bu büyük adımlara Türkiye’deki basın ne kadar anlam biçiyor ve değer veriyor? Herkes de biliyor ki, Türkiye’deki basının %90’ından fazlası AKP-MHP iktidarına bağlı. O zaman AKP-MHP şu anda yürüyen sürece ne kadar bağlı ve destekliyor? Bu basının tutumuna bakılırsa AKP-MHP’nin süreci söylendiği gibi sahiplenmediğini gösterir. Türkiye’de basın bağımsız olsaydı böyle değerlendirmezdik. Basının özgür tavrı derdik. Ama Türkiye gerçeğinde böyle olmadığını sadece Türkiye değil, tüm dünya biliyor. Bu açıdan basın için değerlendirme yapmak basın üzerinde baskı yapmak değildir. Aksine on yıllardır özgür basın olmasını savunuyoruz. Ne var ki, 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’de basın göreceli özgürlüğünü de kaybetti. 1980-1990 arasındaki basının da gerisine düştü. Başta M. Ali Birand olmak üzere birçok basıncı basının devlete bağlı bir merkezden yönlendirildiğini söylediler. Şimdi de böyledir. İletişim Başkanlığının esas görevi de bu olmaktadır.
Muhalif gözüken Sözcü TV aslında yandaş basın denen basın grubunun bir parçasıdır. PKK’nin feshiyle hızlanan bir sürece karşıtlıkları benzerdir. Bunlara göre Kürt sorunu yoktur, sadece PKK’nin, dolayısıyla Kürt Özgürlük Hareketinin bitirilme sorunu vardır. Sanki 50 yıllık çatışmayı ortaya çıkaran toplumsal ve siyasi sorunlar yoktur. Bir terör kavramı tutturmuş gidiyorlar. Bu basın, bu tutumlarıyla bu sürecin demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü ile neticelenmesini istemiyor. Bu sürece ve Kürt sorununa bu yaklaşım 50 yıl süren bu savaş sürsün demektir. Bu, savaş rantçılığı ve savaş seviciliğidir. Çünkü bu süreç olumlu neticelenmezse savaşın yeniden başlayacağı açıktır. Bunun sonucu da bir PKK gitmişse başka PKK’ler ortaya çıkar.
Bazıları televizyona aptal kutusu diyorlar. Türkiye’deki TV ve tüm basının tavrına bakınca bunlar düşünmeyen aptallar haline gelmişler denilebilir. On yılların özel savaş propagandacılığı onlarda bir kompleks yaratmış. Kürdü yok sayma, küçük görme, sadece yok edilmiş bir Kürtlük düşünme bunların düşünce kodları haline gelmiştir. Bu nedenle Kürtlerle ilgili konularda 50 yıldır, hatta yüzyıldır şekillenmiş düşünce kalıpları dışında düşünemiyorlar.
Türkiye’de 50 yıllık şiddetli çatışma içinde geçen 100 yıllık Kürt sorununu çözmek ancak toplumun Kürt sorununun çözümüne destek vermesiyle gerçekleşir. Aslında Türkiye toplumu binlerce yıldır bir arada yaşadığı Kürtlerin sorununun çözümünü ister. Ama devletin 100 yıllık politikası ve basının tamamen Kürdü kültürel soykırıma uğratma politikasının propagandacısı olması bu sorunun çözümünün toplumsallaşması önünde en büyük engeldir. Kuşkusuz iktidarın CHP’ye yönelik yargı operasyonları da bu sürecin toplumsallaşmasını önleyen önemli bir etkendir. Ancak toplumu bilgilendirme ve doğru düşünmeye sevk etmede büyük rolü olan basının bu konudaki olumsuz rolünü de görmek gerekir.
Sözcü TV gibi bir televizyon ve bir iki gazetenin aslında çok fazla etkisi olmaz. Bunların kendilerini dinletme zemini bulmasını sağlayan da AKP-MHP etkisindeki yandaş basındır. Dili değişmiyor. Terörist de terörist diyor. Örgüt şu adımı atsın, örgüt şunu yapsın vb. nakaratlarını sürekli işliyorlar. Böylece sorunun gerçek özünü ve içeriğini saklıyorlar, örtüyorlar. Bunu bilerek yapıyorlar. Bu karakteriyle bu basın Türkiye’nin sadece ayağındaki değil, beynindeki pranga da oluyor. Yeni Şafak gibi AKP yandaşı bir gazete, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunun İmralı’ya gidişi gündeme gelince tam bir provokatör gibi davranmıştır. Bunun nerenin ajanı olduğu belli olmayan bir Çömez’in tavrından ne farkı var?
Türkiye’deki basının çoğunluğunun Türkiye’nin temel sorunlarına ilgisi yok. Türkiye sevdası ve bunun getirdiği kaygılar yok. Varsa yoksa savaş rantçılığı! Savaş yeniden başlarsa bunlar Kürtlerin özgürlük mücadelesine düşmanlık yaparak rant elde edecekler, belli konumlara kavuşacaklar. Türkiye’de 50 yıldır Apo ve PKK rantı yiyenler var. Bu rantın konforuna alışmışlar. Herhalde dünyanın başka bir yerinde herhangi bir basının bu düzeyde savaş rantçılığı yapmasına rastlanmamıştır. Belki bir kısım İsrail basını ile karşılaştırılabilir.
Anamın sık sık tekrarladığı gibi; Allah akıl dağıtırken bunlar neredeydi! Herhalde yine rant peşinde koşuyorlardı. Allah bunlara akıl fikir versin!









