PKK Lideri Abdullah Öcalan, Kürt sorununun çözümüyle ilgili dikkat çekene kadar 1921 Anayasası görmezden gelindi. Öcalan, bu anayasada yer alan özerklik kavramının çözüm için bir başlangıç olacağını belirtiyor
Yeni devletin kurucu anayasası 1921 Anayasası’dır. Bu anayasa Cumhuriyet döneminin en demokratik anayasasıdır. 1961 Anayasası Türkiye’nin en demokratik anayasası olarak lanse edilir, 1961 Anayasası kişi hak ve özgürlükleri açısından bir genişleme getirmiştir. Ancak grup hakları konusunda hiçbir açılımı yoktur. Aksine daha çok merkeziyetçiliği esas alan, etnik ve dinsel grupları yok sayan bir metindir diyebiliriz.
1921 Anayasası’nın özerkliği kapsaması tesadüfü değildir. Eğer 1920’lere giden süreci incelersek, 1921 Anayasası’nın neden demokratik olmak zorunda olduğunu ve hangi dengeler gözetilerek yapıldığını anlarız. Bunun için de 1. Dünya Savaşı’na kadar gitmek ve savaş sırasında ve sonrasında yaşananlara göz atmak gerek.
Savaş mağlubu
Türkiye, Almanya’nın yanında girdiği Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetti. Osmanlıda kalan son topraklar, galip devletler tarafından ele geçirildi. İngiltere, Fransa ve İtalya Türkiye’yi aralarında paylaştılar. Saltanat hala sürüyordu ancak, Osmanlı’nın başkenti İstanbul, İngiltere tarafından işgal edilmiş ve İngiliz bayrağı çekilmişti. Ayrıca Serv Anlaşması’na göre Osmanlı ordusundan arta kalan askerler de terhis edilecek, silahlar galip devletlere teslim edilecekti.
Mustafa Kemal, Osmanlı ordusunda bir subaydı. Yenilgi ile birlikte Yıldırım Orduları Grup Komutanı Alman General Liman von Sanders 7. Ordu Komutanlığı’nı Mustafa Kemal’e devrederek ülkesine döndü.
Ermeni Soykırımı’nın sorumlusu olan İttihat ve Terakki yöneticileri yargılanma korkusu ile yurt dışına kaçtı. Bu kaçışlar başkent İstanbul’da bir iktidar boşluğu yarattı. Mustafa Kemal başkente uzak olmasına rağmen bu boşluğun farkındaydı. Ayrıca ordudan terhis olmuş bazı subay arkadaşları da İstanbul’da bulunuyordu. Ateşkes gereği Yıldırım Orduları feshedildi ve Mustafa Kemal İstanbul’a çağrıldı.
İstanbul’dan Samsun’a
Mustafa Kemal burada 6 ay kaldı. Bu 6 ay ilginç bir 6 ay olmasına rağmen konumuzla fazla ilgisi olmadığı için detaylara girmeye gerek yok. Mustafa Kemal İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden olmadığı için, bu yüzden Osmanlı’nın yenilgisinden sonra Ermeni Katliamı’nda ve diğer savaş suçlarından sorumlu tutulmadı. Ordu terhis olunca o da görüşmelerde bulunmak için İstanbul’a geldi. Bir ara İstanbul Hükümeti’nde Savunma Bakanlığı’na talip olduysa da Padişah kendisini atamadı. Mustafa Kemal ayrıca bugünlerde İngilizlerle bazı görüşmelerde bulundu. Sonuç olarak bütün bu görüşmelerden Mustafa Kemal bir sonuç elde edemedi. Bunun üzerine Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal, Osmanlı ordusundan arta kalan birlikleri toparlamaya ve bir askeri harekata geçmeye karar verdi. Özellikle yine Osmanlı paşalarından olan Kazım Karabekir komutası altındaki birlikleri terhis etmemiş, o da başka bir zeminde bir direniş örgütlemeye karar vermiş ve adımlar atmaya başlamıştı. Mustafa Kemal ilk olarak Karabekir ile ilişkiye girdi. Ve Anadolu’da ne kadar kuvvet olduğunu tespit etmişti. Bir hesap adamı olan Mustafa Kemal, toplayabildiği kadar kuvvet topladı ve ittifak kuracak güçlerle ittifak kurmaya çaba gösterdi. Bu kuvvetlerin başında Kürtler geliyordu. Mustafa Kemal daha Anadolu’da ilk adımlarını atarken Kürtleri hesaba kattı ve Kürtlere ittifak oluşturmaya çalıştı.
1921 Anayasası’na giden süreç
İngilizler bazı çete grupların Karadeniz’deki faaliyetleri ile ilgili İstanbul Hükümeti’ne bir nota vermesi üzerine, İstanbul Hükümeti bu çetelerle baş etmek için 1919’un Nisan ayında Mustafa Kemal’i 9. Ordu’ya müfettiş olarak atadı. Mustafa Kemal göreve başlamak için 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktı.
Buradaki çete grupları Topal Osman ve benzeri gruplardı. Mustafa Kemal bunlarla mücadele etmek yerine bunları kendi planları doğrultusunda örgütledi. Azınlıklara yönelik soygun ve öldürme olayları sürdü.
Bu arada İstanbul’da Damat Ferit Paşa Hükümeti görevden alınarak yerine Ali Rıza Paşa Hükümeti kuruldu. Ali Rıza Paşa Hükümeti de Bahriye Nazırı Salih Paşa’yı, Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal ile görüşmesi için Amasya’ya gönderdi. Salih Paşa ve Mustafa Kemal’in görüşmeleri üç gün sürdü ve beş protokol imzaladı. Bu beş protokolün üçü karşılıklı olarak imzalanmış, iki protokol gizli sayılarak imzalanmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1961 yılına kadar bu protokolün Kürtlerle ilgili bölümü gizlenmiştir. Bu görüşme ve protokolden önce Kürt tarafında önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Amasya görüşmelerinin yapıldığı Ekim 1919’dan üç ay kadar önce Mayıs-Haziran 1919’da Ali Batı İsyanı’nın çıkmış olması, bir ay kadar önce de (Eylül 1919’da) Malatya yöresinde bir Kürt devleti kurma girişimi yaşanması (Resmi tarih bu olayı Ali Galip Olayı olarak adlandırır ve İngiliz kışkırtması olduğunu yazar) Mustafa Kemal’in “Kürtler konusunda” bazı önlemler almaya yöneltmiştir.
Öcalan’ın raftan indirdiği anayasa
PKK Lideri Abdullah Öcalan, Kürt sorununun çözümü çerçevesinde 1921 Anayasası’nı gündeme getirdi ve sorunun çözümü noktasında bu anayasanın bir başlangıç olabileceğini söyledi. Öcalan, birçok kez 1921 Anayasası’na atıfta bulundu. Demokratik Kuruluş ve Özgür Yaşam (İmralı notları) isimli kitaba yazdığı önsözde 1921 Anayasası hakkında şunları yazıyor: “Kürt realitesi parlamento tarafından kabul edilmeden nasıl anayasa yapacaksınız? Bu konuda 1921 Anayasası’nı ve yirmi maddelik Kürt Reform Tasarısı’nı temel alabilirsiniz. Orada Kürtlerin varlığının kabulü var. Biz Kürt Reform Tasarısı’nı canlandırmak istiyoruz. Biliyorsunuz, 9 Şubat 1922 tarihinde 64’e karşı 373 oyla kabul edilen Kürt Reformu Tasarısı belgelerinin gizlenmesi Kürtleri tasfiye amaçlıdır (s.12).” Uzun süreden sonra bu yıl gerçekleşen avukat görüşmesinde Öcalan, çözüm için tekrar söz konusu anayasayı işaret etti.
‘1921 Anayasası Kürt vekillerle birlikte yapıldı’
Murat Sevinç, 1988 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. Yüksek lisans yaparken Anayasa Kürsüsü Asistanı oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı fakültede siyaset bilimi alanında yaptı. Aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2017 yılında Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi ile görevine son verildi. Sevinç’in, Dinçer Demirkent’le birlikte ‘1921 Anayasası Üzerine Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası (1921 Anayasası ve Tutanakları)’ isimli yayınlanmış bir çalışması var. Murat Sevinç 1921 Anayasası ile ilgili sorularımız yanıtladı.
- 1921 Anayasası’nda yer alan özerklik kapsamına dair neler söylersiniz?
1921 Anayasası’nın en özgün yanlarından biri, yerel yönetimlere ‘muhtariyet’ tanımasıydı. Bir daha hiçbir anayasamızda böyle bir ‘yerel özerklik’ düşüncesi yer almamıştır. Anayasa’nın 10. maddesi ‘İdare’ başlığını taşır ve idari yapıyı üç biçimde tanımlar: Vilâyat, kaza ve nahiye. Bu kısa anayasa, metnin sonuna dek konuyu düzenler. Zaten yalnızca 23 maddeden oluşuyor ve bir de sonunda Madde-i Münferide var. Anlayacağınız anayasanın yarısı muhtariyet konusunu düzenliyor. Özerkliğe sahip birimler, vilayet ve nahiyeler. Yani en büyük ve en küçük olan iki idari birim. Kazanın böyle bir özelliği yok. 11. madde, Meclis tarafından çıkarılacak ‘kanunlar’ uyarınca ve tabii belli merkez yetkileri haricinde (iç dış siyaset, yargısal ve askeri konular gibi) çok önemli yetkiler veriyor yerele. Evkaf (vakıf), medaris (mektep), maarif (eğitim), sıhhiye (sağlık işleri), iktisat, ziraat, nafia (bayındırlık), muaveneti içtimaiye (sosyal yardımlaşma) işleri; vilayet şuralarına bırakılmıştır. Şuralar, vilayet halkı tarafından seçilir.
Halka en yakın birim olan nahiye (bir ya da birkaç köyün birleşmiş hali), yine özerkliğe sahip. Seçimle gelen bir şura tarafından yönetiliyor. Nahiye şurasının, kanunla belirlenmiş alanlarda, ‘kazai, iktisadi ve mali’ yetkileri var.
Bu sistemi, bugünkü ‘bölgeli devlet’ yapılarına benzetebiliriz belki.
- Özerkliği kapsayan bir anayasanın erken bir dönemde kabul edilmesi hangi koşulların sonucuydu?
Koşulların ürünüydü. ‘Erken’ dönem dediğiniz, kuruluş aşaması, yani erken değil. Genel kabul görmüş bazı kanılar var bu konuda. Dönemin ‘halkçılık düşüncesi’ çok güçlü ki, Anayasa’nın sunulan ilk hali, ‘Halkçılık Programı’ olarak adlandırılan metin. İkincisi, Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında, ülkenin 30’a yakın bölgesinde oluşturulmuş ve halkın kendi kaderine el koyduğunu gösteren yerel direniş örgütleri, kongreler. Bülent Tanör’ün “yerel kongre iktidarları” olarak adlandırdığı, son derece heyecan verici bir yerel inisiyatif söz konusu o dönemde. Yani bu yerel güçlerle bugünkü gibi bir merkezi yapı kurmak pek mümkün değil doğrusu. Üçüncüsü, Bolşevik etkisi. Şura, kurul demek biliyorsunuz; yani ‘sovyet’ demek. Kurullar yönetimi. Nitekim Anayasa’nın görüşmelerinde dile getiriliyor bu konu. Bolşevik etkisi. Dördüncüsü ise uzun süre görmezden gelinen ‘Kürt’ meselesi. Bu bir savaş anayasası. Savaşta Kürt ve Türk birlikte savaşıyor. Mustafa Kemal’in Kürtlere ihtiyacı olduğu gibi, özellikle Sünni Kürtlerin de, büyük ölçüde ‘Sevr’e karşı, Türklere ihtiyacı var. Kürtler kararlarını bu yönde veriyor ve savaş birlikte veriliyor. Anayasayı yapan Meclis, Birinci Meclis ve Kürt vekiller, muhalifler var. 1923’teki seçimde o muhalefet tasfiye ediliyor. Mustafa Kemal uzun süre ‘Türk’ adını kullanmamıştır. Anayasa’da da yok. 1924 Anayasası ise Kürtleri ‘Kürt’ kimlikleriyle dışarıda bırakan, kendilerine ‘Türk demeyi’ kabul edenleri içeren bir anayasa.
Doğrusu, bugünden bakıp yüz yıl öncesinde hikmet aramanın bir alemi yok. Bu anayasa Kürtler düşünülerek yapıldı demek doğru değil. Yukarıda saydığım gerekçelerin hepsi geçerli. Ancak Mustafa Kemal’in özellikle Lozan’a verilen arada gerçekleşen İzmit basın toplantısında Kürtlerle ilgili soruya yanıt mahiyetinde söylediklerine (okuyucudan on yıllarca saklanan) bakılırsa, bu Anayasa’nın Kürt sorunu için ‘kullanılmadığını’ düşünmek mümkün değil doğrusu. Mustafa Kemal o söyleşide, federasyonun vs. gerekli olmadığını, Türkiye’yi parçalayacağını ve zaten 1921 Anayasası gereğince Kürtlerin belli bölgelerde kendi kendilerini yönetme hakları olduğunu hatırlatıyor. Hikmet aranmasın ancak görmezden de gelinmesin. Mesele bu.
- 1921 Anayasası’nın perspektifinin bugün Kürt sorununun çözümüne nasıl bir katkısı olabilir?
Çok zor ve yanıtı uzun bir soru bu. Hiç olmazsa şu söylenebilir: 1921’de tartışılan konular elbette yüz yıl sonra da tartışılabilir. Yüz yıl sonra, o günkü uygarlık seviyesini yakalamak mümkün olmalı. Günümüz milletvekilleri eğer herhangi bir şey okumak zahmetine katlanırlarsa, örneğin 1921’in tutanaklarını okuyup milletvekilliğinin nasıl bir yetki ve görev olduğu üzerine düşünebilirler. Bugün zaman zaman HDP’nin dillendirip canının okunmasına neden olan kimi konular, o gün Mustafa Kemal ve diğer mebuslar tarafından Meclis’te konuşulabiliyordu. Belki bu somut gerçekler daha sık hatırlatılabilir. Ama önce düşünce özgürlüğüne gerek var tabii.
- Akademinin 1921 Anayasası’na ilgisizliğinin nedeni ne olabilir?
Bunu bana değil de, ilgisiz olduğunu düşündüğünüz akademiye sormanız daha doğru olur sanırım. Haberleri yoktur böyle bir anayasadan belki! Varsa da, hükümetten ‘ilgilenin’ talimatı gelmesini bekliyor olabilirler. Dediğim gibi, onlara sorun.
Yarın: Amasya Protokolü ve özerklik tasarısı