DEM Parti Milletvekili Özgür Saki ile kadına şiddetin erkek-devletle bağını, 8 Mart’ı ve kadınların mücadelesini konuştuk:
İktidarın bu meseleye bakışı çok berrak ve net. O bakış itaat eden bir toplum yaratmak, itaat eden bir kadın yaratmak. Bunca yıllık çabalarına rağmen asıl sonuçları elde edemiyorlar. Çünkü kadınlar kendi direniş odaklarını her yerde örmeye devam ediyorlar
Nesli Şahiner
Kadına yönelik şiddeti önleyici mekanizmalara sahip olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen Türkiye, kadına yönelik şiddette OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer alıyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2024 yılında Türkiye ve Kürdistan’da 394 kadın katledildi, 259 kadının ölümü ise şüpheli olarak bırakıldı. Muğla’da üniversite öğrencisi olan 27 yaşındaki Pınar Gültekin de 2020’de yaşamı çalınan kadınlardan biriydi. Fail Cemal Metin Avcı tarafından 16 Temmuz 2020’de katledildi. Otopsi raporunda Pınar Gültekin’in “canlıyken yakıldığı” tespit edilirken, katil Cemal Metin Avcı’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Fakat geçtiğimiz günlerde cezayı bozan Yargıtay, failin vahşetini “canavarca hisle eziyet çektirerek öldürme” olarak görmedi. Üstüne bir de ödül verir gibi faile haksız tahrik indirimi yapılmasına hükmetti…
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün eşiğinde konuyu birçok yönüyle DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki ile konuştuk.
- Türkiye, uzun süredir kadın ve çocuklara yönelik şiddetle, tutuklama furyalarıyla, savaş politikaları ve kayyım atamalarıyla adından söz ettiriyor. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı değil mi?
Ben sosyalist feminist hareketten geliyorum, buna biz ‘patriyarkal kapitalizm’ diye bir teşhis koyuyoruz. Yani bu hem kapitalizmin ihtiyaçlarına göre, sermayenin çıkarına göre bir toplumsal yaşam inşası hem de aynı zamanda kadınların emeğinin, bedeninin ve kimliğinin denetlenmesi, sistemin güçlendirilmesi demek. Çünkü bu ikisi birbirini çok fazla besliyor ve tüm sömürü mekanizmalarını da doğallaştırıyor. Şöyle diyorlar; ‘Kadının zaten doğuştan gelen özelliğidir hane içinde emek harcamak. Dışarıda ücretli emeği varsa da bunu eve katkı olarak yapar. Asli işi hane içindedir.’ Aile politikalarının bu kadar güçlendirilmesi de böyle, bu anlayışla yapılıyor. Peki bu neyi gizliyor? Bu hane içinde aslında devletin karşılaması gereken çocuk ve yaşlı bakımı, ev içi tüm işleri kadınların omuzuna yüklemek demek. Üstelik bu da yetmiyor, kadınların bunu severek, isteyerek ve benimseyerek yapmaları isteniyor. Toplumsal yaşamdaki tüm baskı mekanizmaları sömürülerin de doğallaşması sonucunu doğuruyor, o anlamda birbirinin ihtiyaçlarını çok iyi karşılıyorlar. Yani sadece mesele kapitalizmin işleyişi değil. Kapitalizmin kendisi de bir kriz içinde, biz biliyoruz ki 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı kapitalizmin krizleri nedeniyle çıkmıştı. Şimdi kapitalizm yine kendi krizini bu defa ta 1492’lerde kalmış sömürgeci politikalarla çözmeye çalışıyor. Bu politikalar da uzmanlaşmış orduyu gerektiriyor, savaşı gerektiriyor. Savaş çıkartmaları gerekiyor. Kadınlar açısından bunun devasa boyutları var. Militarist politikalar güçlendikçe şiddet toplumsal yaşamın bütün dokularına sirayet ediyor, zaten erkek, ailede devletin temsilcisi olarak görülüyor. O yüzden de hane içinde erkek çok rahatlıkla kadına şiddet uygulamayı, kadını istismar etmeyi, kadının cinselliğini, bedenini denetlemeyi kendinde hak görüyor. Savaş politikaları özellikle kadına yönelik şiddeti çok tırmandıran bir durum. Savaş olmasa da kadına yönelik şiddet oluyor ama son dönemlerdeki bu vahşice saldırıların ekonomik krizle de savaşla da ilgisi var. Kadına şiddeti, cinayetleri meşrulaştırırken şöyle diyorlar; ‘alkol almıştı, çok strese girmiş, işinden kovulmuş o yüzden yapmış.’ Ama biz de şunu soruyoruz, neden acaba bir erkek çok bunaldığında gidip patronunu öldürmüyor da kadını öldürüyor? Burada patriyarka devreye giriyor. Kadını aile içine hapseden, kadının eşit ve özgür birey olarak toplumsal yaşamın her alanında var oluşunu kabullenemeyen patriyarkal sistemin sonucunda erkek rahatlıkla kadına şiddet uygulamayı, kadını denetlemeyi kendine meşru görüyor. Bir de burada dini motiflerle, muhafazakar politikalarla çok daha fazla güçlendiriliyor.
- 2025’in ‘Aile Yılı’ ilan edilmesi, şiddet gören ve katledilen kadınların davalarına da yansıyor. Yargıtay’ın Pınar Gültekin davasında failden yana kararıyla başka bir vahim eşik daha mı atladık?
Şimdi ağzını açtığında Tayyip Erdoğan ya da Aile Bakanı diyor ki; ‘doğurganlık azalıyor, evlilikler çok geç yapılıyor, boşanmalar artıyor.’ Evet, üçü de doğru. Çünkü kadınların da bir direnişi var ve birbirine güç veren bir mücadelesi var. O nedenle her seferinde sürekli yeni genelgeler, aile yılları, vizyon belgeleri şeklinde yeni politikalar çıkartıyorlar. Bakın ‘evlenin’ diyorlar, evlilik kredisi veriyorlar, borç veriyorlar. Yani borçlandırarak itaat etme meselesi bu aslında. Kişileri bütün toplumsal yaşamdan, direniş odaklarından da geri çekmek demek bu borçlandırma meselesi. Mesela ‘doğurganlık artsın’ diye fetvalar vermek aslında kadın cinayetlerin artıran bir eşik olacak. Çünkü kadın doğurup doğurmamaya, ne zaman doğuracağına, kaç çocuk sahibi olacağına kendisi karar vermek istiyor. Ama bu devlet politikası olarak her gün böyle bastıra bastıra söylendiğinde, hane içindeki erkeğe de cesaret vermiş oluyorsun, bu da tüm kadınlara tehdit unsurudur. Pınar Gültekin meselesi de, ki hani eşik atladık dedin ya, evet bence eşlik atlıyoruz. Çünkü ne yapsa AKP sonuç alamıyor ve toplumsal yaşamda bir çürüme başlamış vaziyette uzun süredir ve artık gerçekten erkekler katliam düzeyinde öldürmeye başladı. Çocuklarını, ailenin tamamını öldürüyorlar, bazen kendisi de intihar ediyor. Bu bir sıçrama. Ben dava takiplerine de katılıyorum, bütün aşamalarında devletin mesajı tekrar tekrar ifade ediliyor. Ne demek istiyorum? Sanık Cemal Metin Avcı Pınar Gültekin’i önce boğuyor, sonra yakıyor, bir de bidonda üzerine beton dökmeye kalkıyor. Telefonlarını, sim kartını parçalıyor, ayrı ayrı yerlere atıyor, ki farklı farklı yerlerden sinyal gelsin. Yani ince ince tasarlanmış bir cinayet bu, çok korkunç. O yüzden de ‘tasarlayarak canavarca hisle öldürme suçu’ olması gerekiyor. Peki ne oluyor? Dava sırasında Pınar Gültekin’in annesine dava açılıyor, faile hakaret etti diye. Yine Pınar Gültekin’in yaşı, yaşamı didik didik ediliyor, fail erkeğin yaşamı değil. Pınar Gültekin gibi üniversite öğrencisi olan, kendi ayakları üzerinde duran bir kadın ve onu canavarca hisse öldüren bir erkek var. Devlet diyor ki, ‘ben onun yanındayım ey kadınlar, ben katilin yanındayım. Siz de itaat etmezseniz sizin yanınızda da kimse olmayacak’ mesajı veriliyor. Bu anlamda kadınların mücadelesinin önemi burada çok açığa çıkıyor. Biz devletin, AKP iktidarının kadın cinayetlerini önlemek, ayrımcı politikalardan vazgeçmek gibi bir niyetinin olmadığını biliyoruz. Her koşulda sokağı terk etmeyen kadın hareketini gördükleri için de bütün mekanizmalarını da yargıyı da kadınlara karşı konumlandırarak çıtayı yükseltmiş durumdalar.
- Pınar Gültekin davasında fail Cemal Metin Avcı, ‘İstanbul Sözleşmesi’nin kalkması çok iyi oldu’ demişti. Başka kadın cinayeti davalarında da failler, ‘Ben devletime güveniyorum’ gibi ifadeler kullanıyorlar. Bu bir tür mesaj mı?
Kesinlikle bir mesaj. Mesela feminist örgütler, kadın grupları, barodan feminist avukatların davaya katılım talepleri ya da başka talepleri hala kabul edilmiyor. Pınar Gültekin’in avukatının ya da davayı izleyenlerin taleplerinin de hiçbiri kabul edilmedi ama katil tarafının ya da katilin avukatının talepleri karşılanıyor. Bu da bir mesaj. Bunu tek bir davayla ilgili söylemiyorum, birçok davayı izledik, hepsinde böyle. İşin bir başka tarafı daha var o da şu; bu haksız tahrik indirimini çok iyi biliyor sanıklar, bunun kendilerine uygulanabileceğini biliyorlar ve bütün kodları uyguluyorlar. Hani ‘kravat indirimi’ de derdik ya, kravat takmak, ‘devletimin yanındayım’, ‘milletime bağlıyım’ diyerek o indirimler için mesaj vermek demek. Ama mesela Nevin Yıldırım’ı hepimiz hatırlarız. Isparta’nın Yalvaç ilçesinde sistematik olarak tecavüze maruz kalıyor ve kendine tecavüz edeni öldürüyor. Çünkü ne yapsa kimse çözüm bulmuyor, o da öldürmek zorunda kalıyor adamı. Nevin’e hiçbir indirim uygulamadılar mesela. Benzer kadınların davalarında da tek bir indirim uygulamıyorlar, bütün indirimler erkeklere uygulanıyor.
- İktidar failleri koruyarak ne yapmaya çalışıyor?
İktidarın bu meseleye bakışı çok berrak ve net. O bakış itaat eden bir toplum yaratmak, itaat eden bir kadın yaratmak. Tüm politikası bunun üzerine. Böyle bir yaşam her ifadelerine yansıyor. Mesela kadın-erkek eşitliği diye bir mevzu yok onlarda. Bu mesajlar yargıya gidiyor ve yargı gereğini yapıyor. Kadınlar onlar için ‘değersiz’. Karar mekanizmalarında olamaz kadınlar onlara göre, ancak makbul bir şekilde ailenin içinde var olabilirler, devletin, iktidarın istediklerini yaparlar. Onun dışındakiler makbul değildir. Bunların mesajı çok uzun süredir sistematik olarak veriliyor ve bunun sonucunu yaşıyoruz şimdi. Biz Meclis’te kadın cinayetlerine ilişkin Araştırma Komisyonu kurulsun diye önerge verdik, CHP ve başka partiler de verdi. Hepsi reddedildi. İstanbul’da surlarda iki kadının kafaları kesilerek katledilmesi toplumda infial yaratınca, ancak o zaman AKP araştırma komisyonuna itiraz edemedi, komisyon kurulmasına onay verdi, kendisi de komisyona girdi. Tüm ciddiyetimizle gittik komisyona. Komisyon başkanı erkekti, AKP’li Hulki Cevizoğlu’ydu. Her komisyon toplantısının giriş konuşmasında mutlaka kadın mücadelesini, kadınların sözünü değersizleştiren bir espriyle başlamayı kendine marifet sayıyor. Biz bir şey dediğimizde de sözlerimizi değersizleştirmeye çalışıyor, değiştiriyor. AKP bu komisyondan etkili bir şey çıkmasın diye böyle davranıyor.
- Bütün bu cinsiyetçi uygulamalara, hukuksuz adımlara karşı sonuç alıyor mu iktidar? Ya da ne kadar sonuç alabiliyor?
Kürtajı yasaklamaya kalktıkları zamanı hatırlarsan eğer kendine müslüman feminist diyenler, hatta AKP’nin çeperinde olan birçok kadın da buna itiraz etti. Bunca yıllık çabalarına rağmen asıl sonuçları elde edemiyorlar yani. İletişim çağındayız deniyor ya, mesela kadınlar enternasyonal dayanışmayı da çok iyi örgütleyebiliyor. Orta Doğu coğrafyasında yaygınlaşabiliyor iletişimle kadınlar. Amerika’daki yerli halkların, feminist kadınların sözlerine sirayet edebiliyorlar. Onların kadın grevi politikası da mesela bu topraklara sirayet edebiliyor. Böyle bir güçlenme ve dayanışma mekanizması var. Kadınlar kendi yaşamlarından vazgeçmiyorlar. Bir kadın şöyle demişti; ‘Biz sadece nefes almak istemiyoruz, biz hayatı yaşamak istiyoruz.’ Kadınlara yönelik bu saldırılara, bütün bu vahim koşullara rağmen kadınlar ‘Hayır’ diyor, ‘Biz buna karşı duracağız, kendi yaşamımızın kararını kendimiz vereceğiz’ diyor. Yaşamın zapturapt altına alınma meselesi ve sürekli aileci politikaları yeniden üretme meselesinin olumsuz sonuçları var ama bir bütün olarak kadınların kendi yaşamlarındaki direniş odaklarını yok edemeyecektir diye düşünüyorum. Çünkü kadınlar hiçbir örgütte olmasalar dahi kendi direniş odaklarını her yerde örmeye devam ediyorlar. Bu anlamda ben hiç umutsuz değilim.
8 Mart’ta eşit ve onurlu bir barış diyeceğiz
- 8 Mart haftasındayız, kadınlar her gün sokaklardalar. Mücadele veren bir kadın milletvekili olarak 8 Mart’a dair neler söylemek istersin?
8 Martlar, Onur Yürüyüşleri AKP’nin korkulu rüyası oluyor. Biz 8 Martların kendi dayanışmamızın, kendi gücümüzün farkına vardığımız günler olmasını istiyoruz. Tabi ki AKP politikalarını eleştireceğiz, kadına yönelik her türlü şiddeti, saldırıyı protesto edeceğiz ama en çok da ‘birbirimizin çaresiyiz’ mesajını vermek istiyoruz. Kadınların sınırları aşan dayanışmasına, birlikteliğine, Ortadoğu coğrafyasıyla Latin Amerika coğrafyasını birleştiren bir hatta biz yaşamı istiyoruz ve eşit, özgür bir yaşamı elde edeceğiz, bunu da kendi bağımsız gücümüzle ve ortak dayanışmamızla inşa edeceğiz mesajını en çok vermek istiyoruz. Bir de tabi ki bütün bu coğrafyada, dünyanın her tarafında savaş koşulları devam ediyor, ‘kadınlar savaşa karşı eşit ve onurlu barış mücadelesi içinde’ diyeceğiz.