Bu coğrafyada yaşayan halkların ihtiyacı olan Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu Demokratik Ulus modelidir. Bu model Ortadoğu coğrafyasının doğasına en uygun toplum modelidir. Çünkü Demokratik Ulus, demokratik toplumun ruhudur. Demokratik toplum ise, özgür yaşamın bizzat kendisidir
Seyithan Akyüz
Tarihte Ortadoğu coğrafyası her zaman egemen güçlerin çıkar çatışmalarına sahne olan bir yer olmuştur. Özellik dünyada hegemonya olmak isteyen devletler, işe Ortadoğu’yu çıkarlarına uygun dizayn etmekle başlamışlardır. Zira Ortadoğu’da egemenlik kurulmadan, dünyada egemenliğin kurulmayacağı iktidarcı zihniyetlerce temel kural olarak bellenmiştir. Bu nedenle Ortadoğu coğrafyası dünya siyaseti açısından her daim stratejik bir öneme sahip olmuştur.
Kuşkusuz bu coğrafya, salt egemenlerin iktidar olmak için stratejik gördüğü bir yer olmamıştır. Bununla beraber ezilenlerin de özgürlük ve demokrasi mücadelesini en yoğun verdiği bir coğrafyadır. Başka bir ifadeyle devlet ve iktidar dışı kalmış toplumlar açısından da Ortadoğu coğrafyası stratejik bir önem taşımıştır. Zira en az egemen güçler kadar, ezilenlerde bu coğrafyada elde edilecek bir kazanımın tüm dünyaya etkide bulunacağının bilincindedirler. Ki insanlık tarihine baktığımızda bunun bolca örneklerine rastlamak mümkün. Örneğin başlangıç itibariyle birer toplumsal muhalefet karakteri taşıyan üç büyük tanrılı dinin çıkış kaynağı bu coğrafyadır. Bu dinler, Ortadoğu’da doğup tüm dünyaya yayılmışlardır. Yine bu coğrafyada doğup dünyaya yayılan birçok felsefi-ideolojik akım ve hareketler olmuştur. Yani Ortadoğu coğrafyası egemenler için olduğu kadar, ezilenler için de stratejik bir yerdir.
5-6 binlik yıllık devletçi uygarlığın günümüzdeki formu olan kapitalist modernite sistemi, insanlık açısından önemli bir yer olan Ortadoğu coğrafyasında yeni bir dizayna girişmiş durumdadır. Daha doğrusu kapitalist modernite sisteminin yüzyıl önce yerel halkların hilafına oluşturduğu statüko artık anlamsız hale gelmiş ve yenileme ihtiyacı doğmuştur. Nitekim ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın “Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot Suriye’yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız” diyerek bunu teyit etmiştir. Kuşkusuz söz konusu bu statüko ister dini, isterse felsefi ve ideolojik öncülüklü olsun toplumun verdiği eşitlik ve özgürlük mücadelesinin sonucunda işlemez hale gelmiştir. Yani ABD gibi emperyalist bir güç bu açıklamayı halkları düşündüğü için değil, varolan statükonun artık işlemez hale geldiği ve kendi çıkarlarına da engel çıkardığını belirtmek istemiştir.
İşte tam bu sebeple öncülüğünü ABD’nin yaptığı uluslararası sistem, İsrail eliyle bu coğrafyaya çıkarlarına uygun yeni bir şekil vermeye çalışmaktadır. Hatta Trump’ın yeniden başkan seçilmesine müsaade edilmesi de yapılacak bu dizayn ile ilgiliydi demek abartılı olmayacaktır. Bunun için eski statükodan yana olan bölge devletlerinin bazılarına açık, bazılarına ise örtülü müdahalelerde bulunmaktadır. Günümüzde statükodan yana en çok direnç gösteren bölge ülkeleri ise İran ve Türkiye’dir. Hamas, Hizbullah, Suriye ve Yemen’deki Husilere yönelik gerçekleştirilen askeri operasyonlar doğrudan İran’a yönelik müdahalelerdi. Tabiri caizse bu operasyonlarla İran’ın kolları kırılmış ve şimdilik belli bir çizgiye çektirilmiş durumdadır. Bundan sonrası ise ilk hedef Türkiye olacaktı.
Bunu fark eden Türkiye devleti, Devlet Bahçeli eliyle 1 Ekim’de yeni bir süreç başlatmak istemiş ve “iç tahkimat” söylem ile yıllardır sorunlu olduğu Kürtlerle barışmak istediğini beyan etmiştir. Ama aradan geçen 8 aylık süreye rağmen henüz devlet tarafından sözlü beyanın ötesine geçilemediğini de not etmek gerekir.
Kürtlerin buna cevabı ise yıllardır İmralı tek kişilik cezaevinde derinleştirilmiş bir tecride maruz bırakılan Sayın Öcalan tarafından 27 Şubat’ta manifesto niteliğindeki Barış ve Demokratik Toplum çağrısı olmuştur.
Şimdi herkesin merak ettiği husus bu hassas sürecin nasıl ilerleyeceği ve tarafların (özellikle devlet tarafının) ne tür çözüm modellerine sahip olduğudur. Tarafların tutum ve beyanlarına bakılırsa şöyle bir durumun ortaya çıktığını belirtebiliriz. Birincisi uluslararası sistemin ulus devlet modelini esnetmek istediğini belirtmek mümkün. İkincisi bölge devletlerinin mevcudun dışında bir projelerinin olmadığı veya varsa da henüz kamuoyu tarafından bilinmediğidir. Üçüncüsü Kürt tarafının ortaya koyduğu Demokratik Ulus modelidir. Mevcut statüko sürdürülebilir olmadığından, önümüzdeki dönemde başını ABD ve İsrail’ın çektiği uluslararası sistemin çözüm modeli ile Sayın Öcalan’ın önderliğini yaptığı çözüm modeli arasında kıyasıya bir mücadelenin yaşanacağını belirtmek mümkün. Bu coğrafyada yaşayan halkların ihtiyacı olan ise Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu Demokratik Ulus modelidir. Zira bu model Ortadoğu coğrafyasının doğasına en uygun toplum modelidir. Çünkü Demokratik Ulus modeli, halkların barış ve eşitlik içinde özgürce yaşamayı esas almaktadır. Demokratik Ulus demek, bireyden başlayarak toplumun bileşenlerinin özne olduğu ve kendi kendilerini yönetmek demektir. Çünkü Demokratik Ulus, demokratik toplumun ruhudur. Demokratik toplum ise, özgür yaşamın bizzat kendisidir.