Kürt halkının özgürlük mücadelesi, tarihin suskunlukla gömdüğü taşların altından fışkıran bir çığlık gibidir.
Yüzyıllar boyu bu halk, toprağın bağrına ektiği özlemlerini, gözyaşıyla sulamış; dağların doruklarına bir umut stranı bırakmıştır. Ama bir halkın yürüyüşü, sadece inançların ağırlığıyla değil, aynı zamanda o inancın zıddıyla, tereddütle ve korkuyla da sınanır.
Bir yanda inananlar vardır: Özgürlüğün bir ateş olduğunu, her yürekte yakılmaya hazır bir köz olduğunu bilenler. Onlar ki “Güneş, Kürt dağlarının ardından doğacak!” diye haykıranlardır. Sözcükleri, aforizmalardan dökülmüş bir destan; eylemleri, şiirden kesilmiş bir isyan gibidir. İnançları tamdır; özgürlük, onların damarlarında dolaşan kan kadar gerçektir. Onlara göre tarih, halkların en kutsal masalıdır ve bu masalın kahramanı olmak kaderden çok bir seçimdir.
Ama öte yanda, bu masalı bir düş kırıklığı olarak görenler vardır: İnanmayanlar. Bu yolda yürünecek kadar güçlü bir irade olmadığını düşünenler, halkların tarihini mezar taşlarına kazınmış yenilgilerden ibaret sayanlar. Onlar, “Özgürlük bir serap; koşsan da ulaşamazsın,” derler. Gökyüzüne bakmaya korkanlar gibidirler; çünkü her maviye baktıklarında kan kırmızısını görürler. Onlara göre devrim, bir fırtınanın körleşmiş öfkesiyle savrulan yapraklardan başka bir şey değildir.
Bu iki kesimin söylemleri, halkın kaderi üzerinde yankılanan zıt melodilerdir. İnananlar, geleceğin ellerinde şekillendiğine inanırken, inanmayanlar geçmişin hayaletlerine esir düşmüştür. Biri “Bir gün mutlaka!” derken, diğeri “O gün hiçbir zaman gelmez,” diye fısıldar.
Ama işte, tarih; inananların haykırışıyla inanmayanların sessizliği arasında bir kavgadır. İnananlar, “Kürt halkının ruhu dağlar gibidir; eğilmez, kırılmaz!” diye haykırırken, inanmayanlar, “Dağ bile yorgun düşer.” diyerek karşılık verir.
Belki de bu farklılığın kökeni, umudun doğasına dokunur. İnananlar için umut, gecenin karanlığında yanıp sönen bir yıldızdır; ne kadar uzakta olsa da rehberdir. İnanmayanlar için ise umut, bir aldatmaca; kör gözlere parlayan bir yanılsamadır.
Fakat tarih, inançsızları değil, inananları hatırlar. Çünkü özgürlük, sadece ona inanların cesaretiyle mümkün olur. Devrim, bir halkın en büyük şiiridir ve her şiir, onu yazmaya cesaret eden bir şair ister. Kürt halkının da bir şairi, bir hayalperesti, bir isyancısı vardır. Ve en önemlisi de büyük, sarsılmaz bir inancı vardır.
O zaman soralım kendimize: Bu yürüyüşte kimin sesi daha gürdür? İnananların yüreği mi, inanmayanların tereddüdü mü? Cevap açıktır: Özgürlük, inananların ellerinde filizlenecektir. Çünkü toprak, kendine ekilen tohumdan başka bir şey doğurmaz.
Ve Kürt halkı, çok yakın bir zamanda güneşle buluşacaktır. Ama o güneşi görmek için gözlerini kapamayanların hikâyesi yazılacaktır. Özgürlük; onu düşleyenlerin, düşlemeyi bir silah gibi kuşananların ellerinde yükselecektir. Çünkü devrim, bir halkın kalbinde yakılan ateştir; o ateşi göremeyenler ise karanlıkta kalmaya mahkûmdur.
İşte, Kürt halkının özgürlük mücadelesi, bu ateşin kıvılcımlarından doğacaktır. İnanmayanlar izlerken, inananlar yürüyecek; tarih, bu yürüyüşün yankısıyla dolacaktır. Ve o gün geldiğinde, herkes bilecek: Özgürlük, yalnızca ona inananların hakkıdır.