Demokratik Toplum Sosyalizmi, sosyalizmin geçmiş olduğu aşamalarda önceki pratiklerinden de ders alarak kapitalizmin ve devletçi sistemlerin açtığı yaralara karşı bir umut ışığı yakıyor. Kadın özgürlüğü, doğanın parçası olduğunu anımsayıp ona göre yaşamak, çoğulculuk, renklilik ve toplumun kendini yönetmesi bu görüşün tohumlarını oluşturuyor
Berat Birtek
Kapitalizm ve ulus-devlet karanlığının gölgesinde sıkışan insanlık, bir çıkış arıyor. Bu çıkış nerede? Demokratik Toplum Sosyalizmi, bu soruya yanıt arayan bir yol öneriyor. Kadın özgürlüğü, doğayla bütün olduğunun farkında olan insan gerçekliği ve farklı kimliklerin bir arada soluk aldığı bir dünya düşü, bu fikrin özünü oluşturuyor. Rojava’nın savaşın ortasında yeşerttiği umut ve PKK’nin 12. Olağanüstü Kongresi’nde atıfta bulunduğu yeni başlangıç, bu umudun yalnızca bir halk için değil, insanlık için yeni, alternatif, anlamlı bir yaşamın kapılarını aralayabileceğini söylüyor.
Sosyalizmi özünden yakalamak
20. yüzyıl, sosyalizmin hem umutla yükseldiği hem de bürokrasinin ağırlığı altında ezildiği bir çağ oldu. Sovyet modeli, özgürlük vaat ederken halktan kopuk bir elit sınıf doğurdu. Kapitalizm ise bireyciliği bir tanrı gibi yücelterek toplumu atomize etti, doğayı talan etti, kültürleri tek tipleştirdi. Bu tıkanıklığın ortasında Demokratik Toplum Sosyalizmi, sosyalizmi yeniden, daha güçlü argümanlar aracılığıyla hayal edip onu örgütlemek için yeni bir öneriyle ön plana çıkıyor.
Bu fikir, eski yollara yeni patikalar kazandırarak yeknesak akışı gürleştiriyor. Klasik Marksist-Leninist çerçeveyi aşarak, komünalizm, jineoloji, demokrasi, feminizm ve benzeri birçok düşünceden insan toplumsallığını güçlü kılacak yanları alarak Ortadoğu’nun kadim toplumsallığının mayasından besleniyor. Demokratik Toplum Sosyalizmi, halkın kendi iradesini eline aldığı, merkeziyetçi olmayan, insana doğaya ait olduğunu hatırlatan ve kadınların öncülük ettiği bir sistemi savunuyor. Bundan sonra öne çıkan soru şu oluyor: Bu fikir, ideolojiler çağının sona erdiğini ilan ve iddia ederek esasen kendisini ‘mutlak son’ ilan eden kapitalizme karşı toplumun zafer ilanı mı olacak?
Hakikatin izinde: Kapitalizm ve devleti çözmek
Demokratik Toplum Sosyalizmi, kapitalist modernitenin ve devletçi yapıların açtığı tüm yaralara merhem arıyor. Kapitalizm, bireyi topluma karşı bir tanrı gibi yüceltirken, insanları yalnızlığa mahkûm ediyor. Doğa, bir hammadde deposuna indirgeniyor, kültürel zenginlikler tek tipleşmenin kurbanı oluyor. Ulus-devlet, bu sistemin bekçisi olarak halkları homojenleştiriyor, farklılıkları eritiyor, merkezi bir hegemonya kurma çabasına giriyor. Bu yapı, insanlığın özgür yaşam arayışına ket vuruyor.
Reel sosyalizmi de bu eleştiriden muaf tutmamak gerekir. Sovyet modeli, feyz alınacak bazı yönlerine rağmen üretim araçlarını kamulaştırmayı özgürlüğün anahtarı sayarken, sonuç olarak özünde olmadığı halde, halkın iradesini bastıran bir bürokrasiyi de yarattı. Çöküşünün nedenleri arasında halktan kopuk bir elit sınıfın doğmuş olması ve devletin bir tür tapınağa dönüşmesi de var. Bu durum devlet çözümlemesinin reel sosyalist düşünce tarafından yeterince güçlü yapılmadığını gösteriyor.
Toplumsal özgürlük, devletin gölgesinde değil toplumun kendi ellerinde filizlenir. Demokratik Toplum Sosyalizmi, işte bu hakikati yakalamaya çalışıyor. Ortadoğu’nun kadim komünal gelenekleri, Mezopotamya’nın kök toplumunda ortaya çıkan ortak yaşam pratikleri (komünalite), ulus-devletin tek tipleştirici zihniyetine karşı çoğulcu bir alternatif sunuyor. Örnek olarak, Kürt sorununun çözümü de bu çerçevede ele alınabilir. Türk-Kürt ilişkilerinin bin yıllık ortak geçmişinden ders çıkarılıp çelişkiler azaltılarak eşit yurttaşlık ve paylaşılan bir coğrafya temelinde barışın mayasını oluşturabilir.
Yeni toplumsallığın ilkeleri
Demokratik Toplum Sosyalizmi, özgürlükçü, ekolojik ve çoğulcu bir sosyalizm tahayyülü sunuyor. Bu görüş, toplumu dönüştürmenin yollarını birkaç temel ilkeyle çiziyor. Ancak bu ilkeler, yalnızca birer madde değil, hakikatin toplumla buluşmasının yol haritasıdır. Her biri, insanlığın özünden gelen bir çağrıyı yansıtır. Ancak yeni bir toplumsallığın bir biçimiyle erken dönem Mezopotamya’sındaki gibi kendini savunmasının zemininin de oluşması elzemdir. Bunun için toplumun kendi yönetimine sahip olarak toplumsal öz denilen hakikatini her yönüyle savunabilecek durumda olması gereklidir.
Toplumun kendini yönetmesi
Özgürlük, halkın kendi kararlarını alabildiği, adaleti kendisinin sağlayabildiği, dahası toplumsal ve kültürel olarak kendi değerlerini yaşatabildiği yerde başlar. Devlet, her özgürlük arayışında, farklı kültürlerin kendilerini öz benlikleriyle yaşatmak istediğinde bir balyoz gibi toplumsal değerlerin üzerine çöken despot bir gölge olmaktan çıkmalı ve demokrasiye duyarlı hale getirilmelidir. Reel sosyalizmden farklı olarak bu, Demokratik Toplum Sosyalizminin olmazsa olmazıdır. Toplumsallıkta esas olan halkın kendi kendini örgütlemesidir. Halk meclisleri, komün ve kooperatifler, tabandan yukarıya ters piramit bir yönetim modeli sunar. Bu model, karar süreçlerini bir avuç elitin elinden alıp toplumsallaştırır. Demokratik konfederalizm, bu ruhu kurumsallaştırır; köylerden kentlere, mahallelerden bölgelere uzanan bir yerelden yönetim ağı önerir. Burada kimse bir diğerinin efendisi değildir. Herkes, ortak geleceğin inşa gücü, yönetenleri ve işçi-emekçileridir. Bu, sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda insanın toplumsal olarak kendi kaderine sahip çıkma iradesidir.
Kadın özgürlüğü
Kadınlar, tarihin ilk sömürülenleri olarak değerlendiriliyor. Devletin Sümerlerde inşasından da binlerce yıl önceye uzanan süreç, sonrasında gelişen patriyarkal sistem, kapitalizm ile el ele vererek eşitsizliklerin temelini atmıştır. Kadın özgürlüğü, bu yüzden dönüşümün kalbidir; çünkü bir toplum ancak en çok zincire vurulanı özgürleştiğinde özgür olabilir. Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin Jineoloji üzerinden kök salması, kadın eksenli bir bilgi, değişim ve yaşam anlayışı sunar. Tarihin erkek egemen anlatısına karşı kadınların bilgeliğini ve yaratıcılığını topluma yeniden kazandırır. Kadınların siyasette, ekonomide, kültürde eşit ve öncü rolleri, yeni toplumun temellerini oluşturur. Kadın meclisleri, kooperatifleri, hatta toplumsal savunmanın ön saflarında yer alan direnişçileri bu özgürlük arayışının somut yansımalarıdır. Kadın özgürlüğü, cins mücadelesi değil toplumun kendi hakikatine kavuşmasının pusulasıydı. Burada temel olan Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin kadına bakışta durduğu noktadır ve bu düşünce, ‘kadın özgürleşmeden toplum asla özgürleşemez’ diyor.
Doğanın merkezi mi, doğanın parçası mı?
Kapitalizmin doğayı talan etmesi, insanlığın geleceğini bir uçuruma sürüklüyor. Ormanlar yok ediliyor, nehirler kirleniyor, iklim değişiyor, doğa bir meta halinde ‘insanın hizmetine’ sunularak tüketiliyor. Demokratik Toplum Sosyalizmi, doğayla uyumlu bir dünya düşler. Yerel tarım, ekosistemle barışık enerji üretimleri, çevre dostu teknolojiler, bu görüşün yapı taşlarıdır. Ancak bu, sadece teknolojik bir mesele değil, bir bilinç meselesidir. Ekoloji, insanın doğanın bir parçası olduğunu ifade eder. Çevresel yıkıma karşı kolektif bir mücadele çağrısı yapar. Ağaçlandırma projeleri, ekolojik köyler, doğayı koruyan komiteler, bu düşü gerçeğe taşımaya çalışan adımlar olsa da bunun bilinci sağlanmadıkça eksik adımlardır. Binlerce yıllık devlet geleneği ‘insan merkezli bir evren’ anlayışını zihinlere yerleştirmiş olsa da Demokratik Toplum Sosyalizmi temelinde doğanın parçası olarak yeniden kurulacak bir yaşam, insanın kendine dönüşüdür; çünkü insan, doğadan ayrı bir yaratıcı ‘tanrı’ ya da evrende bir merkez değil, onun bir parçası olduğunun bilincine vardıkça gelişir.
Çok kimlikli birliktelik
Sosyalizm görüşünde farklı kimliklerin özgürce soluk aldığı bir toplum tahayyül edilir. Etnik, dini, kültürel çeşitlilik, hiçbirinin diğerine üstünlük kurmadığı bir demokratik birliktelikle korunur. Ulus-devletin tek tipleştirici zihniyeti, halkları bir kalıba dökmeye çalışır. Oysa Demokratik Toplum Sosyalizmi, farklılıkları bir zenginlik olarak görür. Kürtler, Araplar, Süryaniler, Türkler ve daha niceleri eşitlik temelinde bir arada yaşayabilir. Bu, Ortadoğu’nun mozaik ruhuna uygun bir modeldir, çünkü bu topraklar, devletin inşa sürecinin öncelerine kadar da binlerce yıl farklı kültürlerin uyum ve uzlaşılabilen çelişkilerle bir arada yaşayabildiği bir coğrafyadır. Demokratik Toplum Sosyalizmi, bu çeşitliliği bir çatışma değil, bir uyum kaynağı olarak kucaklar. Çok kimlikli birliktelik, sadece bir arada yaşamak değil, birbirinin kültür alanını daraltmadan birbirinden beslenerek büyümektir.
Demokratik Toplum Sosyalizmi’nde ekonomi
Kapitalist ekonomi, modernitenin sacayaklarında biridir ve insanın toplumsallığını tahrip eden temel mekanizmalardan birini oluşturur. Bu sistemde ekonomi, toplumsal yaşamın hizmetinde değil, aksine toplumu kendi ihtiyaçlarına tabi kılan bir tahakküm aracına dönüşmüştür. İnsanın doğayla ve toplumla kurduğu binlerce yıllık ilişki, kapitalist kâr mantığıyla parçalanmış, emek metalaştırılmış, insan tüketici bir varlığa indirgenmiştir. Üretim, insanın ihtiyacını karşılamak için değil, sermayenin birikimini azami kılmak için örgütlenmiştir.
Demokratik Toplum Sosyalizmi’nde ekonomi, bu tahribatı aşmayı ve toplumu yeniden kendi ekonomik öznesi haline getirmeyi amaçlar. Toplum odaklı ekonomi, devletçi ve tekelci ekonomik zihniyeti eleştirir. Özel mülkiyetin kutsanması yerine, kolektif emeğin ve toplumsal paylaşımın esas alınmasını ifade eder. Burada ekonomi, bir güç ve iktidar sahası olmaktan çıkar, yaşamın adil, dengeli ve özgür bir şekilde örgütlenmesinin aracı haline gelir.
Demokratik Ekonomi anlayışı, ekonomiyi sadece teknik verilerle tanımlamaz. Ekonomi, aynı zamanda etik bir alandır. Kim üretir, kim tüketir, ne kadar tüketilir ve nasıl paylaşılır soruları, toplumsal ahlakla doğrudan bağlantılıdır. Bu nedenle toplum odaklı ekonomi, sadece maddi ihtiyaçların karşılandığı bir sistem değil, aynı zamanda toplumsal dokunun yeniden örüldüğü, ortak yaşamın ve dayanışmanın kadın öncülüğünde güçlendirildiği bir zemindir.
Bu modelde yerel topluluklar asli aktörlerdir. Köy komünlerinde kurulan tarım kooperatifleri, kent mahallelerinde oluşturulan dayanışma pazarları, üretim ve tüketim ağlarının yerelden örgütlendiği, doğayla uyumlu ve ihtiyaç temelli bir ekonomi örneğidir. Kadın ekonomisi bu modelin merkezindedir çünkü kapitalist sistem en çok kadının emeğini görünmez kılmıştır. Oysa kadın, toplumsal ekonominin tarihsel taşıyıcısıdır ve yeniden inşa sürecinde öncüdür.
Toplum odaklı ekonomi, sadece bir üretim tarzı değil, aynı zamanda yeni bir yaşam tarzının da ifadesidir. Kapitalist modernitenin krizlerinin aşılması, ancak demokratik modernitenin ilke ve kurumlarıyla mümkün olabilir. Bu da ancak ekonomiyi devletin ve sermayenin tahakkümünden kurtarıp toplumsal ekoloji ve Demokratik Konfederalizm ile uyumlu hale getirmekle sağlanabilir.
“Ekonomi toplumun kendisidir; onun yokluğunda toplumdan söz edilemez” perspektifinden yola çıkarak toplum odaklı ekonomi, salt bir sistem eleştirisi değil, aynı zamanda yeni bir özgür yaşamın somut zeminidir. Matematiksel denklemlerden çok, toplumsal hakikatin sesiyle örülmüş bir direniş ekonomisidir.
Reel sosyalizmin gölgesi ve yeni bir hakikat
Reel sosyalizmin kapitalizme karşı bir alternatif olmayı hedeflerken tökezlediği Sovyetlerin çözülüş sürecinde ortaya çıkan sonuçtan anlaşılıyor. Üretim araçlarının kamulaştırılması özgürlüğü getirecek sanılırken, toplumsal dinamikler göz ardı edildi.
Sınıf mücadelesi, devletçi bir çerçeveye hapsoldu ve devlete yaslanan her düşünce gibi bu durum halkın kendi kendini örgütlemesinin önünü kapatarak daha merkezi yönetimleri doğurdu. Sonuç olarak halktan kopuk bir bürokrasi ve yeni bir devletçi elit sınıf ortaya çıktı.
Devlet, yönetim biçimi değişmiş bir şekilde bir baskı aracı olarak toplumun tepesinde durmaya devam etti. Demokratik Toplum Sosyalizmi, bu hatalardan ders alıyor. Devletin toplumun üzerine kabus gibi çöken gölgesini küçültüp toplumu, yani ışığı büyüten, halkın doğrudan örgütlendiği, merkeziyetçi olmayan, devletin en zayıf haliyle yaşam bulacağı toplumsal dinamiklerin örgütlülüğüne dayalı bir sistem öneriyor. Demokratik Konfederalizm de bir sistem olarak bu ruhu kurumsallaştırıyor. Yerel komünler, meclisler, halkın karar alma süreçlerine katılımını sağlıyor. Sosyalizm, devletle değil, toplumun hakikatle buluşmasıyla anlam kazanıyor. Mesele gelip ‘yeni toplumsallığın tanrıları mı yoksa işçileri mi olacağız’ sorusunda anlam kazanıyor.
Demokratik Konfederalizm: Hakikatin pratiğe dokunuşu
Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin sahaya yansıyarak sistemleşmesinin adı da Demokratik Konfederalizm. Küçültülmüş bir devlet, büyümüş bir halk örgütlülüğü, çok kimlikli ama birleşik, merkezsiz ama dayanışmacı bir toplum düşü bu. Ulus-devlet yönetiminin katı sınırlarını kabullenmeyerek, halkların eşit ve gönüllü birliğini savunuyor. Enternasyonalist bir ruhla, hakikatin evrensel bir kök olduğunu vurguluyor. Bu model, sadece bir yönetim biçimi değil, insanın özüne, kolektif bilincine dönüşüdür. Yerel meclislerden bölgesel konfederasyonlara uzanan bu sistem, iktidarın değil dayanışmanın gücüne dayanır.
Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin somutlaşma zemini: Rojava
Demokratik Konfederalizmin en canlı örneği, Kuzey ve Doğu Suriye’deki Rojava Özerk Yönetimi. Rojava, savaşın ve kaosun ortasında bu fikirlerin filizlenebileceğini kanıtlayan bir umut ışığı. Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin pratiğe döküldüğü bu coğrafya, insanlığın özgürlük arayışına da bir ayna tutuyor.
Rojava, halk meclisleri ve komünlerle yönetilen kantonlara ayrılmış bir bölge. Kürtler, Araplar, Süryaniler ve diğer halklar, eşit temsille karar süreçlerinde yer alıyor. Her kanton, kendi ihtiyaçlarına göre şekillenirken, bölgesel dayanışma ile birleşiyor. Bu sistem, Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin yerelden güçlü yönetim ilkesinin somut bir yansımasıdır. Merkezi bir otorite yerine, tabandan yükselen bir demokrasi modeli sunuyor. Köylerden kasabalara, şehirlerden bölgelere uzanan bu ağ, halkın kendi yönetimini ve geleceğe dönük kararları kendi elinde tutmasını sağlıyor. Kantonlar, sadece idari birimler değil toplumu bir arada tutan dayanışma düğümleridir. Demokratik Toplum Sosyalizmi, bu yapıyla iktidarın değil, halkın iradesinin egemen olduğu bir dünya tahayyül eder ve eksikleriyle, eleştirilen yanlarıyla birlikte bu durum Rojava’da yansımalarını buluyor.
Kadınlar, Rojava’da Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin dönüşüm ateşini yakan öncüler konumunda. Kadın özgürlüğü, bu görüşün kalbidir. Kadın meclisleri, her düzeyde karar alma süreçlerinde eşit temsil sağlıyor. Kadın kooperatifleri, ekonomik bağımsızlığı güçlendiriyor. Jineoloji, kadın merkezli bir bilgi ve bilinç üretimiyle, tarihin erkek egemen anlatısına meydan okuyor ve kadınların bilgeliğini, yaratıcılığını ve direncini topluma yeniden kazandırıyor. Bu, sadece bir cinsiyet mücadelesi değil Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin, insanlığın özüne dönüş projesidir. Kadınlar, Rojava’da yalnızca özgür bireyler değil, yeni bir toplumsallığın mimarlarıdır. Yaşanan yoğun savaşın gölgesinde bile kadın öncülüğü, kolektif bir ruhla toplumun mayalanmış hamurunu yoğuruyor.
Kapitalizmin doğayı talan ettiği bir dünyada, Rojava’nın ekolojik adımları, Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin doğayla barışık yaşam ilkesinin pratiğe dökülüşüdür. Savaş koşullarına rağmen ağaçlandırma projeleri, ekolojik tarım girişimleri ve yenilenebilir enerji çalışmaları hayata geçiriliyor. Ekoloji komiteleri, doğayı koruma bilincini topluma yayıyor. Yerel tarım, gıda teminini güçlendiriyor. Su kaynaklarının ortak yönetimi, dayanışmacı bir yaklaşımı yansıtıyor. Bu adımlar, sadece çevresel bir tepki değil, insana doğanın bir parçası olduğunu yeniden hatırlatan bir felsefedir. Demokratik Toplum Sosyalizmi, doğayı bir meta olarak gören kapitalist zihniyete karşı, ekolojik demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak öneriyor. Rojava’da, toprağa ekilen her tohum, yalnızca bir bitki değil hakikatin kök salışı oluyor.
Rojava’da Kürtçe, Arapça, Süryanice ve diğer dillerde eğitim, Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin çok kimlikli birliktelik ilkesinin bir yansımasıdır. Ulus-devletin tek tipleştirici eğitim sistemine karşı, her halkın kendi dilinde öğrenme hakkı savunuluyor. Bu, sadece bir eğitim meselesi değil, kültürel çeşitliliğin, kimliklerin ve tarihlerin korunması, dahası zenginleşmesi için atılan bir adımdır. Çok dilli eğitim, çocukların kendi kökleriyle bağ kurmasını sağlarken, farklı halkların birbirini anlamasına da zemin hazırlar. Demokratik Toplum Sosyalizmi bu yaklaşımla, farklılıkları bir çatışma kaynağı değil, bir uyum ve öğrenme fırsatı olarak görür. Rojava’da eğitim alanlarında yankılanan her dil, toplumu bir arada tutan bir şarkının notalarıdır.
Rojava’nın komünal ekonomisi, Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin toplum odaklı ekonomi ilkesinin pratiğe geçişidir. Kapitalist piyasanın kâr odaklı zihniyetine karşı, kooperatifler ve yerel üretim ağları, toplumsal ihtiyaçları merkeze alıyor. Kadın kooperatifleri, tarım kolektifleri ve dayanışma pazarları, emeğin kâr için değil, toplumu güçlendirmek için kullanıldığı bir modeli inşa ediyor. Özel mülkiyetin hegemonyasına karşı, ortaklaşa üretim ve paylaşım esas alınıyor. Bu ekonomi, sadece maddi refahı değil, dayanışmayı, güveni ve toplumsallığı da üretiyor. Demokratik Toplum Sosyalizmi, Rojava’da insanların birbirine el uzattığı her kooperatifte, her paylaşım ağında yeniden doğuyor.
Rojava, bu fikrin uygulanabilir, örgütlenebilir olduğunu gösteriyor. Ama savaş, ambargolar, bölgesel baskılar, bu umudu sınamaya devam ediyor. Yine de Rojava, hakikatin pratiğe dokunduğu bir laboratuvar oluyor.
Günümüze bir nefes: Barış ve dönüşüm
Demokratik Toplum Sosyalizmi, bir teori olmanın ötesinde aynı zamanda dünyanın kadim halklarından biri olan Kürtler benzeri halkların siyasi rotasını çiziyor ve Türkiye’deki barış arayışını şekillendiren bir hakikat arayışını da içinde barındırıyor. 2025, bu görüşün yeni bir evreye taşındığı yıl oldu. 27 Şubat 2025’te yapılan “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”, PKK’nin silahlı mücadeleyi bir araç olmaktan çıkararak örgütsel yapısının feshini önerdi. Bunu, Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin demokratik siyasetle hayat bulması için atılmış bir adım olarak da değerlendirmek gerekir. Demokratik siyasetin önünün açılması, hukuki güvenceler ve Kürt sorununun eşit yurttaşlık temelinde çözülmesi gerektiği vurgulandı. Bu, silahlı mücadeleden demokratik siyasete, yeni örgütlenme modellerine geçişte bir dönüm noktasıdır.
PKK, bu çağrıya 12. Olağanüstü Kongresi’nde yanıt vererek silahlı mücadeleyi sonlandırdığını açıkladı. Kongre bildirgesi, Demokratik Toplum Sosyalizmi’ni şiar olarak benimseyip yeni bir başlangıç olarak selamladı, sosyalizm mücadelesinin bu çerçevede süreceğini ilan etti. Bildirge, “Ulus-devletçi sosyalizm yenilgiye; Demokratik Toplum Sosyalizmi zafere götürür” sözleriyle noktalandı. Bu, hakikatin pratiğe dönüşme iradesiydi. Rojava’daki Özerk Yönetim, bu görüşün küresel demokrasi hareketleri için bir model olabileceğini çoktan göstermişti.
Hakikatin yeni tanımı
Yürütülen bazı yavan tartışmaların aksine Demokratik Toplum Sosyalizmi, bir reform değil Reel Sosyalizmin ayakları yere doğru basmayan bazı yönlerini eleştirip düzelterek, toplumsallığa yeterince katkı sağlamayan yanlarını aşarak ortaya konulmuş bir toplumsal devrim teorisidir.
Bu anlamıyla Demokratik Toplum Sosyalizmi, sosyalizmin geçmiş olduğu aşamalarda önceki pratiklerinden de ders alarak kapitalizmin ve devletçi sistemlerin açtığı yaralara karşı bir umut ışığı yakıyor. Kadın özgürlüğü, doğanın parçası olduğunu anımsayıp ona göre yaşamak, çoğulculuk, renklilik ve toplumun kendini yönetmesi bu görüşün tohumlarını oluşturuyor. Rojava, bu hakikatin pratiğe dokunduğunu kanıtlarken, 2025’te Abdullah Öcalan’ın barış çağrısı, demokratik bir çözümün mümkün olduğunu söylüyor. Bu, bir halkın değil, insanlığın hikâyesi. Kapitalizmin gölgesinde sıkışan toplumlar için bir çıkış kapısı. Dayanışmacı, doğayla uyumlu, özgür bir geleceğin mümkün olduğunu tüm kulaklara fısıldıyor. Peki, ‘biz bu geleceğin tanrıları mı olacağız, yoksa işçileri mi?’ Hakikat, bu soruya vereceğimiz yanıtta saklı. Öyle görünüyor ki özgürlük, yeni hamlelerle kendine yeni bir rota çizdi ve kolektif bir iradeyle, eski patikalardan yeni yollar açacak, Demokratik Toplum Sosyalizmi ile inşa edilecek…