Toplumsal cinsiyetçi rollerin biyolojik özelliklere dayandırılmasının, zihinsel esnekliği ve yetenekleriyle insana, kadına yapılmış en büyük saldırı olarak görülmesi de bu yaklaşımdandır. İnsan biyolojisi, toplumsal ve kültürel varoluşuyla bütünlüklü ele alınmadığı sürece kapitalist modernite topluma cinsiyetçi zehri salmaya, iktidar karşıtı toplumsal hareketlere de sızmaya devam edecektir
Ruşen Seydaoğlu
Biyolojik olarak nasıl oluştuğumuz toplumsal yaşamı eşit, özgür, adil, barış içinde nasıl sürdürebileceğimizi, bir yere kadar açıklayabilir. Yani cinsiyetleri biyolojik başlangıçları ihmal etmeden ama ötesine taşıran toplumsal sorumluluklar devreye girer. Ölçü de farklı doğaların özgürlük eğilimiyle toplumsal rollerini yerine getirmesidir, bunun için mücadele etmesi, dönüşmesi, farklılıkları arttırmasıdır.
İnsan oluş, kadın ve erkek oluş ya da eşcinsel oluş bu ölçüden bağımsız görülmemelidir. Zaten varoluşlara salt biyolojik yaklaşmak, bütün değerlendirmelerde haksızlık olarak tariflenir. Toplumsal cinsiyetçi rollerin biyolojik özelliklere dayandırılmasının, zihinsel esnekliği ve yetenekleriyle insana, kadına yapılmış en büyük saldırı olarak görülmesi de bu yaklaşımdandır. İnsan biyolojisi, toplumsal ve kültürel varoluşuyla bütünlüklü ele alınmadığı sürece kapitalist modernite topluma cinsiyetçi zehri salmaya, iktidar karşıtı toplumsal hareketlere de sızmaya devam edecektir.
Tam burada iktidar karşıtı toplumsal-toplumsallaşmaya çalışan hareketlerin birbirlerini nasıl ele alacağı, nasıl dönüştüreceği önemli bir alan kaplar. Öcalan’ın HDK projesi başta olmak üzere tüm toplumsal kesimlerle, demokratik ittifaklara dayanan yerel-evrensel konfederal örgütlenmelerin oluşturulmasını savunduğu sistem önerisi sınıfsal, ulusal, kültürel, inançsal olduğu kadar cinsiyetlere da dairdir.
Ancak bu sistem, öznelerin, yaftalanmaktan çekinmeden birbirini eleştirerek, özeleştiri vererek erkek egemen ve kapitalist unsurlar karşısında kader olanı değiştirmeye yeterli güçlere dönüşmesiyle mümkün olabilir. Hareket ne aşiretlere ne iş dünyasındakilere ne farklı siyasi gruplara ölçüsüzce yaklaşmamıştır, mevcut yanılgılı hallerini sineye çekmemiştir. Demokratik dönüşümü, kadın özgürlüğü fikrinde gelişimi ve doğa savunusunu tarihsel toplumun ortak ahlaki değerlerinde buluşarak ama özgünlüklerini koruyacakları güvenli zemini sağlayarak oluşturmayı hedeflemektedir.
Bu inanca ve hedefe dayanarak son 10-15 yılda Kürt kadın hareketi, Kürt Özgürlük Hareketi ile LGBT arasında Türkiye’de yaşanan gerilimli deneyimlere baktığımızda, cinsellik sorunsalına dayanan tüm diğer toplumsal sorunların hâlâ doğru ele alınmadığını görebiliriz. Özgürleşmeye dair ne kadın ne erkek ne eşcinseller ne de toplum değişim dönüşümü yaratacak ortak bir tutum içine girebilmiştir. Kimi zaman geri geleneksel yaklaşımlara kurban edilen bu muazzam çaba kimi zaman da Kürt kadın hareketinin özgürleşme ölçülerinin adeta egemenlerin tavrından da bildiğimiz muhafazakarlık ile yaftalanması, özgürlüğün postmodernizme dayanan “her istenenin yapılabildiği” darlığa çekilmesi olarak karşımıza çıkmıştır.
Özgürlük savunusu
Somut örnekler oldukça fazladır. Mevcut sistem içinde şekillenen evliliklerin, cinsel ilişkilerin, bedene postmodern ölçülerin dayatılmasının, devletin kopyası olmaktan kurtarılamamış ailenin Kürt kadın hareketi tarafından olduğu gibi kabul edilmesini ya da savunulmasını beklemek son derece beyhude bir çabadır. Kürt kadın hareketi dayandığı özgürlük savunusu gereği bu kurumların kadın-erkeğe de LGBT’ye de açılmasının, bunlara erişimin kolaylaştırılmasının politikasını yapmaz. Önüne hedef olarak koyduğu özgür kimliklerin, demokrasiye duyarlı ailelerin ve aslında özgür eş yaşamın inşasıdır. Bu hedef kapitalist modernite etkisiyle açığa çıkmış bütün edimlerle karşıtlaşmamayı ama eleştirmeyi, mesafelenmeyi gerektirir. Biçimsellikten çok öze dayanan bu tutum, postmodernizme esaslı, sosyolojik ve felsefi bir itirazdır.
Diğer taraftan Kürt kadın hareketi, açığa çıktığı ilk andan itibaren Öcalan’ı kadın yoldaşlığı temelinde ideolojik ve politik önderlik olarak gören bir harekettir. Öcalan şahsında Kürt toplumsallığının değerleriyle kendini yürütür. Haliyle seçim, siyaset, görünmez kimliklerin görünürleşmesi ya da başka hangi sebeple olursa olsun bir değer olarak Abdullah Öcalan’a, Kürt kadınlara ve bir bütünen Kürt tarihine dair eserlerin ve ürünlerin seçim şarkılarında gayrı ciddi ve ahlaki ifadelerle kullanılmasını, topluma, kayıplarına ve tarihine duyduğu saygıdan dolayı kabul etmez. Değerlerine yabancılaştırılmak temel bir eleştiriyken yeniden bunun parçası olması beklenmemelidir.
HDK, DEM, tv, basın, kültür, tarih kuruluşları ya da 90’lardan beri direnerek yasaklardan kurtardıkları mitingler, halk buluşmaları başta Kürdistan olmak üzere bütün özgürlük hareketlerinden kadın ve erkekler sayesinde, onların kayıplarıyla kazanılmış sadece Kürdistan halkı için değil bütün demokratik modernite güçleri için kazanılmış alanlardır. Bu alanlarda yer alırken, bu alanları örgütlerken, bu alanlarda ortak hedeflerle hareket ederken bütün bileşenlerin değerlerinin gözetilmesini beklemek tam da önerilen sistemin ahlaki ölçüsü olarak görülmelidir.
Katmanlı ayrımcılık
Kürdistan gerçekliğinin, çoklu sömürgeciliğin, asimilasyonun ve bunlar karşısında varlık-yokluk direnişinin içinde oluştuğu en iyi bilinendir. 90’larda zorunlu göçertilmelerin bir boyutu da genç Kürt kadınların üniformalılar eliyle fuhuşa, uyuşturucuya sürüklenmesi ya da bir bütünen “üstün ırkın” çoklu hizmetine sunulmasıdır. Hareket tüm bunları özel savaş kavramıyla açıklamaya çalışır. Bu zihniyetin, bu gerçekliğin bir parçası da eşcinsel oluşlardır, eşcinsel oluşların Kürdistan’daki özgün deneyimleridir. Erkek egemenliği ve ulus devlet yaklaşımının bir sonucu olarak nefret cinayetleriyle katledilmeleri, eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşam alanı bulamamaları ve katmanlı ayrımcılığa maruz kalmaları toplumsal bir sorundur ve bu sorunun da çözümü demokratik toplumun inşasında görülmelidir. Dışında tutan, toplumsal bir sorun olarak ele almayan yaklaşımlar bu inşa önünde sadece engel oluşturur.
Ancak çocuk yaştaki eşcinsellerin, ailelerin baskısından dolayı yaşam alanları bulamadıkları iddiasıyla, kapitalizmin özgürlük anlayışıyla toplumlarından, halklarından koparılarak, mücadeleye katılmaya teşvik edilmeleri yerine metropollere, kışkırtılmış cinselliğin, fuhuş ve uyuşturucu karşısında savunmasız kaldıkları zeminlerin içine sürüklenmesi doğal olarak hareketin bütün gücüyle karşı duracağı bir edimdir.
Bu ve arttırabileceğimiz örnekler farklılıklarımızla birlikte yaşayabilmemiz, özgür ve eşit bir toplumu kurabilmemiz için eleştiriye-özeleştiriye muhtaç konular olarak önümüzde durmaktadır. Bütün eşcinsel pratikleri tariflemediği gibi açık bir şekilde görülen mesafelenmenin de göz ardı edilemeyecek sebeplerinden bazılarıdır. Değil ki sokağa çıkış, haksız yasaya, polis şiddetine karşı direnmekteki netlik, ayrımcılığa, erkek-devlet şiddetine, ırkçılığa karşı tutumlar göz ardı edilmektedir. Ancak kapitalizmden ve erkek egemenliğinden sahici bir kopuş, toplumsallaşma ve toplumsal özgürlük fikrinde ortaklaşma konusunda makas hâlâ son derece açıktır.
Burada öne çıkarılması gereken ise sorun olarak görülenin interseks, LGBT+ vd. oluşların olmadığıdır. Kapitalist modernitenin erkek egemenliğinin ve sonsuz kâr arzusunun yarattığı toplum sorunlarıdır. Tıpkı sistemin inşasıyla ters yüz edilen kadınlığın ve erkekliğin toplumsal yaşam önündeki en büyük engel olması gibi diğer oluşlar da sistemin inşa ettiği duygulardan, düşüncelerden, estetik-moda öğretilerinden ve saldırıları da içeren inşadan payını alarak, sistemin parçası haline gelerek sorunun kendisi olur.
Akışkanlıkla ifade edilenin özgürlük eğilimi olduğunu belirtmiştik. Akışkanlığın en arkaik güdü olan cinsel arzuya hapsedilmesi de benzer bir haksızlık ve yanılgı yaratacaktır. Hazza dayalı, hazzın yönünün sürekli değiştiği sonsuz bir görecelikle ele alınan cinsellik, kapitalizm eliyle ve devlet-erkek aracılığıyla pompalanan, kışkırtılan ve kadın erkek ilişkisinde de eşcinsel ilişkilerde de her iki öznenin kapitalizme ve erkek egemen zihniyete teslim edildiği hiyerarşik ilişkilenmelerdir.
Yeniden üreterek muğlaklaştırma
Böylesi ilişkilerin tamamı kapitalist moderniteyi yeniden üreterek demokratik modernitenin tarihsel-kültürel kadın varoluşunu, hakikatini muğlaklaştırmaya sebep olacaktır. Yok sayılan, ötekileştirilen kimliklerin özgürleştirilmesi ve demokratik toplumun özneleri olarak yeniden inşa edilmesi uğruna verilen 50 yıllık mücadeleyi değerlendirirken de erkek egemen ve kapitalist odakların penceresinden bakmak, demokratik modernite güçleri arasındaki makası açtığı gibi egemenin bakış açısını yeniden üretmek anlamına gelecektir.
Çözülmesi gereken ise bu oluşların tutuldukları kıskaçtan, inşa edildikleri zihniyetten-sistemden nasıl kopacakları, topluma nasıl katılabilecekleri, bu oluşların özgürleşme zemininin nasıl yaratılacağıdır. Nitekim Öcalan, “Doğa seni ikiye ayırırsa bu ikiye ayrılmayı bir özgürlük imkânı, bir farklılık olarak göreceksin, o farklılığın bir anlamı var” diyerek cinsiyetin sorunsallaşması konusunda mevcut sistem tarafından kasten yaratılan, krizi derinleştiren, ötekiliği ve ayrımcılığı yeniden üreten zihniyet ve politikalarına meydan okumaktadır. Sorun olarak, karşıtlaşmanın gerekçesi olarak sunulanı özgürlüğe gerekçe yapmaya çağırmaktadır.
Söz konusu toplumsal sorunlara yaklaşırken, çözümlemeye ve çözmeye çalışırken Abdullah Öcalan’ın demokratik toplum için değişim, dönüşüm ve inşa perspektifinde vurguladığı tartışmalara katılmanın en az kendisi kadar yoğunlaşmış bir zihin, açıklık ve cesaret istediğinin farkındayız. Yüzleşme, yorumlama ve toplumsal değeri ortaya koymaktaki netliği, özgür bir yaşam için tutum sahibi olmaya çağırıyor, denebilir. Bu çağrı, bizler açısından aslında, nasıl yaşamalı sorusuna verilen “toplumsal” cevabı ile kastedilenin ne olduğunu da ortaya koyma sorumluluğu anlamına geliyor. Kürt halkının kaderini değiştirmek için çıktığı, çıktıkları yol, toplumların kaderini değiştirmeye evrilirken omuzlarındaki yükü de taşıdığı gücü de samimiyetle paylaşmaya çağırıyor.
Ama bilinçaltında ya da kaynağında kapitalist modernite zihniyeti taşıyan tek bir zerreyi bile kabul etmiyor. “Kusmak”, kendisi tarafından devrimin de demokratik toplumun da amentüsü olarak böylesi bir yaşam isteyen her bir bireyin yükleneceği sorumluluk olarak sunuluyor. Erkek egemenliğinin ve kapitalizmin bedenlerde, zihinlerde, duygularda ve bir bütünen yaşamda açığa çıkardığı her şeyi, en küçük zerresine kadar ve her an kusmak, farkındalığa, gelişime ve eyleme götürecek edim olarak tarifleniyor.
Mevcut sistemde henüz hiçbirimizin özgür olmadığının, bu zihniyet sürdükçe özgürleşemeyeceğinin de bilincindeyiz. Özgürlük mücadelelerinin kendisi, çoğumuz açısından devrimci oluş süreçleri olarak gelişiyor. Yorumlarımız, değerlendirmelerimiz bilme ve anlama düzeyimizle paralel ilerliyor; ancak çoklu bilme, eleştirme ve özeleştiri vermek konusunda ısrarla zihnimizi, duygularımızı ve eylemimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Bütün oluşların özgürleşmesi için, eşit ve adil bir zeminde, demokrasi bilinciyle kendisini gerçekleştirmesi için başlattığımız tartışmaların demokratik toplumun/demokratik ulusun yaşamsallaşacağı zihniyet ve eylemi inşa etmesini umuyoruz.
BİTTİ