Ezginin Günlüğü solisti Hüsnü Arkan ile pandemi, sanat, gençlik ve sistemi konuştuk
Nezahat Doğan
Dünden bugüne ve geleceğe dair, hepimizin geçmişinde bir yerlere dokunur, sokaklara değer, direnişlerin tınısını oluşturur. Dönemleri ve ruhu anlatır ve hep bir iz bırakır müzik: Şiirin, ezgilerin hele de şairlerin sözleriyle bize dokunan şarkıları yorumlayan ve besteleyen isimlerden biri de Ezginin Günlüğü solisti Hüsnü Arkan.
Dinleyicilerinin çoğu geçmişte de bugün de gençlik.
Popüler kültürün ve popülizmin hakim olduğu tüketime dönüşen dönemde Z kuşağı ve gençliğin yeni müziği rap… Bunun da nedenini gençlerin toplumsal meselelere karşı doğrudan bir eleştiri biçiminin olmasına bağlayan Hüsnü Alkan, sanatın içinde bulunduğu durumun pandemi döneminden önce yavaşlamaya başladığını, iktidarın da bu süreci kendi lehine çevirerek bu yasaklamaları bir bahane haline getirdiğini belirtiyor. Bu da tam bir çifte standart diyen Hüsnü Arkan ile pandeminin sanatı nasıl etkilediğini, sistemsel sorunları, müziği ve gençliği konuştuk…
Geçmişte dinleyicileriniz gençlikti ve bugün de genç dinleyici kitleniz var. Sizin müziğiniz protest de aynı zamanda. Bugün de genç dinleyicilerinizin olmasını nereye oturtuyorsunuz?
Valla genel olarak müziğin dinleyicisi gençtir. Klasik müzik ve caz dışında pop müziğin dinleyicisi genç. Bizim de hareket ve üretim alanımız o olduğu için daha çok gençler, üniversiteliler, liseliler yöneliyor. Bu biraz da yaşla ilgili bir şey. O yaşlarda daha çok dinleyici sinemasever, okuyucu oluyor insanlar. Daha sonra iş yaşamı işin içine girince, arkadaş çevreleri daralıyor ve dağılıyor. O yüzden sanırım gençlikte bir birikim yapıyor ya insanlar ne bulursa okuyorlar, ne gelirse seyrediyorlar ve bunları tartışıyorlar kendi aralarında. Dinleyici olmak, sinema seyircisi olmak, kitap okuyucusu olmak daha çok gençliğe özgü bir şey. Daha sonra da oluyor tabii ama biraz örseleniyor zaman içinde şayet başka bir yol tutturmamışsanız, akademisyen olmamışsanız, yazar değilseniz.
Sizin besteleriniz ve sözleriniz derinliği olan, geçmişten günümüze iz bırakan eserler ve protest. Hız çağı ve Z kuşağı gençlikte nasıl bir yer buluyor?
Benim yaptığım iş nasıl algılanıyor bilmiyorum ama evet bir yanıyla protest müzik yapıyorum. 70’li yıllarda da vardı, 80’lerde de vardı. Durumu eleştirme, siyasi ve sosyal durumu eleştirme. Amerika, Fransa, Almanya ve Avrupa’da da vardı. Çok geriye gidilirse bunun gerisinde tabi blues yatıyor, country müzik yatıyor, Joan Baez’ler yatıyor yani bir birikim var bu işin altında. Bize yansıması da 60’lı yıllardan sonra oldu. Bu geleneği 80’li yıllarda da sürdürdü şimdi hala da sürdürülüyor bir biçimde. Tek tip bir pop müziğin olması mümkün değil. Bizim yaptığımız da popüler bir müzik ama bir protesto, bir eleştiri barındırıyor. Bu eleştiri de geleneksel bir durum hem dünya açısından, hem de Türkiye açısından… Geçmişte Timur Selçuk vardı, Fikret Kızılok vardı, şairlerden şiirler üstüne müzik çalışmaları yapan Ezginin Gülüğü, Bulutsuzluk Özlemi, Yeni Türkü vardı, yeni kuşaktan da sayılabilir. Burada duruyoruz hem popüler müziğin içinde hem de biraz kenarından kıyısından eleştiri yaparak.
Bir kalite, içerik ve derinlik olarak baktığımızda geçmişle bugün arasında farkı ve üretimi nasıl görüyorsunuz? Teknoloji ile birlikte üretilen müzik ve sözler daha mı sığ ve yüzeysel?
Bana öyle gelmiyor. Biz değerlendirirken objektif olamıyoruz, ben de objektif olamıyorum. Şöyle ki, müzik biraz da kendi kişisel geçmişinizle ilgili. Çocukluğunuzda, ilk gençliğinizde ne dinlediyseniz onlar aklınızda kalıyor ve onları dinlemek istiyorsunuz. Bugün de dönüp dönüp dinlediğimiz müzikler var. Bugünün yeni tür müziklerini dinleyenlerde, rap dinleyenler gençler içinde o bir nostalji haline geliyor. Onların birikimlerini oluşturan hale gelecek. Onlar da ilerde bizim gibi konuşacaklar, hatta bugünün müziği çok dandik diye konuşacaklardır gibime geliyor:)
Biraz böyle durum var ve objektif olamıyoruz, ben de olamıyorum ama olmak lazım.
Şimdiki gençliğin çoğunlukla dinlediği müzik rap, etkin olmasının nedeni nedir?
Onu bilemiyorum. Ama herhalde sosyologların, müzik sosyologlarının ilgilenmesi gerekiyor “neden?” diye. Gençlerde doğrudan bir eleştiri ihtiyacı var galiba. Daha çok müzikle anlatılan bir durum haline geldi bu eleştiri.
Söylenecek sözlerin müzikle haykırılması mı?
Bence biraz öyle… Bu biraz da tabi, yaşadığımız çağ ve siyasi durumla ilgili, sosyolojik yapının değişimleriyle ilgili bir şey gibime geliyor. Bu çağda bunun olması bence cuk oturan bir durum. Çünkü huzursuz bir çağ, geleceğin olmadığı, bir belirsizliğin olduğu çağı yaşıyoruz. Bu yanlızca pandemi ile ilişkili bir şey değil! 80’den bu yana bunu yaşıyoruz. Neo-Liberalizm dalgasıyla birlikte belirsizlik halini yaşıyoruz.
Bunların hepsi bir kapitalizm eleştirisi mi içeriyor?
E tam da öyle, doğrudur! Hem müzik anlamında, hem edebiyat anlamında da bir sistem eleştirisi içeriyor. Bunun da olması normal. 60’lı yıllarda nasıl bir sistem eleştirisi olduysa, Avrupa ve Amerika merkezli bir sistem eleştirisi yaptıysa gençler, bugünün gençleri de aynı eleştiriyi yapıyorlar gibime geliyor. Tekrar döngüsünün içindeyiz.
Sisteme ve gidişata eleştiriler var… Boğaziçi eylemlerinde de gördük. Geçmişteki gençlikle bugünkü gençlik arasındaki farkı nasıl görüyorsunuz?
Şimdi geçmiştekiyle bugünkü arasında farklar vardır. Geçmişte biliyorsunuz gençlikte sol partilerde, sol hareketlerde örgütlenme eğilimi çok fazlaydı. Bugün o kadar fazla mı değil mi onu bilmiyorum açıkçası. Ama gösterilen tepkinin nedenlerinin ve içeriğinin de aynı olduğunu düşünüyorum. Sisteme karşı bir eleştiri, sistemin değişmesi yanlısı bir tepki olarak görüyorum. Sistemin de hakikaten değişmesi lazım. Bu sistemle uzun süreler idare edilebilecek bir tarz değil. Hem toplum açısından böyle hem de yönetenler açısından böyle.
Ülkenin sistemsel sorunları içinde sanatta sıkışmışlık ya da bir daralma var mı?
Sanatın sistemlere göre bir bağımlılığı yok. Yani öyle bir genellemeyi ben yapamıyorum. En zor durumlarda, en parlak zamanlarını yaşamış sanat biçimleri var. O açıdan çok bağlı görmüyorum. Ama bir yanıyla etkiliyordur herhalde. Çünkü şu anda tiyatro ödenekleri kısıldı, tiyatrolar tek tek kapanıyor, müzisyenler konser veremiyor…
Bu pandemi dolayısıyla değil oraya doğru gidiliyor muydu zaten?
Evet, şimdi sanki pandemiden dolayı öyleymiş gibi ama hayır. Genel olarak son yıllarda böyle bir ivme var. 80 milyonluk ülkede kitaplar bin bin basılıyor, kitap okuyan yok, kütüphane yok çevremizde, birkaç tane var. Siyasete bağlı bu durum, aynı zamanda siyasetin de etkilediği sosyolojik değişimlere bağlı. Nerden nereye geldik derken birçok alanda gerileme içindeyiz. Ben hasbelkader hukuk okudum, hukukun ne hale geldiğini görüyorum. Ne yazık ki rezalet ve kepaze bir durum.
Adaletin olmaması duygusu endişe verici değil mi?
Endişeliyiz, hep birlikte endişeleniyoruz. Toplumca endişeliyiz. Çünkü 10 yıl sonrasını göremiyoruz, belirsiz. Bu belirsizlik aslında sistemin yarattığı bir durum. Dünyada böyle bir şey var, yanlızca bize özgü değil. Popüler siyasi figürler her şeyiyle pragmatist bir sistem oluşturdular. Bu ekonomide, sosyal ilişkilerde, sosyal yapılarda da böyle. Bunu Türkiye’de daha sert bir biçimde hissediyoruz. Dönüşüm daha hızlı gerçekleşti ve sistemin çıkmazları daha belirgin hale geldi. Bu geçmiş yapıların da tutarsız olmasından kaynaklanıyor. Bu yapıları nasıl değiştireceğiz, değişecek mi, değişir mi, her şeyden önce 10 yıl sonrasını görebilecek miyim bilmiyorum.
Şimdi pandemi ile birlikte çok daha ciddi bir öngörememe hali var. Bu durumdan etkilenen alanlardan biri de sanat. Bir taraftan da çifte standart da var. Tiyatrolar yok ama kongreler yapılıyor, nasıl oluyor?
İşte artık düğünlerde değil kongrelerde eğleniyor insanlar herhalde. Halay çekenler, dans edenler. Düğünler yasaklanınca kongrelerde eğlenilir hale geldi ülke!
Sanat alanında nasıl bir kaygı içindesiniz?
Şöyle bir kaygı içindeyiz. Müzik sektörü yanlızca çalanlardan, söyleyenlerden ibaret bir sektör değil. Mekanlar var, mekancılar var, mekanlarda çalışanlar var. Onun yanında biz sahnede beş kişiyiz ama 12-13 kişilik bir kadromuz var sahnenin arkasında. Bütün ekipler için böyle. Gördüğümüzden çok daha büyük bir rakam var ortada. Ekonomik problem yaşayan çok büyük bir kesim var. Sadece görünür olan ve sahnede gördüklerimiz değil, 20 katı, 30 katı insan var. Ben bu sürecin yakın zamanda düzeleceğini düşünmüyorum.
Bir taraftan dünyada ve burada sistemlerin, iktidarların işine mi geliyor?
Ee tabi bu durum bir gerekçe haline getirildi. Kendi siyasi amaçlarına hizmet edecek biçimde organize ediliyor bu pandemi olayı. Bu da tam bir bahane haline geldi. İstedikleri yerde, kendilerini eleştirenlere dur diyorlar, kendilerini eleştirmeyenlere de buyur diyorlar. Böyle bir tarz hakim oldu. Yasaklamak daha kolaylaştı. Yönetenler, bunu kendilerine göre kullanıyorlar.
Sahnede olamamayla birlikte dijital alan daha çok kullanılıyor, evlerden üretim nasıl oluyor?
Biz albümümüzü tamamlamayı dijital ortamdan yayınlamak için sürdürüyoruz. Umarım bu albümü yaza kadar bitirmiş oluruz. Ben şarkı çalışmaları ve üretimime devam ediyorum. Bir biçimde sürdürüyoruz. Ama internet üzerinden konser yapmayı düşünmedim, böyle giderse belki de düşünürüm, bilmiyorum ki. Hepimiz gerçekten kendimize döndük, daha ne kadar sürdürülebilir onu da bilmiyorum.
Bu önümüzü görememe hali sanat alanında nasıl sıkıntılar doğuruyor?
Vallahi böyle devam ederse hem pandemi süreci hem de yaşadığımız siyasi stresle ülke olarak bunun bedellerini biz ödeyeceğiz, çocuklarımız ödeyecek, torunlarımız ödeyecek. Çünkü Türkiye hep böyle oldu. Aklıyla düşünen bir siyasi yapımız yok ne yazık ki. Daha çok kendi çıkarlarına hapsolmuş bir siyasi geleneğimiz var. Bu hapsolma toplumu da o çıkarlara hapsediyor. Bundan nasıl çıkılacağını Z kuşağı mı diyelim, başka kuşak mı diyelim onlar belirleyecek. Umutlu olmak için de bazı göstergeler gerekli. Bazı çıkışlar oluyor, istekler oluyor, talepler oluyor, eleştiriler oluyor. Ve o eleştiriler, talepler bir biçimde dizginleniyor ya da kötü ve koyu bir baskıyla bastırılıyor. Bunlar da birlikte kartopu yumağına dönüşüyor. Önümüzdeki dönemde de ne kadar büyüyeceğini ben bilemiyorum.
Toplumda bir kutuplaşma varken, sanatta durum nedir?
Sanatta öyle bir kutuplaşma olması mümkün değil çünkü sanat sanattır. Çok köklü birikimlere sahip. Yüzlerce yıllık müzikal bir birikimi var. Bunun öyle çok kolay kanalize olması mümkün değil, hem siyasi gelişmelere ayak uydurma edebiyatta da müzikte de mümkün olmaz. Bunlar bağımsız dinamikleri olan şeyler. Çağını dile getirir, çağını eleştirir, çağıyla bağlantılıdır ama birtakım siyasi çıkarlardan bağımsızdır ve bağlantısızdır. Kendi dinamikleri vardır. Edebiyatta, müzikte sistemin arabasına koşulacak gibi bir durum görüyorum. Yüzyıllardır böyle olmuş ve böyle sürecek.
Sistemde bizden olan sanat, bizden olmayan sanat anlayışı mı var?
Bilmiyorum öyle bir şey var mı? Söylüyorlar mı? Ama şundan bahsediyorlar. Kültürel hegemonyayı kuramadık diye bir dertleri var. Bu kurulacak bir şey değil. Kültürel hegemonya kültür insanlarının elindedir. Herhangi bir siyasi makamın elinde değildir. Hiçbir zaman da olmadı. Olmaya yeltenenler oldu. İşte Hitler zamanında, Stalin zamanında, Hitler’in propagandacılık işlerini yürütenler bir şeye dönüştürmeye çalıştılar ama bir şey çıkmazdı, çıkamaz da. Çünkü edebiyat ve müzik dakik bir izleyici. Toplumların da bir aynasıdır. Her gelişmeyi anında tespit etmek zorunda. O sosyal görüntüyü yansıtmak zorunda. “Onu yansıtma, sen benim görüşlerimi yansıt” demek pek hayırlı sonuçlara yol açmıyor, bugüne kadar da açmadı. Bundan sonra da yol açmaz.
Temel sorun özgürlükler mi?
Evet, özgürlükler konusunda çok ciddi sıkıntılarımız var ama bunun için de doğru kanalı bulmak gerekir. Bir süre insanlar tamam kuşdiliyle konuşuyorlar, söyleyeceklerini gizli kapaklı anlatıyorlar ama bir süre sonra anlatılmaz hale geldiğinde toplum da bir biçimde dönüşmüş oluyor. Bizim algılamak istemediğimiz şey genel olarak özgürleşmenin çok yavaş bir ilke olması. Bunu hızlandırmak da müziğin, edebiyatın elinde. Bir şeyler var, tam olarak adlandıramıyorum ama toplumun dönüşmesine bir biçimde hizmet ediyor. Bu hizmetin önüne geçmek sadece “bana hizmet etsin” demek pek akıl karı değil.º
Derdim özgürleşmedir
Derdim özgürleşmedir. Hepimiz insanız, dünyaya aitiz. İklim problemi var, bir savaş çığırtganlığı var, şiddet var, savaş ve çatışmalar problemi var. Bunların altından kalkmak siyasi yönetimlere düşüyor. Bu siyasi yönetimleri değiştirmek, dönüştürmek ve özgür toplumlar yaratmak insanların elinde gibime geliyor ama ne kadar elinde onu bilemiyorum, derdim bu!!