ABD, esasen saldırının HTŞ tarafından gerçekleştirildiğini büyük ölçüde biliyor. Ancak Suriye politikasında ‘kaz gelen yerden tavuk esirgememe’ yaklaşımıyla hareket ederek, askerlerinin toplantı halinde bulunduğu bir odaya HTŞ’li tarafından düzenlenen saldırıyı görmezden geliyor gibi davranıyor
Doğan Cihan
Ortadoğu’nun yeniden dizaynında kritik bir aşamayı ifade eden Suriye’de, deyim yerindeyse sular durulmuyor. Uluslararası ve bölgesel güçlerin henüz tüm ayrıntıları bilinmeyen bir anlaşmayla Colani’yi İdlib’ten Şam’a getirmesi, Suriye’ye giydirilmek istenen kumaşın dar olduğunu; ülkeyi temsil etmeyen ve yönetemeyen bir yönetim kurulduğunu ortaya koydu. Bu durumun bedelini ise son bir yıldır Suriye’de yaşayan Aleviler, Dürziler, Kürtler, Hristiyanlar ve diğer halklar ile inanç grupları canlarıyla ödedi. Colani’nin bir yıllık yönetimi boyunca gerçekleşen saldırılar ve uygulamalara karşı uluslararası bir sessizlik hâkim oldu.
13 Aralık’ta ABD güçleri ile Suriye Geçici Dönem Hükümeti’ne bağlı Genel Güvenlik Güçleri, Humus kırsalındaki Palmira antik kenti yakınlarında saldırıya uğradı. Saldırıyı, daha önce HTŞ üyesi olup Colani’nin Şam’a getirilmesinden sonra Suriye İçişleri’ne bağlı Genel Güvenlik Güçlerine entegre edilen bir cihatçı gerçekleştirdi. Resmi açıklamalara göre saldırıda 2 ABD askeri ve ABD ordusuna bağlı sivil bir tercüman hayatını kaybetti.
Neler oldu?
13 Aralık öğleden sonra HTŞ medyası ve HTŞ’ye yakın bazı “gazeteciler”, dijital hesaplarında Uluslararası Koalisyon-ABD güçleri ile Suriye İçişleri’ne bağlı Genel Güvenlik Güçleri’nin Palmira antik kenti kırsalında DAİŞ’e karşı ortak devriye ve toplantı gerçekleştirdiğini duyurdu. Dakikalar sonra aynı kaynaklar iki fotoğraf paylaşarak, DAİŞ’in devriyeye saldırı düzenlediğini, Şam-Deyrizor yolunun trafiğe kapandığını ve yüzlerce aracın yolda kaldığını bildirdi.
Palmira kenti ve kırsalı, özellikle Colani’nin Şam’a getirilmesinden sonra DAİŞ’in hücre yapılanmasının temel örgütlenme alanlarından biri haline geldi. Bu durum birçok uluslararası rapora da yansımıştı. Saldırıdan saatler sonra dahi tüm kaynaklar saldırının DAİŞ tarafından gerçekleştirildiğini aktarıyordu. HTŞ medyası ise olayı DAİŞ’in gerçekleştirmesini olağan bir durum gibi yansıttı.
Öte yandan Uluslararası Koalisyon-ABD güçleri ilk kez Fırat’ın batısına geçerek böyle bir devriye ve ortak toplantı düzenlemişti. Önemli bir ayrıntı da geçtiğimiz hafta yaşandı: ABD güçleri, Deyrizor’da DSG bölgesinden Fırat Nehri üzerinden HTŞ kontrolündeki Batı yakaya geçmeye çalıştı. Ancak Palmira’daki saldırıyı gerçekleştiren Genel Güvenlik Güçleri, o gün köprü üzerinde ABD güçlerini engelleyerek Batı yakaya geçişlerini durdurmuştu. Bunun üzerine ABD güçleri Fırat’ın doğusuna geri çekilmek zorunda kaldı.
CENTCOM ise engellenme konusuna ilişkin herhangi bir açıklama yapmadı.
Ve kritik, beklenmedik, planlanmayan açıklama geldi
Henüz saldırının detayları belli olmazken saldırının tek faili kabul edilen DAİŞ’e karşı hava saldırıları dahi başlamış, birçok açıklama yapılmaya başlanmıştı. Beklenmedik açıklama son dönemlerde sık sık kameralar karşısına çıkan Suriye İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Nureddin el-Baba’nın Suriye devlet televizyonu olan El Ehbariye’ye bağlanmasıyla ortaya çıktı. El Baba, saldırıya ilişkin açıklamalarında çarpıcı detaylar paylaşarak, saldırganın “aşırı görüşlere sahip bir çöl güvenlik gücü mensubu” olduğunu belirterek, “Onu 10 Aralık’ta ortaya çıkardık ve görevden alacaktık, ancak tatil olduğu için bunu başaramadık” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, saldırının kaynağına dair tartışmalara yeni bir boyut kazandırdı. ABD Başkanı Donald Trump saldırıyı DAİŞ eylemi olarak nitelendirirken, ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) da saldırının bölge dışından kaynaklandığını ve DAİŞ’in pusu kurduğunu öne sürmüştü. Ancak el-Baba’nın sözleri, saldırının “içeriden” gerçekleştirildiğini doğruluyor. Edinilen bilgilere göre, saldırgan ve benzeri unsurlar, Çöl Güvenliği biriminin mensuplarıydı ve geçmişte örgütle bağlantıları bulunuyordu. Hatta İstihbarat Servisi’ne bağlı Bilgi Bürosu, söz konusu şahsın görevden alınması için resmi yazı göndermişti. Ancak İçişleri Bakanlığı’nın bu yazıya rağmen gerekli işlemi zamanında yapmadığı, bunun her düzeyde bir ihmal ve takip başarısızlığı olduğu belirtiliyor. Sözcünün “tatil” gerekçesi, yetkililer arasındaki koordinasyon eksikliğini ve güvenlik protokollerindeki aksaklığı gözler önüne serdi. Bu durum, Suriye’deki güvenlik yapılanması içindeki potansiyel risklere ve istihbaratın operasyonel süreçlere zamanında yansıtılamamasına dair ciddi soru işaretleri doğuruyor.
Sözcünün açıklaması deyim yerindeyse Suriye’de büyük yankı uyandırdı. Ancak bu açıklamaya rağmen HTŞ medyası ve bazı “gazeteciler” saldırının faili olarak DAİŞ’i göstermeye devam etti ve ortaya çıkan gerçeği görmezden geldi. Dakikalar içinde sözcü, El Ehbariye kanalına yaptığı açıklamadan geri adım attı ya da attırıldı; HTŞ kontrolündeki Suriye Haber Ajansı (SANA) ise sözcüye dayandırarak şu ifadeyi yayımladı: “Failin iç güvenlik teşkilatı içinde herhangi bir liderlik bağı bulunmadığı ve saldırı sırasında liderliğe koruma görevinde olmadığı”.
Önemli bir nokta, DAİŞ’in saldırıyı henüz üstlenmemiş olmasıdır. Bu durum, saldırının potansiyel bir “içeriden saldırı” — yani HTŞ içinden gelen bir eylem — olduğudur. Saldırganın aşırı ideolojik eğilimleri biliniyordu; ancak bu Colani’ye bağlı güçler için bir sorun teşkil etmediği gerekçesiyle görevde kalmaya devam etti.
ABD ise ısrarla saldırının sorumluluğunu DAİŞ’e yüklemekte ve bölgeyi “hükümet kontrolü dışında” olarak tanımlamaktadır. Oysa bölgeyi yakından takip eden ve ABD’nin yaklaşımını bilen herkes, saldırının HTŞ içindeki radikal unsurlardan kaynaklanabileceğini ve DAİŞ etiketiyle “kamufle” edildiğini fark edebilir.
Saldırı ne anlatıyor?
ABD Başkanı Trump, Katar, Suudi Arabistan, diğer Körfez ülkeleri ve Türkiye’nin maddi yatırımlarıyla elde ettikleri etkiyi kullanarak ABD’nin Suriye politikasını şekillendirdi. Bu çerçevede ABD, Şam’da göreve getirilen Colani’ye kayıtsız ve şartsız destek sundu. Colani’ye verilmiş bu destek, hak edilmeyen önemli bir fırsat olarak verildi. Colani’nin ideolojik kökeni, yetiştiği gelenek ve içinde bulunduğu oluşum, Suriye’de kendi dışındaki hiçbir kesime yaşam hakkı tanımayan bir anlayışı temsil ediyor. Radikalizmin DAİŞ, El Nusra ya da HTŞ gibi farklı isimleri olsa da özü aynı: tek bir cihat düşüncesi ve mutlak biat talebi. Bugün Şam’da oturan Colani ve HTŞ de bu çizgiyi sürdürüyor.
ABD, esasen saldırının HTŞ tarafından gerçekleştirildiğini büyük ölçüde biliyor. Ancak Suriye politikasında “kaz gelen yerden tavuk esirgememe” yaklaşımıyla hareket ederek, askerlerinin toplantı halinde bulunduğu bir odaya HTŞ’li tarafından düzenlenen saldırıyı görmezden geliyor gibi davranıyor. Bu noktada akla şu soru geliyor: CENTCOM bundan sonra HTŞ’ye güvenip sırtını dayayarak ortak devriye, operasyon ve toplantılar yapar mı? Bu saldırı, CENTCOM ile gizli, saklı utana sıkıla bir biçimde DAİŞ’e karşı Uluslararası Koalisyon’a katılan Suriye Geçici Dönem Hükümeti arasında ciddi bir güvensizlik yarattı.
Öte yandan şu gerçeği de vurgulamak gerekir: Uluslararası Koalisyon Güçleri ve ABD, 10 yıldan fazla zamandır Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ile ortak çalışmalara imza atıyor. Bu saldırı, DSG’nin bölge için önemini ve değerli bir partner olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Saldırının hemen ardından ise Suriye Geçici Dönem Hükümeti’ne bağlı Enformasyon Bakanlığı tarafından WhatsApp üzerinden bir grup kuruldu. Bu gruba özellikle HTŞ’ye yakın çalışan gazeteci ve medya mensupları eklendi. Grup üzerinden ısrarla saldırının DAİŞ tarafından gerçekleştirildiği, DAİŞ’e yönelik operasyonların başladığı yönünde haberler paylaşıldı ve bu haberlerin medya kurumlarında yer alması için gazetecilerden destek istendi









