Geçen hafta 90’lara damgasının vuran “ölüm listeleri”ni güncelleme faaliyeti ile eş zamanlı olarak yeni defnedilmiş bir sanatçının cenazesini mezardan çıkarıp yakma girişimine tanık olduk. Hem ölüm listeleri sahipleri hem de mezar kazıcıların ortak noktası iktidarın çok yakınında bulunmaları idi. Açıklamalar, sadece bir tehdit değil, birilerinin bir başkasına yaşam süresi biçme hakkını sadece kendinde görme meselesi… Muhalefet cephesinde tepkilere yol açan bu gelişmeye iktidar tarafından Bülent Arınç hariç çıt çıkmaması tuhaf değil mi? Bu bir haftalık seyirin oynandığı sahnenin tam göbeğinde durup dururken alevlendirilen darbe girişimi iddialarıyla şaşırıp kaldık. Bir tesadüf mü? Polis, asker ve kamu kurumlarını denetimine almış her yeri gözetleme imkanına sahip bir iktidarın, darbeyi bu kadar ciddiye alıp büyütmesi ilginç ama daha da endişe verici olanı sahneyi ölümcül tehditte bulunanlara sahne açmalarıydı… Ne oldu da buna ihtiyaç duyuldu? Bu kadar güçle bu güvensizlik niye? Gerçekten darbeyi yapabilecek bütünsel davranan bir muhalefet gücü var mı? HDP’yi sürekli ötekileştiren İYİ Parti ile ibreyi sürekli İYİ Parti’den yana çeviren bir CHP’ye bakınca bu muhalefet mi darbe yapacak diye insan ağız dolusu gülesi geliyor. O zaman iktidarın darbeyi bu kadar imkanlı göstermesi neyin nesi? Yoksa iki ortak arasında bizim farkında olmadığımız pamuk ipliğine bağlı ve dışarıdan bir dokunuşla tümden “Kral çıplak” dedirtecek bir durum mu var? O yüzden mi MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın “Üç Hilal’in tek başına iktidarı artık bir zorunluluktur,” twitini attı. Daha ötesi, tüm bunların ekonominde gerilen iplerin, doların 7.00 TL’ye oturması, işsizliğin daha da büyümesi, pandemi nedeniyle gelirlerin iyice düşmesine karşı gündem yaratma mı, yoksa 15 Eylülvari yeni bir ekonomik el koyma hazırlığı mı?
Devletin ideolojik aygıtı olarak Vefa…
Coronavirüs tedbirleri çerçevesinde uygulanan sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte Vefa Sosyal Destek Grubu adında bir oluşum ile tanıştık. Polis, jandarma, bekçi, AFAD personeli gibi kamu çalışanlarından oluşan Vefa Sosyal Destek Grubu, ekmek dağıtımından gıda yardımına, maaş çekmeden dezenfektan dağıtımına varan işlerle öne çıktı. Adlarından ilk olarak muhalif belediyelerin aş evlerinin kapatılması, diğer partilerin yardım dağıtımının engellenip yerine Vefa Sosyal Destek Grubu’nun devreye sokulmasıyla, son olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Vefa Sosyal Destek Grubu’na verdiği desteklerden dolayı CHP ve diğer partilerin belediyelerin ismini ilk kez olumlu zikrederken Vefa grubuna verdikleri desteğe vurgu yapmasıyla duyduk. Vefa’yı oluşturan personelin mensubu bulunduğu kurumlara baktığımızda hepsi resmi kuruluşlar. Tuhaf bir durum! Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik adında bir bakanlık varken, neden böyle bir oluşum? Bakanlığın bu kadar personeli mi yok? Bakanlık bünyesinde aynı personelden destek alınıp bu iş yapılamaz mıydı? Yoksa bu kesimler boşta duruyordu çalıştırmak mı istendi? Öyle olsa bile neden bunu bu işlerle ilgili bir bakanlığın koordinatörlüğünde değil de içişleri bakanlığının yönetiminde (Valilikler eliyle) yaptırdı? Avrupa, ABD ve birçok ülkede birçok hizmete belediyeleri dahil ederek yürütürken, bizde tam tersi bir durum yaşanıyor. Yoksa iktidar, yüzde yüz kendisinden saymadığı kesimlerin topluma değmesini mi istemiyor? Bu tablonun deşifrasyonu ise geçen hafta gerçekleşti. Ankara’da CHP’li Büyükşehir Belediyesi’nin asbestli boruları değiştirme önergesi ile İBB’nin covid-19 nedeniyle 4.5 milyarlık iç borçlanma talebinin yüzde 80 AKP-MHP ittifakıyla tırpanlanmasında yaşandı. Adını yine AKP’li İBB Meclis üyesi M. Tevfik Göksu koydu: “Pandemiyi fırsata çevirme”ye engel olmak. İktidar ekonomik cepheye bu krizi fırsata çevirme çağrısı yaparken, Türkiye’nin vitrin belediyesinin buna çabalaması suç sayıldı…
Tarım ülkesi soğan ve patates alıyor
Pandemi sayesinde sağlık ve sağlıklı tarımın önemi bir kez daha ortaya çıktı. Dünyanın önümüzdeki süreçte en büyük paylaşım ve mücadelenin de bu alanlarda olacağı sürpriz değil. Kendi kendine yetenler avantajı olacak. Bu açıdan avantajlı olan Türkiye’de ise tersine tarımda ithalat artıyor. Üreticisinin zararına… Gerekçe fiyat artışını önlemek. Ancak Ziraat Mühendisleri Odası aynı düşüncede değil. Adana Şube Başkanı Feyzullah Korkut, patates ve soğan hasadının yapıldığı bugünlerde ithalat yapılması ve ihracatın izne bağlanmasının üreticiyi mağdur ettiğini belirtiyor. Açıklamaya göre, üreticiye soğan ihracatı için sadece 3 günlüğüne ve firma başına toplamda 250 tonu izin verilmiş ama somutta başına 106 ton olarak uygulanmıştır. Maalesef tonlarca soğan çürümektedir. Bir önemli iddia da HDP’li Tülay Hatimoğulları’nın Meclis’e verdiği soru önergesinde var; Hatay Reyhanlı’da kurulmuş bir şirkete, Suriye’de tüketilmek üzere Mısır’dan getirdiği patatesler çürüme tehlikesi baş gösterince Türkiye’de satmasına izin veriliyor!