Sosyalist hareketimiz ömrünü “likidatörlük”, yani tasfiyecilik dediğimiz fraksiyon kavgalarıyla geçirdi. Sonuçta “tasfiyecileri” tasfiye ede ede, kendi varlığını büyük ölçüde tasfiye etti.
Şimdi bazıları 1960’lı yıllardan beri bu “öz-tasfiye” sürecinin yıkıcı sonuçlarından doğan sorumluluklarını tartışıp, “biz ne yaptık ve hala ne yapıyoruz” diyeceklerine, PKK 12. Kongre kararlarını “tasfiyecilik” diye tanımlıyorlar.
O halde konuyu ele alalım.
En önce, 12. Kongre kararlarının sınırlı sayıda yöneticinin kendi sübjektif niyetleri temelinde alınmadığını söylemek gerekli. Bu kararlar, Öcalan’ın “önerisiyle” ve bu öneriden sonra, adeta hepsi bir “referandum” mahiyetinde olan Newrozlardaki milyonların “oluru” ile alındı. Bugün hala süregiden kaygı ve kuşkulara rağmen, 12. Kongre kararları, hareketin önderi ile tartışmasız özdeşleşen milyonların kararıdır.
Ben, yalnızca Kongre’nin “silah bırakma ve silahlı örgütü feshetme” kararına değil, bu kararı alan milyonlara, aralarında tüm PKK yönetiminin yer aldığı delegelerin kongredeki konuşmalarına, Başkan Öcalan’ın tutumuna bakıyorum: Bu sayılanlarda “mücadeleye son” diyerek, kendini yok eden bir eğilim var mı yok mu diye soruyorum. Ve görüyorum ki, bir halk, onun bağrından doğmuş bir savaşçılar partisi ve bu halkın önderi, “PKK öncülüğünde” yürütülen mücadeleden, yeni bir mücadele dönemine geçiyor. “Hareket” eski paradigmadan, yeni bir paradigmaya, inanılır gibi değil, bölünmeden, tereddüde kapılmadan, kararlılıkla geçiyor.
Tasfiye nedir?
Tasfiye mücadeleden vazgeçme ya da mücadeleye devam imkanlarını, bölünmeler sürecinde kaybetmedir. O halde 12. Kongre kararını “tasfiyecilik” diye tanımlayanlar, bir kendi durumlarına bakmalı, bir de Kürt özgürlük “hareketinin” durumuna bakmalı.
Burada “örgüt” ile “hareket” arasındaki farka değinmek gerekir. Örgüt ya da parti ya var olan bir hareketin sonucunda ortaya çıkar ya da bir hareket yaratmak amacıyla kurulur. Avrupa tarihinde komünist partileri, onlardan önce ve onlardan bağımsız olarak ortaya çıkan ihtilalci işçi sınıfı hareketinin sonucunda kurulmuş ve Marks-Engels Komünist Partisi Manifestosunda, komünistlerin bu hareketin dışında ayrı bir varlığı olmadığını yazmıştır. İşçi sınıfı hareketinin henüz şekillenmediği ülkelerde ise komünist partiler, bu hareketin oluşumunu hedeflemişlerdir.
Bolşevikler başta olmak üzere az sayıda parti bu hedefe ulaşmıştır. Eğer 12 Eylül darbesi önlenebilseydi, TKP de bu hedefe ulaşma, sınıfsal hareketin partisi olma potansiyeli taşıyan bir parti olabilirdi. Yine de tüm sosyalist hareket darbe öncesinde büyük bir halk hareketine dayanıyordu.
Darbe, bizlerin hatalarını da katarsak, örgütle hareket arasındaki bağı kopardı. Daha önemlisi, henüz işçi sınıfının ve emekçilerin kitlesel olsa da kalıcı sosyo-psikolojik bir niteliğe yükselmeyen “hareketini” de büyük ölçüde tasfiye etti.
“Hareketsiz” örgüt tasfiyelere açıktır. Ya Merkez Komitesi tutuklanarak ya da bölünüp iki-üç ve daha fazla MK ortaya çıkarak tasfiyenin eşiğine gelir. Bugün sosyalist hareketimizde durum aşağı yukarı böyledir.
Sosyalist partiler, hareket haline gelemeyince, yönetimdeki bir grup, ya maceracı yollara ya da uzlaşmacı yollara partiyi sürükleyebilir ve bunun sonucunda partinin tasfiyesine yol açabilir. Maceracı taktikler de, uzlaşmacı taktikler de partinin içinde muhalefetle karşılaşır, bu defa bölünmeler tasfiyeyi getirir. Hele parti yönetimine polis sızmışsa, tasfiye kaçınılmaz olur.
SBKP’nin tasfiyesinde bu tasfiye sebeplerinin hepsi geçerlidir. Ama esas sebep partinin kitlelerden kopması, komünizmin bir halk “hareketi” olmaktan çıkmasıdır. Koca parti bir karşı devrimci fiskeyle yıkılmıştır.
O halde örgüt olarak partiyle, “hareket” arasındaki fark büyük bir önem taşıyor.
Şimdi de PKK’ye bakalım.
PKK bugün bir “hareket partisidir”. Örgüt olarak parti, merkezi ve yerel örgütlerin toplamıdır. Varlığına son verdiğinde bu merkezi ve yerel örgüt şeması sona erer. Ama bu şemanın içindeki yönetici ve üyeler PKK’li olmaktan çıkmazlar. Çünkü 12. Kongre kararları, PKK’nin Apocu özünü ve PKK’nin tarihsel tecrübesini “inkar” ederek örgütsel “şemaya” son vermemiştir. Tersine bu çizgisini savunarak, yeni stratejik paradigmaya uygun yeni örgütlenmelere yerini bırakmak üzere görevini tamamlamıştır. Parti şeması sona ermiş, ama “hareket” PKK’nin Apocu çizgisini, yarım yüzyıllık PKK mücadelesinin deneyimlerini, bunların taşıyıcısı PKK kadrolarını kapsayarak varlığını korumuştur.
“Hareket” halindeki halk özünde “örgütlü” halktır. Bu örgüt, Kürdistan’daki “her evdir”. Duvarlarında Apo’nun posterlerini, PKK bayraklarını ve şehitlerin resimlerini taşıyan ve elli yıldır mücadelenin tüm biçimleriyle muazzam bir tecrübe kazanmış insanların içinde yaşadığı milyonlarca “ev”. Bu evler, Apo’nun esareti ve tecriti koşullarında PKK tarafından yönetilmişken, İmralı sisteminin dağıldığı durumda Öcalan tarafından yönetilecek, “ovada”ki “eski” PKK örgütçüleri, propagandacıları, ajitatörleri onun çizdiği yolda “harekete” öncülük edecektir.
Özetle, hepimiz biliyoruz ki, on beş-yirmi yoldaşla bir “parti” kurulabilir. Bu parti devrimci mücadelede nice gözü pek eylemlere girişebilir. Ama “öz tasfiyeci”liğin sonucu olarak ortaya çıkan, sayısını bilemediğimiz bu tip partiler tek bir partide birleşemedikçe “sosyalist ya da komünist partisini” bir “hareket” partisine dönüştüremez. Şimdilik bu partilerden birinin en büyük çoğunluğu kazanarak bir hareket partisi haline gelmesine dair, ne yazık ki herhangi bir işaret yoktur.
Öcalan yaşıyor. PKK savaşçıları yaşıyor. PKK sivil kadroları yaşıyor. Savaşçılar yaşıyor. PKK’li yeni kuvvet olarak Kürdistan kadınları yaşıyor ve evlerin duvarlarında, Apo posterleri, PKK, HPG, YJA-Star bayrakları ve şehit resimleri duruyor. Ve Apocu paradigmalar, artık halka mal olmuş ve maddi, yenilmez bir evrensel düzeye yükselmiştir. Bu nitel bir gelişmedir, geriye dönüşü ancak soykırımla mümkün olan, kalıcı bir sosyo-psikolojik olgudur.
PKK örgütsel şeması son bulur, ama “hareket” tasfiye olmaz ve tasfiye edilemez.
Ve hareket her somut duruma uygun bir “parti” doğurur.