Kürt sorununun, 20. yüzyıl başında ulus devletlerin kurucu felsefesinin dayattığı inkar ve imha siyasetinden kaynaklanan şiddet sarmalından kurtarılarak, hukuk ve siyaset araçlarıyla çözümünü öngören süreç, doğal olarak siyasetin kurum ve işlevleriyle yeniden tartışılmasını ve yapılandırılmasını da içermektedir. Bu ve diğer sorunların temelinde demokratik hakların ve siyasal temsiliyetin bastırılması olduğuna göre, siyaset alanının demokratikleştirilmesi de, çözülmesi gereken ana-sorunlardandır.
Bu noktada siyasetin ana-aktörü olarak kabul edilen siyasal partilerin varlığı ve demokrasiyle ilişkisi; demokratik siyasete etkilerinin olumlu mu, olumsuz mu olduğu önemli bir tartışma konusudur.
Modern siyasal bilimlerin ortak temel tezlerinden biri, parlamenter demokrasinin asli öznesinin siyasal partiler olduğudur. Buna göre toplum farklı sınıf veya gruplardan oluşmaktadır. Partiler, bu farklılıkların kendilerini örgütleyip siyasal temsile kavuşmaları ve iktidara gelmelerinin temel ve hatta tek meşru araçlarıdır. Gerçekten de modern sistemde, partiler dışında herhangi bir temsil organı tanınmamaktadır. Bu tez tarihte de uygulandı ve ‘metafor’un anlam esnekliği ile din, mezhep ve etnisite gibi oluşumlar, birer sınıfı temsilen parti olarak tanımlandı. Antik Grek ve Roma’daki ‘renk partileri’, 18. yüzyıl İngiltere’sinde Whig ve Tory gruplaşmaları, Fransız devriminde Jirondenler ve Jakobenler ayrışmasında bu izlek takip edilebilir.
Avrupa’da 19 ve 20. yüzyıl bir bütün olarak sınıf ağırlıklı partileşmeler ve bunların siyaseti domine etmesiyle şekillendi. Burjuvazi, sosyalist, anarşist, giderek dini gruplar ve ulusal/etnik temelli hatta çevrecilik eksenli gruplaşmalar, siyasal irade olmanın yegane aracı olarak partileşmeyi benimsediler. Kapitalist rejimler, devletin anayasal çerçevesine bağlı kalmak şartıyla çoklu parti modelini benimserken, sosyalist-komünist rejimler, sınıf çatışmasını temel ideolojik ilke olarak benimsediklerinden tek partili modeli esas aldılar. İki sistem arasında rejim farklılığı gibi görünse de bu, biçimseldi ve öz değişmemekteydi. Partilerin varlığı, siyasetin temel öznesi oldu. Buna göre her vatandaş, çok partili sistemde; kendi ideolojisine-çıkarına yakın gördüğü partiyi, tek partili rejimde ise; tek parti içindeki hakim eğilimi destekleyerek siyasete katılmış ve temsil edilmiş olacaktı.
El Benna ve siyasal sistem
1940’ların başında Mısır’ın henüz İngiliz mandater işgali altında olduğu dönemde, Mısır’da parlamenter sistem tartışmalarında Müslüman düşünürlerden El Benna, dönem açısından ilginç bir konuyu gündeme getirmişti. El Benna, modern bir siyasal sistem olarak parlamenter demokrasiyi benimsediklerini ancak ‘partisiz bir parlementarizmin daha doğru olacağını’ savunuyordu. Ona göre: “…her ne kadar bazıları, particiliğin parlamenter temsili sistemin direklerinden biri olduğunu söyleseler de, hizipçiliğin- particiliğin ya da anlaşmazlıkların bu sistemin temelinde olmadığını söylemek (gerekir)… Bu yüzden bu sistemi partizanlık olmadan kurmak sistemin özünü bozmayacaktır.” (Hasan el Benna-Risaleler) Önerisi halkın partilere mahkûm kalmadan siyaset yapabilmesi ve yine herhangi bir partiye mensup olmadan, temsilcilerin seçilebilmesi için partili sistemin yerine farklı grupların da siyasal aktör olarak, doğrudan katılım yapmasına olanak sunacak bir sistem oluşturulmasıydı.
Aslında El Benna, Avrupa’da da oldukça erken tarihlerde tartışılan bir konuya atıf yapmıştı. Partili sistemin en başından itibaren buna karşı bir muhalefet de olmuştu. 18. yüzyıl İngiltere’sinde, özellikle Whig ve Tory çatışmalarının yarattığı krizlere karşı E. de Cize gibi kimi düşünürler; 20. yüzyıl başlarında Moisei Ostrogorski (1903), Roberto Michels (1911), Edgar Milhaud (1903) partili sistem ve demokrasi arasındaki çelişkilere dikkat çektiler. Temel savunuları, partilerin halkın siyasal gücüne el koydukları, toplumsal çelişkileri çözmekten ziyade derinleştirdiğini ve baskıcı makinelere dönüştükleri yönündeydi.
Ancak 19. ve 20. yüzyılın tümünde ‘devrimci’ çevrelerin yanı sıra rejimlerin konsolide olmasını savunan tutucu (muhafazakar-conservator) kesimlerden de kimi tepkiler olmasına rağmen, neredeyse bütün çevreler partili sistemi bir şekilde benimsediler. Partili sistem, modern kapitalist, sosyalist veya dini devletlerin tümünde temel aktör haline geldi. Doğrudan demokrasiyi savunan devrimci çevreler dahi temsili demokrasinin alameti farikası olan ‘parti’li modele başvurdular.
Modern siyaset ve parti: Sürüleştirme ve güdüm bilim:
Modern siyasetin, birçok itiraza rağmen partili temsili demokrasiyi neden benimsediğini, yerine getirdiği işlevle açıklayabiliriz.
Modern siyasal biçim ve parti modeli, 1789 Fransız Devrimi’yle son şeklini aldı. Modern egemenliğin aygıtı olan ulus- devleti temele yerleştirmeden, oluşturulmak istenen toplumsal tahakküm sistemini anlamak imkânsızdır. Modern ulus-devletin kuruluşu, modern döneme kadar büyük oranda devlet-dışı kalan toplumun sivil-komünal/cemai yapısının, bunların siyaset yapma biçimlerinin baskılanması, komünal-cemaat birimlerin güçsüzleştirilip devlete tabi kılınması ile mümkün olabilirdi. Ekonomik faaliyetlerden eğitim öğretim kurumlarına, siyasetten dini amel ve kurumlara kadar bütün sosyal birimler ve işler doğrudan merkezi devlete tabi kılındı ve işlevsizleştirildi.
Cemaat/komünler, her bireyin kendini içinde gerçekleştirdiği kolektif kimlikler ve oluşumlardır, fakat modern kamusallık, komünlerin tüm yapısallıklarını parçalayarak ve atomize vatandaş üreterek toplumsal insanı sürüye dönüştürmektedir. Sürüleşmiş insan (solun pek düşünmeden ve severek kullandığı “yığın” kavramı da aynıdır), özünü toplumsal değer kavramını yitirmiş ve ulus-devlet toplumu (ya da sınıf) denen totalite içinde yitip gitmiştir. Tüm kamusal veya mahrem-özel faaliyetlerde, evlenip boşanırken, ölürken, dinini /inancını yaşarken bile iktidara bağımlı kılınmıştır.
Partiler, devlete endeksli siyasal faaliyetin kontrol mekanizmasının sistemleştirildiği yapılar olarak ‘modern siyasetin’ vazgeçilmez aygıtları oldular. “Politikacı ” figürü de, 1848’e kadar olmayan bir figürdü. Siyaseti, toplumsal gruplar- cemaatler/ komünlere ait bir faaliyet olarak tanımlamak doğruysa ve en hayret verici durum ve “profesyonel meslek” olarak politikacı /siyasetçi ve profesyonel politikacıların örgütlü yapısı olarak partilerin ortaya çıkması ve toplumu siyaset yapmaktan vazgeçmeye (ve onlara devretmeye) ikna etmeleriydi. Modern siyaset kurumu, bu haliyle siyasal faaliyetin ve irade-kudret gücünün toplumdan çalınmasıdır. Her ne kadar buna tumturaklı bir isimle “temsili demokrasi” dense de, siyaset yapma (söz-karar ve güç) hakkının toplumsal cemaatlerin/komünlerin elinden alınıp, onu bir “meslek” (geçimlik) olarak yapan profesyonel politikacılarla ve onların tekelci örgütü olan partilere devredilmesi, toplumsal iradesizleşmenin esas nedenidir.
Modern siyasal biçimde partiler, öz itibariyle devlet- iktidarın prototipleridir. Bu ister burjuva- liberal-faşist, ister totaliter, sosyalist ya da dine dayalı teokratik rejimlerde olsun, aynıdır. Mevcut sistemde muhalefette olmak da bir partinin konumunu değiştirmez. Muhalefet partileri, propagandalarının aksine, toplumsal sivil alanın gerçek muhalefet gücünü disiplin altına alan, kontrol eden, “yıkıcı” etkilerini minimalize eden bir kontrol bürokrasisi görevini yerine getirir.
İktidar odaklı modern “ideoloji” kavramının temel sorunu da burada belirir. İdeoloji, kabul gören tanımıyla, bir sınıfın ya da toplumsal bir katmanın çıkarlarının sistemli ifadesidir. “İdeoloji” kavramının da Fransız devrimiyle sistemleşen ulus- devletin, toplumda hakim olan düşünceleri (ide) inceleyerek onları kontrol amaçlı bir bilim (loji) olarak tanımlanması da yeterince açıklayıcıdır; siyasal iktidarın toplumu kontrol amaçlıdır ve neredeyse tümüyle sınıf ya da farklı bir zümrenin çıkarları (yani toplumsal bütünü parçalayıcı) niteliktedir. Bu haliyle ideolojiyi biçimlendiren ve yürüten organ olarak öncü partiler ve politikacılar, toplumu yeniden kurmaya çalışan mühendislerdir.
Modern siyaset, tüm bu özellikleri ile tam anlamıyla bir güdüm bilimdir; toplumu güdülen bir sürüye -kitleye, yığına- dönüştürme toplumun her tür bilişsel (cognitive) edimini manipüle etme, denetleme ve daha ağırı “programlama” (kod yazımı) iddiasındadır. R. Sennet’in deyimiyle, politikacılar kamu algısının (zihninin) bilinçli manipülatörleridir. (R. Sennet, Kamusal İnsanın Çöküşü- Ayrıntı Yayınları) Burjuva, sosyalist, laik veya dini olması fark etmez, mevcut partili demokrasi modellerinin tümü, kaba veya ince yöntemlerle kitleselleştirme- güdümleme araçlarıdır.
Bu haliyle siyaset kurumu; ve özelde partili model (temsili demokrasi) halkı temsil iddiasını dillendirirken, toplumu sessizliğe gömer. Rahip, nasıl ki kendini ‘tanrının sesi’ olarak mutlak ve vazgeçilmez kılmayı amaçlarsa, modern politikacı da aynı ses olma iddiasındadır; toplumun sessizliği pahasına ses olmayı tekeline alır. Bu nedenledir ki bu sistemde halk, partiler etrafında örgütlendikçe aslında iradesizleşmektedir. Zira halkın örgütlenmesi ile kastedilen, halkın, partinin iktidar hiyerarşisine /bürokrasisinin denetimine-güdümüne dahil olmaktır. Bu maalesef en ‘demokratik’ olduğunu iddia eden partiler için de geçerlidir.









