Resmî adı “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” olarak belirlenen, ama devleti yönetenlerin bu ismi bile kullanmayarak “Terörsüz Türkiye” demekte ısrar ettikleri süreç devam etmektedir. Sürecin kısmen ilerlemesinin Sayın Öcalan’ın yoğun çabasıyla sağlandığı açıktır.
Türk devleti, yaygın tepkiler olmasına ve sürece güven duyulmasını sınırlandırmasına rağmen, provokatif “Terörsüz Türkiye” tanımını kullanmaktan vazgeçmemektedir.
Süreci zehirleyen bu üslubun bir versiyonu da “pazarlık yok” ifadesidir. Ağızlarını açtıklarında ve çok severek kullandıkları bu ifadeyle devlet yetkilileri, Kürt halkı başta olmak üzere halkların barış ve demokrasi taleplerini ticari meta gibi gördüklerini, soruna da tüccar mantığıyla yaklaştıklarını gösteren bir algı oluşturmak niyetindedirler. Bu algıyı kullanarak çıkmazdan kurtulmak, geleceklerini güvenceye almak ve kazançlı çıkmak istemektedirler. Yani yetkililer müflis kasaba tüccarları gibi blöf yapmaya çalışmaktadırlar.
Halbuki bir ulus olarak Kürtlerin, toplumsal yaşamlarını kendi kimlikleriyle, kendi dilleriyle ve özgürce sürdürmeleri bir haktır; pazarlıkla ucuza alınacak bir meta değildir.
Aynı şekilde Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin talebi olan “umut hakkı” adı üstünde bir haktır, para ile satın alınmaz/alınamaz.
Özgürlük Mahkumlarının özgürlüklerine kavuşmaları, evinden, toprağından sürgün edilmiş veya değişik yöntemlerle baskı görmüş insanların mağduriyetlerinin giderilmesi demokratik haktır, pazarlık konusu değildir.
Devlet zoruyla gasp edilmiş olan anadilde eğitim, insanların anasının ak sütü gibi ve pazarlığı yapılamayacak olan helal bir hakkıdır. Hatta devletin bu hakkı gasp etmiş olması bir insanlık suçudur.
Yerel yönetimlerde özerklik, toplumsal yaşamı anlamlı kıldığı ve kolaylaştırdığı için her sosyal grubun en doğal hakkıdır. Devlet seçilmiş belediye başkanlarının yerlerine kayyım atayarak bu hakkı gasp etmektedir. Bu kuralsız zorbalığın ve kayyımcı zihniyetin yarattığı tahribatın giderilmesi, seçilmiş belediye başkanlarının görevlerine dönmesi bir hakkın yerini bulmasıdır, pazarlığı olamaz.
Bu topraklarda Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve daha birçok halk yok edildi. Kürtlere ve Alevilere yönelik sayısız soykırım yapıldı. Cumartesi Anneleri, yıllardır devlet tarafından sorgusuz sualsiz katledilen insanların kemiklerini arıyorlar. Bütün bu kıyımların ve faili meçhul cinayetlerin hesabını sormak pazarlık mevzusu değildir; adaletin yerini bulmasını istemektir.
Kısacası barışı ve demokratikleşmeyi istemek, Kürt halkının ve Alevilerin yok edilmesine karşı çıkmak pazarlık değil; tarihsel, toplumsal, siyasal sorumluluktur. Ve bütün bu demokratik taleplerin karşılığında verilecek hiçbir şey yoktur. O nedenle evet, pazarlık yok.
Olmaması gerektiği halde süreci pazarlıklarla yürütmeye çalışan, sorunu pazarlıkçı bir “al-ver” sorunu gibi gören ve gösteren, bu propaganda ile süreci anlamsızlaştıran devlettir. Buna rağmen “pazarlık yok” diyerek yalan söyleyen de devlettir. Önce bunu belirtmek gerekiyor.
İkinci olarak “pazarlık yok” tekerlemesinin bir başka boyutuna da bakılması gerekiyor. Barış ve demokratik toplum süreci, bahşedilmiş bir lütuf değil, Kürtlerin varlıklarının inkârına ve özgürlüklerinin gasp edilmesine karşı mücadeleyi başlatıp geliştiren Özgürlük Hareketi’nin, Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin, giderek büyüyen mücadelesinin kazanımıdır.
Mücadelenin muhtemel sonuçlarından korkan ve “beka sorunu” olduğunu ileri süren Türk devleti adına MHP lideri Bahçeli, yeni arayışlar içine girmiş, Sayın Öcalan’ın inisiyatif almasıyla sözkonusu süreç başlamıştır. Kürt halk Önderi Sayın Öcalan ile görüşülmesi, PKK’nin feshi, silahların yakılması, TBMM’de komisyonun kurulması sürece ivme kazandırmıştır. Bu durum soykırımcı siyasetin sonlandırılacağı ve demokratik düzenlemelerin yapılabileceği imkanları yaratmıştır.
Ancak Türk devleti, sürecin her aşamasında “pazarlık yok” diyerek, barışın ve demokrasinin önünü açmamakta, yapması gerekenleri yapmamaktadır. Beklentileri kontrol altına almak için bütün talepleri ya ertelemekte veya görmezden gelmektedir.
Bunlara bakıldığında devletin bu süreci barışı ve demokratik toplumu inşa etmeden, demokratik açılımlar yapmadan, kendi egemenliğini tahkim etmek için kullanmak istediğine dair kaygılar gelişmektedir. “Devlet bu soykırımcı yaklaşıma dayanarak başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilenlerin direnişini kırabileceğini mi hesaplıyor”, diye düşünmek kaçınılmaz olmaktadır. Ama nafile.
Yakın geçmişte görüldü ki Sayın Öcalan ve örgütlü Kürt güçleri, Türk devletinin bütün siyaset uzmanlarını, bütün analist ve stratejistlerini ve bütün diplomatik ayak oyunlarını boşa çıkartacak kadar bilgili, öngörülü ve donanımlıdırlar. Kürt halkı da Türk devletinin zorbalıklarına ve hilelerine karşı özgürlük mücadelesine dört elle sarılmaktadır. Dolayısıyla ne devletin kirli dili ne de zorbalıkları barışı ve demokratik toplumun inşasını engelleyemeyecektir. Günün sonunda ve her hâlükârda Kürt halkı ve demokrasi güçleri kazanacaklardır.